Sam Mensa
TT

2010-2020: Sonu olmayanların bitmeyen 10 yılı

2020 yılını 21. yüzyılın en kötü yıllarından biri saymamak zor. İnsanlığın geçmiş yüz yıl boyunca doğal olandan insan kaynaklı (özellikle de iki dünya savaşı ve onları takip eden dönemde) savaş, çatışma ve katliamlara kadar her türden felaketlere tanık olduğu doğru. Ancak, o felaketleri yaşamayan insanlar için 2020 yılı, dünyanın şahit olduğu en zor yıl sayılıyor. Mutasyona uğrayan ve aşıların kendisiyle yarıştığı virüsün ağırlığı altında 2020, korkunç yıl anlamına gelen Latince “Annus horribilis” damgasını taşıyacak. Askıda kalan sorunlar çok, şiddet dereceleri değişken, dolaşımdaki uygulamalardan ise tünelin sonunda arzu edilen çözümleri müjdeleyecek bir ışık yok gibi görünüyor.
Tıpkı bir önceki 10 yılın sonu olmayan yıllar olarak tanımlanabilecek yılları gibi, 2020 yılı da  gidecek ama sönmeyen sorunları bir sonraki yıl yanmaya devam edecek. Sağlık ve çevre düzeyinde, koronavirüsüne karşı beklenilen aşıya ulaşılıp birden fazla ülkede aşılama operasyonları başlar başlamaz virüs, dünyayı meşgul eden yeni bir mutasyon haberi ile neredeyse aşıyı unutturacaktı. İklim krizine gelince, düzenlenen tüm konferanslara ve çoğu ülkenin bu konudaki amansız girişimlerine rağmen henüz mutlu sona ulaşılamadı. Bu kriz dünyayı meşgul etmeye devam ediyor. Finans, ekonomi ve sosyal düzeyde, tüm dünya koronavirüs pandemisinden önce mülteci krizinin daha da şiddetlendirdiği boğucu bir sıkıntı yaşıyor.
Siyasi düzeyde, anayasa ve yasalara saygının kutsalların kutsalı olduğu ABD’den başlayacak olursak, son başkanlık seçimlerinin sonuçları, önde gelen bir demokrasinin talihsiz ölümüne karşı uyaran bir ortamda tartışma ve çekişme konusu olmaya devam ediyor. Buna ek olarak, bazı Amerikan eyaletlerinde yaşanan trajik olaylar ve polis memurlarının Afrika kökenli vatandaşlara karşı eşi görülmemiş şiddeti ile cisim bulan ırksal şiddet sorunu da yeniden su yüzüne çıktı. ABD'nin 2018'de nükleer anlaşmadan çekilmesinin ardından uygulanan maksimum yaptırımlarla yeni bir biçim alan ABD-İran çatışmasına gelince, o da çözümüne yönelik net bir ufuk olmadan 2021 yılına intikal eden sorunlardan.
Avrupa’da, Putin Rusyası adlı güncellenmiş versiyonu ile Sovyetler Birliği yeniden başını kaldırıyor. Geçmişte bir parçası olan ülkeler üzerindeki hegemonyasını yeniden kurma girişimleri kapsamında, Kırım Yarımadası’nı işgal etti.     
Uzakdoğu ve Sarıdeniz’de, Kuzey ve Güney Kore onurlu bir anlaşmaya her yaklaştıklarında çok geçmeden bu iki kardeş arasındaki düşmanlık daha şiddetli bir şekilde geri dönüyor. Hong Kong’da demokrasi son nefesini vermemek için mücadele ediyor. Afganistan’da bir gün ABD kuvvetlerinin çekilmesi ve uzlaşı müjdesi gelirken, ertesi gün yüzlerce sivil ve öğrencinin canını alan patlamaların haberi geliyor. Pakistan ile Hindistan arasında yanmaya devam eden dini, mezhepsel ve etnik şiddet ateşine, nefrete ilaveten, uzlaşı çabalarının askıya alınması nedeniyle aralarındaki sınırlar da kapalı.
Bölgemize gelince, son 10 yıl karmaşık bir Arap 10 yılıydı. Bu 10 yılın olayları, Arap Baharı'nın arzu edilen tüm müjdelerini alıp götürdü. Bölgenin güçlü bir ülkesinden derin bir trajedi yaşayan ülke durumuna düşen Suriye’nin topraklarında beş ülkenin ordusu konuşlanmış. Halkı dağılmış, geçmişi yıkılmış ve bugünü felce uğramış. Öyle ki geleceğini hayal etmek bile zorlaştı. Lübnan devleti ve kurumlarından geride kalanlar, milis bir gücün ayakları, Lübnanlı liderlerinin akılsızlıkları ve nefretleri altında eziliyor. Irak’ın, istikrar yörüngelerine girmeye, geçiş dönemini mümkün olan en iyi şekilde tamamlamaya, DEAŞ terörü, mezhepçi milis güçlerin şiddeti, yüksek ulusal çıkarlarını umursamayan dış güçlere bağlılıklar sayfasını kapatmaya çalıştığını görüyoruz. Mutluluğunu kaybeden Yemen’de, ideolojik körlük ve İran’ın yayılmacı projesine adanmış mezhepsel sadakatler, istenen çözümlerin önüne geçiyor.
Davaların davasında, yani Filistin davasında barış, gelişini reddeden ya da gerçekleştirmekten aciz liderlerin ağırlığı altında eziliyor ve inliyor. İsrail, hükümet ekibi için meşru bir halk temsiline ulaşma umudu ile dördüncü kez seçimlere giderken, Filistin Ulusal Otoritesi, katılmaması halinde kendisini geride bırakıp ilerlemeye devam edecek barış sürecinin zorlukları ortasında meşruiyetini yenilemekte tereddüt ediyor. Türkiye’ye gelince, durdurulmayan Türk hırsı, yaraları sarmak yerine paralı askerlerle yaraları yeniden açılmasına neden oluyor.
Son 10 yıla çatışmaların yanı sıra terör ve dini aşırılık olgusu da damga vurdu. Yeni tür virüsler gibi bu olgu da gölgesi tüm dünya ülkelerine uzanan çeşitli örgütler ve benzeri görülmemiş bir şiddetle yeniden başını kaldırdı.
Bu sıkıcı olabilecek anlatının amacı gerçekleri gözden geçirmek olduğu kadar, dünyanın şahit olduklarından sadece başarısız liderlerin değil, aynı zamanda söz konusu liderleri iktidara taşıyan olumsuz kültürel, sosyal ve ekonomik değişimler ve dönüşümler yaşayan toplumların da sorumlu olduğunu anlatmaktır. Bu liderlerin çoğu, özellikle Batı toplumlarında, krizlere ve ekonomik zorluklara rağmen elde ettikleri refah ve kazanımlardan ödün vermeyi reddeden, öte yandan sosyal medyanın etkisinin genişlemesiyle hayali bir sanal alemde yaşar hale gelen müreffeh toplumların bir yansımasıdır. Görünüşe göre bu liderlerin bazıları dünyayı Obama’nın mirası bir yönetim, bazıları da insanlığın önceki on yıllarda özgürlükler, insan hakları ve demokrasi düzeyinde elde ettiği gelişme ve ilerleme için büyük tehlikeler taşıyan popülizmle yönetmeye meyilliler.
Dünya, modern Batı demokrasisi denilen modelle yönetilen ülkeler ile otoriter veya popülist rejimler şeklinde karakterize edilen ülkeler arasında bölünmüş görünse de, demokrasilerinin yaşadığı krizin gölgesinde birincisinin ikinci kategoriye katılmaya doğru kaydığı hissi var. Buna ek olarak, demokrasiler halen popülist ve otoriter devletlerle ilişkilerini kendi kavramları, değerleri, gelenekleri ve kültürü ile ele alma hatasına düşüyor ve bu ülkelerin meseleleri aynı şekilde görmeyen ideolojiler veya diktatörlerle yönetildiğini unutuyorlar. İran gibi otoriter ülkelere karşı, şimdi olduğu gibi yumuşak uzlaşı ve diplomasi yolları yararlı olamaz. Bunlar bugün olduğu gibi ancak onunla olan anlaşmazlıkları çözmeyi zorlaştırmaya yarar. Bu bizi demokrasinin diktatörlüklere karşı tutumundaki eski ve yeni ikilemine götürüyor: Demokrasi, bireylerin değil hukukun üstünlüğüne dayanan temellerinden vazgeçmeden diktatörlüğü nasıl ortadan kaldırabilir?
Bu ikilem ve üstesinden gelmenin zorluğu, başlıca etkili ülkelerin dünya sorunlarıyla uğraşmaktan bıkmasına ve onlardan kurtulmaya çalışmasına yol açtı. Tıpkı ABD'nin Irak, Afganistan, Suriye, Lübnan ve Filistin sorunu deneyiminde olduğu gibi. Öyle ki Filistin konusunda ABD, Filistin halkına haksızlık eden ve onu tatmin etmeyen uzlaşılar dayatan Trump’ın barış planı gibi sonuçları benimseyecek hale geldi.
Çatışmaların devam etmesinin arkasında, tüm dünyanın daha büyük ve daha önemli konularla meşgul olması gerçeği de yatıyor. Bunların başında, ekonomi ve uluslararası ilişkiler düzeyinde birçok sorun yaratan küreselleşmiş ekonominin karşı karşıya olduğu zorluklar geliyor. Çin'in artan rolü ve Rusya'nın Sovyetler Birliği'nin çöküşünün öncesine dönme girişimleri ışığında Çin-ABD ve Rusya-ABD arasındaki karmaşık ilişkilerin seyri de buna ekleniyor.
Özetle, sonu olmayanların 10 yılı ile sonu olmayan 2020, tek bir sarsıcı sona tanık oldu; bildiğimiz Arap dünyasının ölümü. Gelecek yılın tanıyabileceğimiz yeni bir Arap dünyasının önünü açmasını umuyoruz. Mesnetsiz mezhepsel argümanların arkasına gizlenerek komşularının güvenliğini sarsan, onlara krizlerini ihraç eden komşu ülkelerden gelen emperyalist istila ile mücadeleyi desteklemek için krizlerin sona ermesine umut bağlamaya devam ediyoruz. Halklarının çıkarlarının ve gerçekçi siyasete açılmanın ciddiyetinin farkında olan Arap liderliklerden ümitliyiz.