Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Biden’ın politikası ve bölge

Barack Obama’nın başkanlığının ikinci döneminde Suudi Arabistan ve ABD’nin müttefiki olan diğer ülkelerin karşılaştığı ciddi sorunlardan biri, ABD’nin yeni aşama için bir strateji olarak gördüğü felsefesiydi. Obama defalarca bu felsefe hakkında konuştu. Ancak bu, üst düzey politikaları belirleyen büyük bir ekibin vizyonunun bir yansımasıydı. Kısaca söylemek gerekirse bu kişiler yüksek çıkarlar kavramının 2. Dünya Savaşı’ndan sonra eskisine nazaran çok değiştiğini düşünüyorlar. Ekonomik ve siyasi çekişme Rusya ile değil Çin ile. Çıkarlar da Doğu Asya ile ilgili. Doğu’ya yönelmek, ABD’nin kaya petrolü üretimini artırması ve böylece kendisini ihracatçı bir ülke konumuna taşıyarak iki taraf arasındaki uzun ilişki tarihini değiştirmesi sonucu önemi azalan Orta Doğu ve Batı’nın aleyhine olacak.
ABD askerleri bölgeden çekilmeye başladı ve buna bağlı olarak da siyasi etkinlik düştü. Ancak sonraki yıllar, meselenin o kadar da basit olmadığını gösterdi. ABD’ye uzak da olsa İran’ın nükleer tehdidi, küresel çapta bir tehdit oluşturuyor. Terör geri dönebilir ve ABD’yi kendi evinde tehdit edebilir. Çin, Asya ve Afrika’ya doğru ilerliyor ve “Bir Kuşak, Bir Yol” adlı büyük projesinin haritasında yer alan bölgeleri ele geçiriyor. Proje tıpkı bir ejderha gibi Güneydoğu Asya, Okyanusya, Afrika, Asya, Ortadoğu ve Rusya Kuzey Denizi Rotası’na (NSR) uzanıyor. 126 ülke Pekin ile anlaşma imzaladı. Pakistan, daha önce ABD sahasındayken şimdi neredeyse bir Çinli’ye dönüştü. Orta Doğu’nun petrol ülkeleri, ilk enerji tedarikçisi oldukları için oldukça önemlidir. Suudi Arabistan da Çin’in en büyük petrol ihracatcısı konumunda. Bu, Washington’u uluslararası rekabetinin ışığında yüksek çıkarlar kavramını yeniden değerlendirmeye itiyor.
Yukarıdan bakıldığında bu fotoğraf uluslararası ilişkileri ve bölgedeki rekabetin tekrar canlandığını gösteriyor. Üzerindeki küçük ayrıntılar gözükmüyor. Örneğin Husi milislerinin ve El-Kaide örgütünün büyüdüğü bir merkeze dönüşen ve İran’ın kontrolü altına giren başarısız bir devlet olarak Yemen’i terk etmek ABD’nin yararına olmaz. ABD, Yemen’de savaşmak istemiyor ve bu yüzünden Suudi Arabistan öncülüğündeki Arap Koalisyonu’nu desteklemekten başka bir seçeneği yok. Washington, bir yandan insani nedenlerle savaşın durdurulmasına yönelik çağrı yapan örgütleri memnun etmek istiyor. Ancak elinde yaşanan trajik durumun asıl nedeni olan Husilerin Yemen’i ele geçirmesine son verecek bir çözüm yok. Diğer taraftan Biden, Arap Koalisyonu’nu destekleyerek doğrudan bir askeri müdahalede bulunmadan ülkesinin nüfuzunu güçlendirmek istiyor. Aslında Obama yönetimi ve Trump yönetimi aksini gösteren açıklamalar yapsa da koalisyonu ve silah satışını destekliyordu. Karşıt medya Biden yönetiminin, Trump yönetiminin kararını ters çevirerek Husilerin ismini terör listesinden çıkarmasını alkışlasa da bu karar, Husiler ile terör listesinde oldukları takdirde müzakere masasına oturmak mümkün olmadığı için yönetimin barışçıl çözüm arama çabaları ile tutarlı gözüküyor. Ayrıca Trump’ın, başkanlık süresinin bitimine yalnızca 10 gün kala Husileri terör listesine aldığı da unutulmamalıdır.
Washington’un Suudi Arabistan, Mısır ve bölge ülkelerine kendi tabiriyle insan hakları meselelerini ele alma biçimlerine ve tutukluları serbest bırakma taleplerine ilişkin yaptığı açıklamalar ve çağrılara gelince, bu, ABD hükümetlerinin çoğu ile birlikte tekrar eden bir gelenek. Ancak, bu gibi çağrılar söz konusu hükümetleri yasalarını değiştirmeye ya da güvenliklerini tehdit ettiklerini düşündükleri kişileri serbest bırakmaya zorlayamaz. Şu anki ABD yönetimi yıllar sonra, hükümlüler serbest bırakılmadan uzun bir süre önce Beyaz Saray'dan ayrılabilir. Bu yüzden Biden ve yönetimi üzerinden durumları değiştirmesi ya da baskı yapması konusunda bahis oynanması, bu devletlerin bireylerin çıkarlarının önüne geçmiş yüksek maslahatlarına zıt düşer. Aynı zamanda himaye ve dikte kavramlarının pazarlanması, aciz güçlerin propagandasının bir parçasıdır. Arap ülkeleri, çıkarların çift yönlü olduğunun farkında. En nihayetinde ABD bir ülke olarak, bölge ülkelerine göre çıkarlarını yönetiyor. Zira aksi takdirde sorunları veya şikayetleri karşısında bir ilgi göremez.