Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

28 Şubat’a bugünden bakarken…

Tarihi ve önemli olayları okumak ile yaşamak arasında elbette ciddi fark var ancak aynı zamanda hayatınızı olumsuz yönde etkileyen bir olayı yaşadıktan bir süre sonra sizin için şartlar değiştiyse o olayı yaşarken hissettiklerinizi unutabiliyorsunuz. Daha net ifade edecek olursam; 28 Şubat şartlarını yaşayanların ve gerçek anlamda çok büyük haksızlığa uğrayanların, kendilerinin yaşadıklarına benzer şeyler yaşatmaları ya da benzer şeyler yaşayanlara karşı kayıtsız kalmaları, kendi konforlarını kaybetmemek için sessizce izlemeleri, haksızlıkları geçmişi örnek göstererek haklılaştırmaları bugünden o günlere baktığımızda gördüğümüz en net tablo. Bu kötü tablonun failleri ve seyircilerinin unuttuğu şey ise su-i misalin emsal olmayacağı…
İşlerin günden güne kötüye gittiğini görmek istemeyenlerin birkaç kaçış noktası var; “eskiden her şey daha kötüydü” demek ve sürekli geçmişteki olumsuz olayları hatırlatmak. Kendi ülkesindeki sorunların üzerini örtmek için başka ülkelerden olumsuz örnek vererek, kendi durumunun ne denli iyi olduğunu vurgulamak. Sürekli düşman yaratmak ve o suni düşman üzerinden egemenlik mücadelesi verildiği iddiasında bulunmak. Son olarak da karşınızda duran tüm olumsuz tabloya bakarak durumun ne kadar iyi olduğunu anlatmak. Aslında bunların hepsi bir anlamda gerçeklikten kopuşun göstergesi… Gerçeklikten bu denli kopuşun sonu ise hiç hayırlı görünmüyor çünkü gerçeklerin eninde sonunda gelip gözünüze girerek sizi hayal dünyanızdan uyandırmak gibi değişmez bir kuralı var.
28 Şubat dönemiyle ilgili konuşulacak birçok şey var… “İrtica ile mücadele, ülkeyi kurtarmak, dinci gericilikle mücadele, terörle mücadele” söylemleri akabinde halkın iradesine darbe yapılan bir dönemden bahsediyoruz. Bu meselede hedef Müslüman dindar kesim olarak gösterilirken arka planda da ekonomik olarak ülkenin bankalarının hortumladığı bir dönem yaşandı. Emekli askerlerin bankaların genel müdürü olduğu tuhaf zamanlardı. Gazeteler neredeyse birbirlerinin aynısı manşetlerle çıkardı, devletin ve ordunun tehlike altında olduğu vurgusundan sonra en önemli tehlike Müslüman dindar kesim olarak gösterilirdi, siyasetçiler ordudan gelen talimatlarla icraat yapardı bu icraatlar ise ordu ile uyumlu bir biçimde işleme koyulurdu. Yine de arada bir iki televizyon kanalı ve gazete alternatif haberler yapabiliyordu, elbette haklarında saçma sapan gerekçelerle davalar açılması, DGM’lerde yargılanmalar ile yüzleşmek zorunda kalıyorlardı. Az kalsın unutuyordum; mafyanın da hatırı sayılır biçimde bir takım organizasyonlarda görev aldığı dönemlerdi.
Bugünden 28 Şubat’a baktığımızda bir kesim için birçok şey değişmiş gibi görünüyor, el hak doğrudur. Ülkenin kabaca ifade edecek olursam yüzde 60’ına denk gelen Müslüman dindar kesim, hadi yüzde 50 diyelim, ülkede eğitim alma, çalışma, seçilme gibi gasp edilmiş haklarına tekrar kavuştu. Ülkede ekonomik ve sosyal alanlarda ciddi anlamda gelişmeler yaşandı. Ancak –herkesi yargılayalım, yargı ile sindirelimcilerden beri biri olarak ifade ediyorum ki- bir daha yaşanmasın, ibret olsun diye 28 Şubat’ın faillerinin olması gerektiği gibi yargılanmadığını da gördük. Ergenekon Davası’nı FETÖ’nün bir takım kumpaslarla zulme çevirmesi, masum insanların hapsedilmesi sonrası 28 Şubat’ın faillerinin de sessizce, olması gerektiği yargılanmadan, olayların içinden sıyrılması mümkün oldu. Yani Ergenekon davalarının özrü Müslüman dindar kesimin mağdurlarının yaralarına tuz basması üzerinden dilendi. Nasılsa bir takım haklar verilmişti ve fazla uzatmaya da gerek yoktu!!!
Bugün başörtülü olarak eğitim alabilen, çalışabilen insanlar için ya da namaz kıldığı için hakkında soruşturma başlatılmayan devlet memurları için elbette bu kazanımlar çok değerli… Ancak her seferinde en azına razı olmak gerektiğinin de kimse tam olarak hak iadesi olduğunu iddia etmesin!
Tabi bir de meselenin diğer yönü var; bugün bir takım yasakların ve baskıların muhatabı olduğunda yasakçılığın ne denli kötü olduğunu anlatanlar… Şimdilerde kendilerini bir takım baskılara karşı imza toplarken görüyoruz ancak 28 Şubat döneminde de yasakçılığa evet derken yine kendilerinin imzalarını görmüşlüğümüz var. Hatta bazı siyasetçiler var, 28 Şubat dönemindeki yasakları hiçbir beis görmeden desteklemiş, bugün sanki hiç o yasakçılığın bir parçası olmamış gibi dolaşanlar. Suç örgütleri ile ilişkili kişilerle boy boy fotoğraflar çektirenler var. Hatta bazı siyasilerden, gazetecilerden terör örgütünün bir numaralı isimleri ile fotoğraf çektirdiği halde elini kolunu sallayarak gezenler varken diğer yanda bir haberi paylaştığı içi hakkında soruşturma başlatılanlar var. 28 Şubat’a bugünden bakarken gördüğümüz tabloda yüzümüzün buruşmasına neden olan böyle tutarsızlık dolu durumlar da var.
Dağıtılan ihalelerdeki usulsüzlükler nedeniyle kayrılanlar sebebiyle adil katılıma hasret olanlar var, 15 yıl devam eden yasaklar sonrası ortaya çıkan yeni sınavlar nedeniyle, yaş sınırlamaları nedeniyle eğitim ve çalışma hayatında 28 Şubat’ın olumsuz etkilerini hala yaşayanlar var, azla yetinmeyen, hakkı olanı talep edenler var. Torpili olmadığı için haksızlığa uğrayanlar, kıvraklık ve döneklik yapmadığı için emekleri zayi edilenler var. Haklarında sudan sebeplerde soruşturma açılanlar var. Daha fazla yazacakken ya da olması gerektiği gibi yazıp, konuşacakken “başıma bir şey gelir mi” endişesiyle daha azını yazan ve hatta konuşamayanlar var. Nasılsa işim gücüm tıkırında, işte bir memur oldum gerisine karışmayayım, sesimi çıkartmayayım diyenler var. 28 Şubat’ın failleri ceza almadan bir sahil kasabasında emeklilik yaşarken mağdurlarından hala davaları devam edenler var. Hakkı ve sabrı tavsiye ettiği için “hain” ilan edilenler var, suç bireysel olmasına rağmen sırf bir partiye oy verdiği için terörist ilan edilenler var, eylem yaptı diye terörle bağlantılı ilan edilerek hedef gösterilen öğrenciler var. Tüm bunlara rağmen bir de bugünü çok iyi göstermek için dünün ne denli kötü olduğunu hatırlatmaya kalkanlar var. Ama tüm bunlar varken 28 Şubat’a bugünden bakarken yine de bazılarının iddiasına göre 28 Şubat’a benzer şartlar yok!