Sam Mensa
TT

Lübnan: Boşluk ile boşaltma arasında yeni bir siyasi sözleşme

Dürzi lider Velid Canbolat, geçtiğimiz günlerde bildiğimiz Lübnan’ın bir daha dönmeyecek şekilde yol aldığını, bir boşluk durumunda olduğunu, çehresini ve kimliğini değiştirmek amacıyla sistemli bir boşaltmaya maruz kaldığını söylerken haklıydı.
Kurumların çalışmalarının kasıtlı olarak aksatılması nedeniyle yaşadığı boşluk durumu ortada ve aşikar. Bu aksatma, ülkenin yaşadığı benzeri görülmemiş finansal, ekonomik ve bankacılık krizlerini ele almak için gerekli ve acil ekonomik önlemlerin alınmasının da aksamasına yol açtı. Lübnan’da aksatma olgusu yeni değil, aksine 2005’teki Refik Hariri suikastını takip eden dönemin tipik özelliği. Söz konusu dönem; Temsilciler Meclisi’nin çalışmalarını bir yıldan fazla bir süre felç etmek, aylarca hükümetlerin kuruluş çalışmalarını sabote etmek, 2016’da Mişel Avn’ı dayatmak, zorla cumhurbaşkanlığı makamına gelmesini sağlayana kadar 2 yıldan fazla bir süre cumhurbaşkanı seçimini engellemek yoluyla siyasi süreçlerde kurumları işlemez hale getirme yönteminin kullanılmasıyla öne çıktı.
Boşaltmaya gelince… Bankacılık sektöründen, eğitim, sağlık ve turizme Lübnan’ın karakteristik ve temel sektörleri birbiri ardına felç eden sürekli boşluğun sonucudur. Bütün bu sektörler çöktü. Özellikle de Beyrut Limanı patlaması ve 17 Ekim 2019 devriminin çökmesiyle değişim umudunun kaybolmasından sonra yaşanan korkunç göç nedeniyle seçkin isimlerini kaybetti.
Bunları anlatmamızın nedeni, Özgür Yurtsever Hareket (ÖYH) Lideri ve Cumhurbaşkanı’nın damadı Cibran Basil’in, yeni bir siyasi sözleşmeye ve rejimin yapısının değiştirilmesine ihtiyaç olduğu, 1990’lardan bugüne Refik Hariri ve ekibinin yaklaşım ve uygulamalarının ülkenin ulaştığı durumun sorumlusu olduğuna dair sözleridir. Basil’in sözleri özetle, Lübnan Cumhuriyeti Dini Lideri Hasan Nasrallah’ın peş peşe yaptığı konuşmaların, Şii Müftü Ahmed Kablan ve Hizbullah’ın yörüngesinde yer alan diğer dini ve siyasi figürlerin açıklamalarının içeriğiyle uyumluydu.
Basil’i “Cumhuriyetin Yardımcı Dini Lideri” ya da daha doğru bir ifade ile “Cumhuriyetin Hristiyan Yardımcı Dini Lideri” olarak nitelersek, artık mübalağa etmiş olmayız. Zira çıkıp iç ve dış politikalara çerçeveler belirleyen açıklamalar yapmaya başladı. Şii cemaatini temsil eden Nasrallah ile benzer şekilde Hristiyan toplumunda varsayılan bir çoğunluğun temsilcisi olarak konuşur oldu. İkisi de Hizbullah’ın meşru olmayan silah gücüne dayanıyor. Destekçileri İran ve karşı çıkma eksenindeki ülkeler gibi yaptırımlardan etkilenmiyor ve bunu bir tür kahramanlık ve popülerliklerini güçlendirdiğini sandıkları bir övünme konusu olarak görüyor.
Görünüşe göre iki parti arasındaki ittifakın derinliği, bazılarının ÖYH’nin cumhurbaşkanlığı takıntısı hakkında söylediklerini aşıyor. Bu ittifakın temeli, General Avn’ın Hariri suikastından sonra sürgünden dönmesinden önce Paris’te iken başlayan derin uzlaşılarla atıldı. Amacı, daha sonra ortaya çıktığı gibi suikast ile başlayan darbeyi ve ardından gelen diğer suçları tamamlamaktı. İki taraf arasında güç ve nüfuz olarak denge büyük ölçüde Hizbullah lehine olmasına ve sürekli bir şekilde zor duruma düşmesine rağmen ÖYH, aralarındaki uzlaşıya sıkı sıkıya bağlı.
Basil’in açıklamaları, iki taraf arasındaki eski başbakan Refik Hariri'nin mirasını ortadan kaldırarak Lübnan sisteminin yapısını değiştirmeyi amaçlayan yükselen, dramatik ve bütünsel bir çizgide ilerleyen tutarlı, planlı ve eş güdümlü bir politikanın varlığını kanıtlamak için yapıldı. Hariri’nin mirası ile Taif Anlaşması kastediliyor. Zira anlaşma, bir bütün olarak bakanlar kurulunun yetkilerini pekiştirerek Sünni başbakanın rolünü güçlendirirken, Hristiyan cumhurbaşkanının yetkilerini kısıtladı. Şiilerin yetkilerine gelince; Temsilciler Meclisi Başkanı’nın görev süresini 4 yıl olarak belirlemekle yetindi. O dönemde Hristiyanlara karşı Sünnilerin rolünü güçlendirmek, Suriye rejimi için bir ihtiyaçtı, ama İran’ın saldırıları ve bölgesel yayılmacılığı gölgesinde artık buna ihtiyaç kalmadı. Böylelikle Tahran, azınlıkların ittifakı etiketi altında Hristiyanlara cumhurbaşkanına bazı yetkilerini geri vereceği illüzyonunu satmaya başladı. Basil’in sorunu, Hizbullah’ın iktidarı ve hegemonyasından Hristiyanlar ve Sünniler arasındaki anayasal krize evirmesinin nedeni de budur.
Basil veya "Hizbullah" ile uyumlu siyasi Hristiyanlık, azınlıkların ittifakına ve Hizbullah ile ittifakın stratejik bir ittifak olduğuna gerçekten inanıyorsa, (Şam ile doğrudan temas halinde olan) Basil’in mevcut rejime alternatif olarak öngördüğü rejimin, Hizbullah ve İran’dan Suriye’deki Esed ailesi ve Irak’taki Haşdi Şabi’ye kadar karşı çıkma ekseninin diğer taraflarının bize sunduğu modellerden farklı olmayacağını önceden anlayabiliriz. Mevcut koşullar, bölgesel ve küresel yeni gelişmeler ışığında Lübnan siyasi sisteminin gözden geçirilmesi ve azınlıklar ittifakı temelinde yeni bir siyasi sözleşme önerilmesinin Hristiyanlara ne gibi bir faydası olabilir?
Bölgesel olarak, bölgesel dengenin artık İran’ın lehine olmadığı, uluslararası olarak izole edilmiş ve ABD’nin maksimum yaptırımları altında tükenmiş bir durumda olduğu, bölgesel nüfuzunu Ruslar ve Türklerle paylaşmak zorunda kaldığı görülüyor. Aynı şekilde, Arap-İsrail ihtilafı sayfasını kapatıp İsrail ile normalleşme kararı alması ve Batı ile ittifakını pekiştirmesiyle Arap dünyasının nabzının kademeli de olsa değişimlere tanık olduğu aşikar. Arap dünyasının, yalanlardan ve Hizbullah’ın gücü ve nüfuzu karşısındaki zayıflığından sıkıldığı için Lübnan’ı terk ettiğini söylemeyi de unutmayalım.
Uluslararası açıdan yeni ABD yönetiminin en azından içerik ve hedefler açısından selefinin İran politikasının aleyhine dönmesi olası görünmüyor. Yine Lübnan'a yaklaşımını Hizbullah'ın yerel ve sınır ötesi rolüyle sınırlamak açısından selefinden farklı bir politika benimsemesi de olası değil. Avrupa'ya gelince; Lübnan'ın başarısız bir devlete ve yüklerine eklenen başka bir yüke dönüşmesini engellemeye çalışmaktan başka aktif bir rolü yok.
Lokal olarak iç dengelerdeki ciddi dengesizlik, ihtiyaç duyulmasına rağmen Lübnan halkının tamamına fayda sağlayacak ve Hristiyanların endişelerini azaltacak yeni bir siyasi sözleşmeyi tartışmak için uygun değil. Bu koşullar altında tartışılacak herhangi bir siyasi sözleşme Hizbullah’ın sahip olduğu aşırı siyasi ve askeri gücünü yansıtmasını sağlayarak hakimiyetini pekiştirecektir. Hristiyanlar ile Sünni ve Şii Müslümanlar arasında herhangi bir yeni siyasi güç ve konum dağılımı, bakanlar kurulunun yetkilerinin yeniden gözden geçirilmesini ve cumhurbaşkanına bazı ek yetkiler verilmesini sağlayabilir. Fakat Şii toplumundan ziyade Hizbullah ve destekçisi İran’a daha fazla hegemonya ve nüfuz sağlayacağına şüphe yok.
Bu sözleşmenin tüm Lübnanlı siyasi güçleri bir araya getireceği ve rollerini dikkate alacağı iddiasını kabul etsek dahi 17 Ekim Devrimi’nde protestolara katılan, Hristiyanı ve Müslümanı ile Lübnanlarının büyük bir bölümünü temsil edebilecek geniş bir kesimin, bu siyasi sınıfın tamamını reddettiği ve ülkenin içinde bulunduğu duruma ulaşmasının sorumluluğunu ona yüklediği tamamen görmezden geliniyor.
Hal böyleyken Basil, Hristiyanları onların hakkını koruyan güçlü bir Hristiyan partisi olduğuna nasıl ikna edebilir? Konu ne kadar güzel bir şekilde ambalajlanıp, reform ve yolsuzlukla mücadele hakkında güzel ve tatlı sözlerle süslenirse süslensin, yoğun göçün açığa çıkardığı hüsrana uğramış Hristiyan duygularını değiştirmeyecek. Daha da tehlikelisi, siyasi Haririliğin parçalanmasının ardından somut bir liderlik boşluğundan muzdarip olduğu bir aşamada Sünni topluluğun maruz kaldığı boyun eğdirme çabası ve uğradığı aşağılamadır. Bu, şiddetli köktendinci aşırılığın özellikle en fakir çevrelere (yüz binlerce Suriyeli Sünni mültecinin varlığı da hesaba katılmalı) sızmasına olanak tanıyabilir.
Cibran Basil’in 1988’de başlayan Avnist yaklaşımı sürdürmekteki ısrarı, özel ve sınıfsal çıkarları korumak, vizyonsuz ve gerçekten uzak kısa vadeli bir görüşü pazarlamak uğruna ülkeyi bilinmeyene götürecek. Bu ne yazık ki bize 1969'dan beri Lübnanlıların hafızasına yazılan, çoğu siyasi Hristiyanlığın hatalı ittifaklarının dikkatsiz kararlarının ve kaçırdığı fırsatların bir birikimi olan birçok tutumu hatırlatıyor.
Basil’in tehlikeli planına yalnızca aktif Hristiyan güçlerden geri kalanların vereceği sağlam bir tepki ile karşı konulabilir.