İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Öldüren ve öldürmeye devam eden devletsizlik sevgisi

Cumhurbaşkanı Mişel Avn ve hükümeti kurmakla görevli Saad Hariri arasında görevlendirmeden birkaç ay sonra yapılan görüşmenin başarısız olduğu haberi dün Lübnan medyasında ilk sırada yer aldı.
Ne var ki en büyük başarısızlık, açıklanan ve sahada uygulanan pozisyonların gölgesinde bu başarısızlığın aşikar bir mesele olarak ele alınması yerine kendisine bir haber değeri verilmesidir.
Evet, sorun şu ki, birçok kişi yeni hükümetin kurulmasını engelleyen asıl neden hakkında gerçeği söylemeyi hala reddediyor. Amacı bilgilendirmek ya da öyle olduğu varsayılan medya da Lübnan'ın varoluşsal yapısal sorunlarına eğilecek bir hükümetin ortaya çıkışının önüne geçen engellerin arkasındaki sebepleri dillendirmeyi reddediyor. Böyle bir durumda ve kasıtlı dezenformasyon ile bilgisizlik zamanlarında bilmek tehlikeli ve riskli hale gelir. Kesilip tüketilmeden önce ağıllarda şişmanlatılan evcil hayvan sürüleri gibi insanların kaderlerine boyun eğmelerini isteyen ve bunun propagandasını yapanlar için bilenler ve bilgi sahipleri, bir rahatsızlık kaynağına dönüşür.
Nitekim yaklaşık bir hafta önce yalnızca hükümetin kurulmasını değil, Lübnan’da bir devletin var olmasını da engelleyen gerçeği bilen en parlak isimlerinden biri olan Lokman Salim tasfiye edildi.
Tam olarak 16 yıl önce de bir başka isim, Refik Hariri tasfiye edilmişti. Zira bugünkü durumun sağlanması için bu ikisinin tasfiye edilmesi zorunluydu.
Bu iki ismin tasfiye edilmeleri ne tesadüftü ne de basit bir görüş ayrılığının sonucuydu. Bilakis nedenleri bundan daha derinlere inerek, üçüncü bir alternatifi olmayan, biri var iken diğerinin olamayacağı iki proje arasında tam ve kesin bir karşıtlığa varıyor.
Denklem basit; Lokman Salim, Refik Hariri ve 2005’ten – hatta 1977’ten- beridir suikastlarla tasfiye edilen çok sayıda şehit hayatta olsaydı, ülkeyi güvenli “posta kutusu”, kara paraların aklandığı “offshore”, yabancı istihbaratların “oyun alanı” ve bölgesel “mutfakları” gibi kullanan bir yapı yerine egemen bir devlet olacaktı. Lokman Salim, Muhammed Şath, George Havi, Semir Kassir, Pierre Cemayel, 2005’ten önce ve sonra öldürülen Şeyh Hasan Halid ve Kemal Canbolat ve diğer birçok isim, katillerinin onlardan kurtulmalarını gerektiren bir “suç” işlediler. Suçları, farklı ideolojik inançlarına rağmen, kiralanan, rehin verilen, hatta eğer ücreti kabul edilebilir ise satılan büyük bir cezaevi içinde kirli komisyonculukların, şüpheli bölgesel pazarlıkların dışında bir devletin hayalini kurmaları ve bağımsızlığa inanmaları.
Gerçekten de bu isimler ve devlet projesine inanan başkaları tasfiye edilmeselerdi, Lübnan bugün içinde boğulduğu devletsizlik durumuna sürüklenmezdi.
Her şeyiyle sahte ve hileli olan bir "siyasi kültür" tarafından kemirilmezdi. Sahtelikten kastımız; belirli kişilere, torunlara ve damatlara uyacak şekilde küçültülen ve kısaltılan “dini grupların haklarını” koruma yalanıdır. Tek bir büyükelçilik dışında diğer “büyükelçiliklerin Şiilerinin” tasfiye edilmesidir. Füzeler Suriyelileri öldürüp, şehir ve köylerini yerle bir ederken İsrail’e direniş iddiasıdır. Ucuz popülerliklerini din ticareti üzerine inşa edenleri kızdıran ve yeniden fitne mezarlarını kazmaya iten, herkesi bir araya getiren bir törende (Lokman Salim’in cenaze töreni) hem Kuran’dan ayetler hem de Hristiyan dualar okunarak onu koruyamamanın “kefaretini” timsah gözyaşları dökerek ödemektir.
Lübnanlıların bugün başlarına gelenlerin ve ulaştıkları durunun en büyük sorumlusu olduklarına şüphe yok. Çünkü uzun süredir onları sömürenlerin kervanlarına katılıp onlarla yürüdüler, bilinçli ve adil bir arada yaşamı sağlayacak bileşenleri korumakta başarısız oldular. Eğilimleri alıp satanlar, vicdan tüccarları, her konuda dış güçlere güvenenlerle mücadelede dayanakları olacak kapsamlı bir ulusal kimlik için uygulanabilir bir vizyon geliştiremediler.
Bugün, bazıları iyi niyetle – öyle tahmin ediyorum - erken parlamento seçimleri çağrısında bulunurken, Lübnanlıların gereken dersi aldıklarına güveniyorlar. 2018’de düzenlenen son parlamento seçimlerinin onların lehlerine sonuçlandığı liderliklerin ve tepeden bakan uzlaşıların bir daha kolay kolay kurbanı olmayacaklarına inanıyorlar.
Maalesef onlarla bu görüşü paylaşmıyorum, çünkü bu güçlerin nüfuz ettiği "fiili güçler" ve "derin devlet"in tahmin ettiklerinden çok daha güçlü olduğuna inanıyorum. Bu nedenle erken seçim yapılırsa, daha önce özgür şehitlerini ve temiz halk devrimini korumak için birleşip omuz omuza vermeyi başaramadığı gibi şimdi de el konulan güç kaynaklarını kurtaramayacak yaralı ve hüsrana uğramış bir toplumla karşı karşıya kalacaklar.
Devlet kurumları ve tesislerinin çoğuna yayılan ve onları bir ahtapot gibi saran “fiili işgal” altında düzenlenecek herhangi bir erken seçim siyasi intihar olacaktır. Dahası, “fiili durumun” bölgesel ve küresel ihlaller yoluyla birden fazla konumda, bazılarının kafası karışık, bazılarının da maceracı ve kötü bir bahisçi olduğu Arap durumları içinde büyük ihlaller gerçekleştirme fırsatlarını pekiştirdiklerini iddia ediyorum.
İşin gerçeği, bugün Lübnan krizinin bir önemli nedeni de, ülkenin üzerine çöreklenmiş işgalin uluslararası bir "dış boyutunun" olmasıdır. İran Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Tugayı’nın öldürülen lideri Kasım Süleymani’nin, 2018’deki Lübnan parlamento seçimlerinden sonra Tahran’ın artık “Lübnan Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğa” sahip olduğunu söyleyerek övünmesi bunun en açık kanıtı. Dolayısıyla, bu dış boyuta içeriden bölünmüş, hayal kırıklığına uğramış ve neredeyse tamamen yoksullaşmış bir Lübnan ile bir çözüm yolu bulunamaz. Dışarıdan para alıp bunları kritik anlarda piyasaya sürülecek liderlikler oluşturmak için nüfuz ve vicdan satın almaya harcayan (Lübnan her zaman bunun bedelini ağır bir şekilde ödedi) menfaatçiler ve paralı askerlerden bahsetmiyoruz bile.     
Öte yandan, dikkat edildiği gibi, Avrupa ve ABD’nin İran dosyasını nasıl ele alacaklarına dair tablo da gerek bölgesel gerek küresel açıdan belirsiz.
Paris’in Lübnan dosyası ile geçmişte ve şimdi ilgilenme şekli, bazı verilerin değişmesini beklerken “zaman harcama” çerçevesi dışında net bir stratejisi olmadığını gösteriyor. Oysa “zaman harcama”, Kovid-19 pandemisi, çökmüş ekonomi, felç olmuş hatta kasıtlı olarak yok olmuş bir devletin gölgesinde yaşayan Lübnan’ınki gibi kritik bir durumun kaldıramayacağı bir lükstür.
Buna ilaveten, son başkanlık seçimlerinden, Demokratların hem yürütme hem de yasama organlarını (Kongre ve Beyaz Saray) kontrol etmelerinden, İran lobisine yakın isimlerin hassas ve önemli pozisyonlara atanmasından sonra ABD’nin tutumu daha da belirsizleşti.
Bugün, Lübnanlılar Saad Hariri’nin babasının suikastının 16’ıncı yıl dönümü vesilesiyle yapacağı konuşmayı dinleyecekler ve birçoğu söylediklerini dikkatle düşünecek. Peki Hariri bu konuşmasında açıkça ve dürüstçe konuşup, boşluktan kaçarken daha kötü bir duruma düşmesini ve düşmemizi sağlayan felaket cumhurbaşkanlığı uzlaşması dahil eski seçeneklerini ve kararlarını eleştirecek mi? Yoksa bir kez daha güvenmediği ama ona karşı da duramadığı uluslararası tutumları örtüp gizlemek için toparlayabileceği kadarını toparlama yoluna mı gidecek?