Sam Mensa
TT

Biden ve nükleer anlaşmadan önce Arap lobisine duyulan ihtiyaç

ABD Seçiciler Kurulu’nun geçen hafta toplanıp oy kullanmasından sonra olağanüstü ABD başkanlık seçiminin sonuçları kesinleşti. Demokrat aday Joe Biden 306 oy alırken Donald Trump 232 oy aldı. Geriye sadece Kongre’nin onayı kaldı ki o da kesin görünüyor. Yeni başkanın görevi devralma töreni 20 Ocak’ta gerçekleşecek. Trump’ın törene katılıp katılmayacağını o zaman göreceğiz. Eğer katılmazsa, ABD tarihinde görevi sona eren bir başkanın katılmadığı ilk tören olacak.
Sonuçların ve Trump döneminin sona erdiğinin kesinleşmesinden sonra bölgemiz için asıl önemli olan soru şu: Yeni Demokrat yönetimden bölgemizin sorunları ve endişeleri ile ilgili beklentilerimiz nedir? Bu noktada ölçüt Washington’un Tahran’a karşı politikası olmayı sürdürdüğü için şunu da sormalıyız: Washington’un İran ile nükleer anlaşmaya geri dönmesinin (özellikle de yeni başkan ve ekibinin bugüne kadar açıklanan ve sızdırılan pozisyonları bu dönüşün neredeyse kesin olduğunu gösterirken) olumsuzluklarını kontrol altına almak için bölge ülkeleri ne yapabilir?
Her şeyden önce, ABD’nin İsrail'in güvenliğinin garantörü olma taahhüdüne ve onunla sağlam ve güçlü ilişkilerine bağlı kalma haricinde, bölgeye yönelik politikasının belirsiz ve bir dereceye kadar öngörülmesi zor olduğunu belirtilmeliyiz. Özellikle de yeni başkanın seçim kampanyası sırasında dış politika meselelerine yönelik tutumlarına geniş yer vermediği ve seçim savaşının tam anlamıyla içe dönük, korona pandemisi ve Trump’ın performansının başat rol oynadığı bir savaş şeklinde geçtiği göz önüne alınırsa. Ancak, Biden’ın geleneksel karakteri, dışarısı ile ilişkilerinde ABD’nin ulusal çıkarlarının, uzman kuruluşların özellikle çok taraflı iş birliğine, uluslararası standartlara ve küresel düzene yeniden yatırım yapmaya yönelik tavsiyelerinin belirlediği yol gösterici ilkelere döneceği olasılığını öne çıkarıyor. Öte yandan, Trump yönetimi bölgede Biden’ın göz ardı etmesinin ya da Trump’ın mirasını silme zihniyeti ile ele almasının zor olduğu gerçekler de yerleştirdi. Biden bunlara karşı yüksek olasılıkla rasyonel ve dikkatli bir tutum benimseyecek.
İran meselesinde, Biden yönetiminin nükleer anlaşmaya geri dönmesi mutlaka İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılacağı anlamına gelmiyor. Seçilmiş başkanın açıklamaları ve pozisyonlarından yaptırımların muhtemelen kaldırılmayacağı, yapılacak bazı küçük değişiklilerle devam edeceği anlaşılıyor. Bu, Trump’ın bir dizi ülkeye getirdiği tüm yaptırımlar için geçerli.
Kaldı ki bu müzakerelere dönüş yolu da kolay olmayacak. Buradaki sorun ve zorluklar, İran kadar ABD için de geçerli. Müzakere iki nedenle zorlu ve karmaşık bir süreç. Birincisi, müzakere masasına oturacak taraflar müzakereleri hangi İran ile yürüteceklerini bilmiyorlar; Dini Liderin İran’ı mı, Devrim Muhafızlarının İran’ı mı yoksa Batılı üniversitelerden mezun reformcuların İran’ı mı?
İkinci neden, İran’ın elde etmesinin zor ve gerçekleştirilemez olduğunu bildiği koşullar öne sürmeye başlaması. Buna ilaveten, İranlı müzakereci zekidir ve ünlü takiyye yöntemini kullanmakta ustadır. Açıkladığından fazlasını gizler, bu nedenle İran’ın tam olarak ne istediğini anlamak zordur.
Şu ana kadar kesin olan, İran adına müzakereleri kim yürütürse yürütsün karar yapıcının tek olduğudur. Perde arkasında kalan bu karar sahibi, çıkarlarını bilen, dogmatik ve ideolojik bir karar sahibidir. Öte yandan, İran'ın hedefleri ve talepleri de gittikçe netleşiyor. Bunların en öne çıkan özelliği ise ulaşılması zor olması. Eğer İran’ın gizli ideolojik arzusu halen Velayet-i Fakih şemsiyesi altında devrimi ihraç etmek ise, elde ettiği başarılara rağmen, özellikle bölgedeki üssü sayılan Irak’taki Şii uyanışla birlikte bugün kaybettiği aşikar. Yine mezhepsel veya politik Şiileştirme faaliyetleri yoluyla İran’dan Lübnan’a uzanan bir Şii Hilali inşa etmeye niyetliyse, bölge Sünnilerini Şiileştirmesi zor. Keza onları yok sayması da. Çeyrek asrı aşan deneyimler, İran’ın Lübnan'dan Suriye, Irak ve Yemen'e kadar yayıldığı bölgeleri yönetemediğini gösteriyor. Irak'taki tökezleme, Suriye'deki sorunlar ve Lübnan'da hüküm süren durum göz önüne alındığında, genişleme projesi sınırına ulaşmış görünüyor. Yine hedeflerinden biri gerçekten de açıkladığı gibi İsrail’i ortadan kaldırmaksa, bunun bir tahayyülden ibaret olduğunu da biliyor.
Peki, Araplar bütün bunların neresinde ve yeni yönetimin Araplara karşı nasıl bir politika izlemesi bekleniyor? Gerçek şu ki, Araplarla ilişkilerle ilgili herhangi bir Amerikan tarafının, nükleer anlaşmaya geri dönmeden önce, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere dost ve müttefik bir Arap grupla işbirliğini görmezden gelmesi zor. Bu dönüş, Tahran'ı uluslararası kontrol altında tutup bölgesel davranışlarını ele almak, güvenlikleri açısından Arapları daha rahat bir konuma getirmek gibi bazı düzenleyici dokunuşlar yapılmadan olduğu gibi anlaşmaya dönmek anlamına gelmemeli.
Bu noktada, Trump yönetiminin Araplarla daha normal ilişkilerin önünü açtığını belirtmeliyiz. Özellikle de Tel Aviv ile önemli Arap ülkeleri arasındaki hızlı normalleşme süreçlerinin bir sonucu olarak, İsrail ile anlaşmazlık düzeyinde birçok engeli kaldırdıktan sonra. Dolayısıyla, nükleer anlaşmaya dönülsün ya da dönülmesin bu temel değişkenin, Arap-Amerikan ilişkilerinin yanı sıra ABD-İran ilişkilerinin doğası ve seyri üzerindeki etkisi göz ardı edilemez.
Arapların Amerikan tarafından talepleri kendileri, özellikle de ilgili devletler için de geçerli. Nükleer anlaşmaya geri dönüş ve bunun etkileri ile ilgili pozisyonları eşgüdümlü hale getirmek, Arapların tutumlarını ve nedenlerini açıklamak, Washington ile Araplar arasındaki ortak çıkarların önemini vurgulamak için yeni yönetimle hemen çalışabilecek bir Arap lobisi oluşturulmalı. Buna ek olarak, söz konusu lobi, Biden’ın iki devletli çözüme bağlılığını temel alarak Filistin sorununa adil ve kabul edilebilir bir nihai çözüm bulmaya da yönelmeli. Böylece İran’ın elinden Filistin kartını alarak ondan yararlanmasını engelleyebilir. Bu Arap lobisi kurulmadan önümüzdeki dönem Arap ülkeleri için daha zorlu geçebilir. İran’ın gerçek niyeti ve hedeflerini Washington’dan daha iyi bilen bir Arap bakış açısı artık bir zorunluluğa dönüştü. Keza bu, ABD’nin bölge için yeni ve güncellenmiş bir vizyon geliştirmesi için de bir ihtiyaç ve gereklilik.
Jimmy Carter’dan Barack Obama ve Trump yönetimlerine kadar ABD’nin İran’a karşı pozisyondaki asıl sorun, İran’ı normal bir ülke olarak ele alması. Oysa İran normal bir ülke değil çünkü kapalı mezhepçi bir ideoloji tarafından yönetiliyor. Ona karşı ne iyi niyet ne de masum ya da kötü niyetli anlaşmalar işe yarar.