Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

Karpuz ve veba

Dr. Taha Hüseyin “Bir Turistin Hatıraları”nda ailesi ile birlikte Marsilya’ya yolculuklarını anlatıyor. Gemi Fransa sularına girene kadar sakin ve yumuşak bir havada ilerledi. “Çok geçmeden deniz öyle bir hırçınlaştı ki insanlar konuşsalar bile birbirlerini duyamazdı. Deniz kabarmış rüzgâr fırtınalı esiyordu. Gemi sallanmıyor, dalgalar onu savuruyordu. Geceyi bu dehşet içerisinde geçirdik. Sabah oldu Fransa kıyılarına ulaştığımızı gördük. Bunlar, insanların gördüğü ve işaret ettiği Marsilya binaları…” Ancak sevincimiz uzun sürmedi. “Kaptan”, gıdısı ve gergin tavrıyla geminin limana demirlemesine izin verilmeyeceğini çünkü yolculardan birinin vebaya yakalandığını söyledi.
Yolcuyu seyahatin başında şiddetli bir şekilde ateşlenen Mısırlı biri olarak tanımlıyor: “Sadece bir Mısır karpuzu görmüş, ona doğru büyük bir istekle koşarak hepsini yemiş daha sonra karpuz susuzluğunu kesmeyince buzlu suya yönelmiş, Allah ne verdiyse içmiş ve gemi neredeyse Mısır’ı geçmemişti…”
Arkadaşımızda Kaptanın tıbbi isimleri ile söylediği pek çok semptom çıktı. Ben sizi bunlardan muaf tutuyorum. Her neyse söz konusu yolcu, geminin en alt katında dördüncü sınıf yolcularla kalıyordu. Geminin doktoru kendisini muayene edince birinci sınıfta bir kamaraya nakledilmesini talep etti. Arkadaşımızın oradan ayrılmamasını istedi ve bir daha kendisi için şifa talebinde bulunmadı. Aşırı korumacı doktorun artık hastanın vebaya tutulduğundan yana bir şüphesi kalmamıştı. Bu yüzden limana, geminin ve dolayısıyla yolcuların vebalı olduğunu bildiren bir bir telgraf çekti. En nihayetinde yolcuların yakında bulunan bir karantina merkezine götürülmek üzere inmelerine müsaade edilirken, mürettebatın hepsi gemide bırakıldı.
Birkaç gün sonra Dr. Taha Hüseyin, şehrin belediye başkanına tüm meselenin aşırı bir susuzluktan, bir sürü lezzetli Mısır karpuzundan ve kar yığınlarından başka bir şey olmadığının açıklamasını yaptı.
Kaptan, Fransızların insanları korumaya yönelik tepkilerini Arapların tavrına ve bu tür durumlardaki ihmallerine benzetiyor. Diyor ki: “Yüzlerce yolcunun bütün gün telaş ve üzüntü içerisinde olduğunu gördünüz mü? Marsilya’daki sağlık otoritesinin telaşlandığını ve bu bakımdan endişe duyduğunu ve bu masrafları üstlendiğini gördünüz mü? Yüzlerce Fransız kaptanının köylerinin vebadan etkilenmesi karşısında üzüldüğünü ve acı çektiğini gördün mü? Bütün bunların sebebi sadece bir adamın susamış olması, karpuz yemesi ve buzlu su içmesiydi” dedi.
Bu olayla dalga geçmekten ve karpuz hikayesini anlatmaktan bıkmayan “Kaptan”, “Sonrasında yaşanan olaylara sebep olan bu karpuz meselesini düşündüğümde ne gülüyorum ne de dalgasını geçiyorum. Eskiden bu olayı düşünürken çok fazla gülmüş ve dalga geçmiştim. Ancak şimdi ne gülüyorum ne mutlu oluyorum. Sadece bu olayı büyük bir hüzünle düşünüyorum; çünkü bütün hayatın bu karpuzdaki olaylar gibi gittiğini görüyorum” dedi.
- Kaptanın dil ve denizler arasındaki yolculuklarında olduğumuz sürece- yolcu kelimesini kullanmadığını, bunu söylemek için kendi dilinde ve özgünlüğünde ısrar ettiğini görüyoruz. Örneğin “sefer” geldi, “sefer” gitti, “sefer” karaya indi gibi. Bazılarında karpuzun izi vardı.