Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Vadedilmiş topraklar

ABD'nin eski Başkanı Sayın Barack Obama'nın ‘Vadedilmiş Toprak’ adlı kitabı, kişinin arzuladığı ama ulaşamadığı idealler üzerine modellenmiştir. Başkanların görevden ayrıldıktan sonra anılarını yazmaları güzel bir gelenektir. Obama’nın kitabı oldukça hacimli ve zaman zaman ayrıntılara giriyor. Bazı tarihsel bilgilerin eksikliği görülüyor. Bu, özellikle de uluslararası ilişkiler ve Ortadoğu (İran mesela) örneğinde çok daha belirgin şekilde açığa çıkıyor. Kitabı okuduğunuzda, önyargılarınızın etkisinde kalmaktan ve sizi tarafsızlıktan çıkaran yanlış yorumlamalara düşmekten endişe duyuyorsunuz. Özellikle yazmak için mevcut alanın yetersiz olduğu durumlarda bu daha çok belli oluyor. Obama'nın Ortadoğu'daki politikası yetersiz kaldı. Bazıları, onun yönetiminin, sonuçlarını hesaba katmaksızın Arap Baharı’nı teşvik ettiğine ve farkında olmaksızın kaos yaydığına inanıyor. Kitapta, okuyucunun bazen onaylayacağı bazen de karşı çıkacağı ‘kendini haklı çıkarma’ girişimleri var.
Obama’nın geçmişi ve onu başkanlığa getiren dalga bunu açıklıyor. Siyasette deneyimsiz olan bu adam Amerika siyasetinde en yüksek mevkii elde etme mücadelesine girmeye karar verdi. Afrikalı Müslüman bir babanın oğlu olan bu siyahi adam, 2004'te seçildiği Senato'da tam bir dönemi doldurmadı. Yani tüm göstergeler onun başarıdan ziyade başarısız olacağına işaret ediyordu. Fakat 2008 ve ondan kısa bir süre önceki ülke atmosferi, büyük bir değişiklik nedeniyle bölünmüş haldeydi. Obama, toplumsal bir kılıfın altında ülkedeki siyahların geçmişteki olumsuz deneyiminin ağırlığını taşıdı. Bu, ‘ABD toplumundaki dikey yarık diyebileceğimiz, 21’inci yüzyıldaki büyüyen bir gerçeğe bizi götürüyor. En önemli siyasi yorumculardan biri olan Ferid Zekeriya, kitabın yazılma şekliyle ilgili övgüde bulunuyor ancak ardından onun nihayetinde ‘vizyonun kırılganlığı’ adını verdiği bir hataya düştüğünü düşünüyor. Bu kırılganlığın özünde, Beyaz Saray'a gelişinin büyük bir beyaz ve muhafazakâr kesim üzerindeki etkisini görmezden gelmesi bulunuyor. Obama, ülke tarihindeki yazılı ilkelere aykırı birçok uygulamayı kınıyor. Kitabında, “ABD’nin herhangi bir başkanının paranoyak olma riski taşıdığını, çünkü geçmişte imparatorların sahip olmadığı güce başkanın sahip olduğunu ve onun modern dünyanın en güçlü adamı olduğunu” söylüyor.
Kitabı okurken size bir aşağılanmış duygusu ve hatta güvensizlik eşlik ediyor. Başkanlığa aday olması sürecini anlatırken, “Babama neler yapabileceğimi, değerli bir insan olduğumu ve beni terk edenin o olduğunu göstermek için!” ifadelerini kullanıyor. Senato üyesi olduğu sıralarda Güney Afrika'yı ziyaret ettiği zaman Nelson Mandela'nın 23 yılını geçirdiği hapishane olan Robben Adası'na gitti. Burada iken Güney Afrika'da siyahların beyazlara karşı yürüttüğü uzun mücadeleyi düşünmüş. Berlin’de başkanlık döneminde yaptığı bir konuşmada şu ifadeleri kullanmıştı:
“Geçmiş nesil, açık ve somut duvar olan Berlin Duvarı’nı yıktı. Biz gizli duvarları yıkmalıyız. Bu duvar, Hıristiyan ile Müslüman, fakir ve zengin, ırk ve kabile, vatandaş ile göçmen arasındaki farktır.”
Kitap, Ortadoğu'nun ABD dış politikasının dinamiklerindeki merkeziyetini gösteriyor. Bunlar geçmişte var olan ve devam edecek olan dinamiklerdir. Obama, Cumhuriyetçilere ve Başkan George Bush'a karşı yürüttüğü kampanyanın büyük bir kısmını, Ortadoğu'daki başarısızlığı, Irak'a karşı savaş ve terörizmin tırmanması üzerine kurdu. Trump'ın, Demokratların ve Obama’nın mirasına yönelik saldırısının temelini de bu dosya oluşturuyor. Nitekim Obama’yı DEAŞ’ın ortaya çıkışının arkasındaki kişi olarak görüyor, Suriye'de kesin kararlar alma konusunda ağır davrandığını söylüyor ve İranlıları tatmin etmeye çalıştığı tezi üzerinden kampanyasını yürütüyordu.
Obama'nın Ortadoğu'daki politikasının ‘çifte bilinç’ ile karakterize olduğu düşünülebilir. Müslüman bir babadan ve siyah olmasının onu kişisel olarak zayıflatabileceğinden endişeliydi. Çözüm, vakıada birden çok İslam olduğunu anlatmaya çalışmaktı. Bir yanda katı bir kadın karşıtlığıyla karakterize olmuş İslam, diğer tarafta ise hoşgörülü İslam. Suudi Arabistan Krallığı'na yaptığı bir ziyarette, resepsiyonda herhangi bir kadının bulunmadığını anlatıyor. Bir başka yerde “Beyaz Saray'a gelişinin dokuzuncu gününde kadın ve erkeğin eşit ücret almasını öngören en önemli yasayı imzalamaktan gurur duyduğunu” söylüyor. Oysa bölgemizde kadınların ve erkeklerin eşit ücret alması o tarihten onlarca yıl önceye dayanıyordu. Obama, bazı Guantanamo tutuklularının reform programına katılmaları için Suudi Arabistan'a nakledilmesi için Kral Abdullah'a başvurdu. Kral Abdullah bu konuda kendisini mazur görmesini istedi. Başkan Obama, hapishaneyi kapatarak seçim vaatlerinden birini yerine getirmek istedi, fakat yapamadı.
Obama dış politikasını tasarlarken danışmanları arasındaki iki ekole atıfta bulunuyor. Bu gruplardan ilki dış politikada geleneksel bilgelikten sapılmaması gerektiğine inanan yaşlı ve tecrübeli isimlerden, diğeri ise uzun vadede çıkarların güvence altına alınmasını isteyen ve siyasi reformlardan yana olan gençlerden oluşuyor. Irak'ın o dönemki Başbakanı Nuri el-Maliki ile görüştükten sonra şu ifadeleri kullanıyor: “Bir hükümetin iş yapabilmesi için seçimlerin tek başına yeterli olmadığına ikna oldum. İş yapabilecek olan, bir politikacının uzlaşmacı çözümleri kabul etme yeteneğidir.”
Obama "Vaat Edilmiş Topraklar" adlı kitabının ilk bölümünün büyük kısmında hiç bitmeyen savaş ve görüştüğü bir dizi lider hakkında fikirlerini söylüyor. İngiltere Başbakanı Gordon Brown’ı ‘iç karartıcı bir insan’, Sarkozy’i ise ‘yarı Macar-çeyrek Yunan Yahudisi’ olarak nitelendiriyor. Edward Kennedy’e aday olma konusunda danıştığı zaman şu cevabı alıyor:
“Bu Senato’da yüz tane üye var ve her biri sabah aynaya bakıp kendi kendine ‘Bu yüz başkanlığa nasıl da yakışır!’ diyor.”
En komik olanlardan biri de şöyle: Times Dergisi bir gün onun fotoğrafını derginin kapağına koyuyor. Hint asıllı bir gazete satıcısından dergiyi alması için durduklarında satıcı eskortuna onun hakkında bazı şeyler söylüyor, fakat yayın yasası bunu zikretmemize izin vermiyor.
İsrail'e bir ziyaretinde Ağlama Duvarı’nın önünde duruyor ve küçük bir kâğıt parçasına yazdığı duasını katlayıp duvarın kıvrımlarına sıkıştırıyor. Ertesi gün kâğıt parçasına yazdıklarını gazetelerden okuyor. İsrail'de sır yok!