Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

İki dönem arasında Fetih

Fetih Hareketi, içinde ve çevresinde her şey değişmesine rağmen aynı kaldı. Bu ifade garip görünüyor. Çünkü Fetih’in kendisi biçim ve konu olarak dünyanın tanıdığı en garip siyasi hareketi temsil ediyor. Kendisine önderlik edecek ideolojik ve partizan bir teori benimsemeden silahlı bir devrimin temelini attı. “Başkalarının işine karışmama” sloganını benimsedi ama kendi isteğiyle, iradesi dışında veya ittifakları nedeniyle kaderin karşısına çıkardığı herkesin işine karıştı. “Anavatanı denizden nehre kurtarma” sloganını benimsedi ancak yumuşak bir şekilde, adım adım bu slogandan uzaklaştı. Filistin halkının tüm bileşenlerini kendisiyle birlikte farklı sloganlara, içinde bu “denizden nehre” dışında her şeyin olduğu inisiyatiflere taşıdı.
İsrail’e karşı maharetle savaştı, maharetsiz bir şekilde anlaştı. 1967’de işgal edilen toprakları üzerinde devletlerini kurmaları için ilk adımları atmaları amacıyla yüz binlerce Filistinliyi Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ne geri döndürdü, ancak kısa bir süre içinde işler tamamen tersine döndü. Kısacası kendisi tam bir zıtlıklar hareketidir.
Bununla birlikte, tüm bunları yapmasına rağmen ulusal projenin bel kemiği olarak kaldı ve Filistin, hatta Arap siyasi yaşamında en aktif ve etkili hareket olmaya devam etti. Böyle olmasının bir nedeni de Yaser Arafat önderliğinde, Filistin halkının çoğunluğunu yaptığı her şeyi, dünyayı yöneten etkili denklemlerde Filistin davasının yerini pekiştirme çabası bağlamında, dünyanın ancak Fetih kendisinden istenen her şeyi sunduğunda desteklemeyi kabul ettiği Filistin devletinin kurulmasının koşulu olarak yaptığına ikna etmekte başarılı olmasıdır.
Filistin, Arap ve hatta küresel imgelemde Fetih’in imajı, Yaser Arafat imajıyla bağlantılıydı. Bu imaj daha sonra Filistin durumunun tüm bileşenlerini içerecek şekilde genişledi. Fetih Hareketi, Filistin Kurtuluş Hareketi ve devlet fikri, Yaser Arafat'ta cisim bulan tanınmış liderlik fenomeni ile birleşti. Arafat’tan başka hiç kimse Filistinlileri tabu kabul edilen tavizleri kabul etmeye ikna edemez, bunları özgürlük ve bağımsızlığın zorunlu koşulu olarak pazarlayamazdı.
Yaser Arafat “aldatıldığını” hissedip müzakereci çözüm projesinde devam etmenin, bir devrim lideri, Filistin halkının tarihi ve sürekli önderi, makul bir asgari düzeyde de olsa onu ulusal hedeflerine ulaştırmanın sorumlusu olarak hedeflediği hiçbir şeyi gerçekleştirmeyeceğine kani olduğunda bu formata karşı çıktı. Kurtulabilecek olanı kurtarmak için intihar gibi görünen bir girişimle bunun için önce özgürlüğünü, ardından da hayatını dahi feda etti.
Arafat’ın sahneden ayrılmasıyla birlikte, Fetih kabilesi içindeki hiyerarşiye göre liderlik, istikrarlı oluşumlarda bile görülmeyen bir uyumla sorunsuz bir şekilde arkadaşı Mahmud Abbas'a intikal etti. Kadere bakın ki halefi, silahlı eylemi başlatma, yani ilk kurşunu atma fikrinde olduğu gibi, Oslo serüveninde de partneri ve müzakere sürecinde mirasçısıydı. Ne var ki Abbas, Arafat’tan tüm bileşenlerini miras almamıştı. Bunun yerine müzakere yoluyla çözümün imkansız bir hale geldiği bir durum miras almıştı. Arafat bu yola girdiğinde karşısında Şimon Peres, İzak Rabin ve Bill Clinton’ı bulmuştu. Abbas’ın karşısına ise zamanı dondurmakla kalmayıp epey geriye götürmeyi başaran Binyamin Netanyahu, Ariel Şaron ve sonrasında Donald Trump çıktı.
Başa, yani Fetih dışında çevresinde ve içindeki her şeyin dönüştüğü ifademe dönecek olursak; değişenlerin birçoğu Arafat’ın ölümüne kadar Abbas ile paylaştıklarıdır. Bu ortak paydalar, eylem ve karar merkezinin anavatana taşınması, Fetih ve Filistin çerçevelerine yeni kişilerin dahil olması, İsrail’e karşı mücadele rolünden onu tanımaya evrilme, bir bütün olarak Filistin durumunun, imkansız hale gelen bir çözüm ölçeğinde şekillenmesidir. Fetih Hareketi’nde değişmeyen ise, artık devasa gövdesinin sığamadığı kabıdır. Bu, Fetih’in iç durumunu önemli ölçüde etkiledi ve hareketin mensupları iki birbirinden uzak yöntem arasında kaldılar: Kapsama ve kontrol adamı Arafat ile operasyon adamı Abbas’ın yöntemi. Bu farklılığın en açık başlığı Nasır el Kidva’nın hikayesidir. Nitekim Fetih içinde çalışma çevresinden dışlanan insanlar halen içinde olanlardan çok daha fazladır.
Fetih içinde tuhaf bir fenomen vardır, o da son 15 yıllık dönemde olduğu gibi kamuoyunun, liderliğin etkin üyelerinin marjinalleştirilmesine sessiz kalırken bu üyeler çıkarıldıklarında şiddetle muhalefet etmesidir. Bu durum, bir ailenin fertlerinden birinin uzun süredir maruz kaldığı haksızlığa sessiz kalırken, aileden dışlanıp inkar edildiğinde şiddetli bir isyan başlatmasına benziyor.
Arafat zamanında liderler çok daha fazlasına maruz kaldılar. O dönemde “son çare olarak ağrıyan dişten kurtulmak” kuraldı. Abbas zamanında ise bu, ilk çare oldu. İki dönem arasındaki fark belki de budur.