İstemi Yılmaz
TT

Türkiye’nin istikameti

Türkiye’nin yönü sorunsalı Soğuk Savaş’tan bu yana sürekli tartışılan başlıklardan biri. Ankara yüzünü Asya’yı mı dönmeli, Avrupa Birliği’ne girmek için uğraşmalı? Türkiye “her şeyden önce bir NATO ülkesi” mi yoksa S-400 hava savunma sistemlerinin satın alınmasının ardından Atlantik İttifakı’nda “Rusya’nın müttefiki” konumunda mı? Özellikle 15 Temmuz kanlı darbe girişimi sonrası ABD’nin FETÖ elebaşını iade etmemesiyle başlayan Washington-Ankara hattındaki güvensizlik ve Kremlin’in savunmadan enerjiye değin pek çok alanda sunduğu ortaklıklar, Türkiye’nin “Batı’dan uzaklaştığı” değerlendirmelerine yol açtı.
Bir yanıyla 21. yüzyıl diplomasisine uymayan ve Soğuk Savaş devrinin kamplaşma üzerinden dünyayı okuma alışkanlığının bir sonucu olan bu değerlendirmeler, Ankara’dan yapılan açıklamalar ile yeniden gündeme geldi. Çok değil, bir sene önce, Ağustos 2019’da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Doğu’nun yeni ekonominin merkezi olduğunu vurgulayarak “Yeniden Asya” açılımını ilan etmişti. Geçtiğimiz hafta ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa'da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz" diyerek istikametin Batı dünyası olduğunu duyurdu. Cumhurbaşkanı’nın ifadeleri ile birlikte “Türkiye’nin yönü” tartışması yeniden başladı.
Ankara’dan yükselen “Avrupa” seslerinin iki önemli alıcısı mevcut. Bunlardan ilki Avrupa Birliği. Brüksel ile yaşanan sorunlar artık ötelenemez hale geldi. Bugüne kadar Türkiye, AB içerisindeki Doğu Avrupa ülkeleri -Macaristan Başbakanı Viktor Orban ilk akla gelen isim- ve Alman Şansölyesi Angela Merkel gibi aktörlerle çatışmayı soğutmaya çalışıyordu. Fakat Türkiye’nin diplomaside attığı her adıma karşılık veren Fransa ve özellikle Doğu Akdeniz’deki enerji rekabeti sebebiyle Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, her fırsatta Brüksel’i Ankara’ya karşı harekete geçmeye davet ediyor.
Ankara-Brüksel hattındaki rahatsızlıkların listesi kabarık. Türkiye’deki hukuk düzeni başta olmak üzere iç siyasete ilişkin birtakım anlaşmazlıklar, Doğu Akdeniz’de AB üyesi Yunanistan ile Güney Kıbrıs’a yönelik saldırgan tutum, Suriye’de muhaliflerin desteklenmesi ve SDG’ye karşı yapılan operasyonlar, Avrupa’daki camilere Türkiye’nin mali ve personel desteği, Libya’da silah ambargosu hassasiyeti bunlardan birkaçı. Diğer AB üyelerinden farklı olarak, Paris ve Atina, bir süredir Türkiye’ye yönelik yaptırımların devreye sokulmasını talep ediyor. Bu zamana kadar her talep Berlin’in “önceliklerine” takılıyordu. Ancak sonunda Almanya da bu tutumundan vazgeçmiş durumda. Merkel, geçen hafta, 10 Aralık’ta yapılacak AB liderler zirvesinde yaptırım konusunun gündeme geleceğini ifade etti. Yaptırımların görüşülecek olması, uygulanacağı anlamına gelmiyor. Ancak bu sefer konu ciddi.
Vaziyetin ciddiyetini ortaya koyansa hafta başında Libya’ya yardım malzemeleri gönderen Türk gemisinin, İrini Operasyonu kapsamında görev yapan, Alman askerleri tarafından durdurularak aranması. Ankara’nın sert tepki gösterdiği gemi aranmasında Berlin, kendisini, gemiye yapılan uyarının ardından 4 saatlik süreyi bekledikleri teziyle savunuyor. Buna göre, gemi mürettebatı Türkiye’nin Roma Büyükelçiliği’ni bilgilendirmiş ama elçilik personeli 1 saat daha ek süre talep etmiş. Her ne olursa olsun bugüne kadar Libya’ya giden sayısız geminin aranmadığı bilinirken, Merkel’in yaptırım çıkışı sonrası AB’nin görev gücü konumundaki Alman askerlerinin Türk gemisine baskın yapması manidar.
Türkiye’den gelen “Geleceğimizi Avrupa’da görüyoruz” çıkışının diğer alıcıysa ABD’nin yeni Başkanı Joe Biden. Şüphe yok ki Ankara, Biden’ın gelişiyle diplomaside yeni bir düzenin tesis edileceğinin farkında. Ankara Milletvekili Ali İhsan Arslan’ın, Biden’ın Beyaz Saray ekibiyle ilişki kurulması amacıyla, ABD’deki lobicilik firması Avenue Strategies ile anlaşmış olması da bunun kanıtı. Dışişleri Bakanlığı’na Suriye’de SDG ile ortaklık kurulmasını savunan Anthony Blinken’ı getireceğini açıklayan Biden yönetimi açısından Türkiye önemli bir diplomasi sınavı olacak. Tıpkı Brüksel-Ankara hattında olduğu gibi iki ülke arasında da rahatsızlıkların listesi uzayıp gidiyor. Türkiye’nin, yeni Beyaz Saray’dan hangi konularda imtiyaz koparabileceği meçhul. Yine de en azından Trump döneminde olduğu gibi ABD’den skandal bir mektup alınmayacağı kesin.
Sonuç olarak Türkiye’nin içeride “hukuk reformu” dışarıdaysa “son durak Avrupa” temalı yeni siyaseti, Biden sonrası yeniden kuvvetlenecek olan Atlantik Paktı’nın sahneye dönüşüne yapılan hazırlıktan ibaret. Demokrat ABD Başkanı ile liberal müesses nizamın restorasyonuna odaklanacak bir “düzen” tesis edilecek. Elbette Türkiye de bu düzenden bigane kalmak istemiyor.