Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Kötülüğün maskelerini düşürmek

Mevcut siyasi değişikliklerle birlikte, İran dosyası hakkında konuşmaya geri dönüldüğünde, özellikle de bu makalenin yazarı gibi Körfez’in batı kıyısı sakinlerinden birinin, bölgesel ve uluslararası ilişkilerdeki bu kritik zamanda olguyu analiz etmekte rasyonel bir yaklaşım yerine duygusal ve bulanık bir bakış açısına kayması mümkün. Körfez sözcüğünü kullandım, çünkü  hegemonya hayaline dayanan İran kendisini Fars Körfezi (veya Pers Körfezi) diye adlandırmayı tercih ediyor. Washington’daki İran lobisinin açıklamalarının gösterdiği gibi, Tahran ve ABD yönetimi arasında yapılacak herhangi bir müzakerenin bu terim üzerinden yapılmasında ısrar ediyor. Bu, sembolik bir faktör ve bir zamanlar Batılı coğrafyacılar tarafından bu deniz havzasına verilmiş bir ad olabilir, fakat İranlıların duygusal kolektif zihni, bu adlandırmayı siyasi, sosyal veya kültürel bir anlamı olmayan coğrafi bir ifadeden ibaret görmeyi reddediyor. İran politikaları bu yanılsamayı, başka yanılsamaların ve çevresi üzerinde hegemonyayı hedefleyen irrasyonel bir iddianın temeli olarak kullanıyor. Bunların merkezinde de başkaları tarafından kabul edilemez ve tarihsel olmayan bir siyasi proje yer alıyor.
Aslında Körfez’in doğu kıyısı, kuzeyde Ahvaz bölgesinden güneyde Bender Lenge’ye kadar tam anlamıyla bir Arap bölgesi. Burada Arap kabileler yaşıyor. İran platosunun altındaki düzlükte yaşayanların kültürleri tamamen bir Arap ya da ona yakın bir kültür. Ancak, bu gerçek, otoriter devletin entrikalarıyla dolu İran gururunun önünde gözden kayboluyor. Onun yerine bugünkü şu gerçek öne çıkıyor; İran'da bir devlet ile bir halk ve onlara komşu Arap ülkeleri var, hepsi de BM üyesi, uluslararası hukuk açısından birbirleriyle eşit görev ve haklara sahipler. Dolayısıyla bir devletin komşularına nüfuz etme arzusu, uluslararası ilişkilerin bağlamı dışında ama İran buna uymuyor. İran’ın bu algısının yarattığı çıkmaza ilaveten, dediğimiz gibi bölgesel ve küresel alanda meydana gelen gelişmelerle birlikte gerçekte de bir çıkmaz yaşanıyor.
ABD’de eskisinden farklı, Ortadoğu ve Körfez'de öne çıkan sorunları farklı bir gözle tekrar inceleyen, geçmiştekinden farklı fikir ve uygulamaları hayata geçirebilecek yeni bir yönetim görev başına geldi. Ancak, birbirini izleyen tüm Amerikan yönetimleri için İsrail'i savunmanın, dini ve kültürel nedenlerle partiler arasında tartışılmaz bir veri ve parametre olduğu da kesin. Yönetimler arasındaki tek farklılık, bu taahhüdü yerine getirme yöntemi ve ifade etme şekli olmuştur. Dolayısıyla ABD yönetiminin pozisyonu, özellikle Ortadoğu'daki bazı ülkelerin İsrail ile eşi benzeri görülmemiş temasından sonra, tamamen İran'ın arzusuyla mutabık değil, zira bu temas, eski dengeleri hatta hesapları değiştiriyor. İran’ın İsrail’e karşı tutumu başka her şeyden çok sözlere dayanan bir tutumdur. Arap bölgesinin bir bölümüne nüfuz etmek ve insanları aldatmak için kullanılan sözlerden ve kelimelerden ibarettir. Nitekim İsrail’in Suriye’deki İran mevzilerine düzenlediği askeri saldırılara rağmen İran’dan küçük de olsa hiçbir karşılık söz konusu değil. İran rejimi, İsrail’i doğrudan taciz etmesinin, başta ABD olmak üzere herhangi bir Batılı güç ile diyalog ve müzakere kapısını kapatmasının yanında kendisine cehennem kapılarını ardına kadar açacağını da biliyor.
ABD’nin değişen tüm yönetimleri tarihsel olarak iki yükümlülüğe bağlı kaldılar; birincisi İsrail’in güvenliğini, ikincisi üstünlüğünü teyit etmek. Modern tarihi ve iki ülke arasındaki ilişkileri inceleyen herkes, bu yükümlülüğe bağlı kalındığını fark eder ve birçok dönüm noktasında bu iki hususun ABD’nin ulusal güvenliğinin bir uzantısı olarak görüldüğüne açıkça temas eder. Öte yandan, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri arasında da daha sağlam temellere ve ortak çıkarlara, İran'ın bölgedeki hırslarının yarattığı ciddi tehlikenin kabulüne dayanan bir fikir birliği var. El Ula Zirvesi’nin sonuç bildirgesi de bunu açıkça dillendirdi. Otoriter devletler kaçınılmaz olarak kötülük üretirler. İran devleti içinde başkanlıklar ve politikalar konusunda kanatlar arasında gizli olmayan bir rekabet bulunuyor. Önümüzdeki aylarda bu devam edebilir, hatta şiddetlenebilir. Devlet ile katılım ve kalkınmadan yoksun bırakılmış, boşuna yaptığı birçok fedakarlıktan bıkmış İran toplumu arasında büyüyen üçüncü bir çatışma da var.
Rejimin medyaya ve dünyaya gücünü göstermek için başvurduğu çözüm ise yakından incelediğimizde iki hususun ötesine geçmiyor; balistik füze geliştirmek ve denemelerinin videosunu yayınlamak, diğeri de dünyanın tehditlerinin esiri olarak kalmasını sağlamak için amansızca bir nükleer bomba üretme arayışı veya talebi içinde olmak. Aslında İran’ın diğer tüm askeri güçleri ya tükenmiş ya da yok olmuş durumda. Sözgelimi İran’ın ne etkin bir hava gücü ne de ağır silahlı bir saldırı gücü bulunmuyor. İran devletinin elinde sadece bu iki silah var; balistik füzeler geliştirmek ve nükleer bomba elde etmeye çalışmak. İran devleti nükleer tehditlerinde ileriye gittikçe, Fransa’nın son tutumunun gösterdiği gibi, bazı destekçileri dahi ondan uzaklaşıyor. Bununla beraber, İran’ın sahip olduğu gücün üçüncü ve hala etkin bir bileşeni daha var. O da Lübnan, Irak, Yemen ve bir dereceye kadar Suriye’de olduğu gibi komşu ülkelerde İran’a bağlı milis yapılanması.
Bu üçüncü bileşen, söz konusu bölgelerde devletler zayıf olmayı sürdürdükçe var olabileceği için nispeten geçici, sabit veya uzun vadeli değil. Bu ülkeler ilelebet zayıf kalmayacak, halkları sonsuza kadar boyun eğmeyecek. İran’ın algı kampanyası büyük söylemlerle bu üçüncü bileşenin propagandasını yapıyor ve onunla övünüyor. Ancak halklar çok geçmeden özgürlüğe ihtiyaçları olduklarını ve bunun için de İran sömürgeciliğinden kurtulmaları gerektiğini keşfedecekler. Nitekim korona salgını öncesinde Lübnan ve Irak’ta patlak veren protesto hareketleri, halklarının bu artan hoşnutsuzluğunun kanıtıydı.
Önümüzdeki aylarda, kötülüğün yeni maskeler taktığı bir aşama olacak. Bu kritik bir aşama ve İran, bir yandan kendisini bekleyen gelişmelerden duyduğu korku, diğer yandan sahip olduğu baskı gücünü gösterme umudunun motive ettiği bir dizi deniz ve füze tatbikatları ile kendisine hazırlanmaya başladı. Bu aşamada, özellikle de önümüzdeki denklemin eşit olmadığı göz önüne alındığında, hiç kimse bölgedeki herhangi bir hatanın mevcut durumu ateşlemeyeceğinin güvencesini veremez. Yeni ABD yönetimi üç konunun, nükleer ve balistik füze projeleri ile komşu ülkelerin iç işlerine karışma politikalarının ele alınması şartıyla İran ile müzakerelere hazır olduğunu deklare etti. Yine bunun için kullanılacak aracın diplomasi olacağı da söylendi. Ancak Joe Biden’ın yayınlanan manifestosunda belirttiği gibi yeni yönetim için diplomasi, gerekirse güç kullanarak “kırmadan bükmek”tir (Bending not breaking). Diğer yandan, Tahran’daki karar alıcıların hayal ve sanrılara dayanan ruh halleri, bükülmeyi kabul etmelerine, kararlarında rasyonel olmaya yönelmelerine yardımcı olmuyor.