Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

Erdoğan Türkiyesi ve Araplar

Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin ender bir etkileyicisi olan Arap dünyasındaki özel konumunu değerlendiremedi. Ender etkileyici ile duygusal etkileyiciyi kastediyorum.
Halifelik dönemine özlem konusunda popüler bir fikir birliği olmayabilir, ancak Arap halklarının o döneme ilişkin tatlı ve acı hatıralarının olması, Türkiye'nin din, komşuluk ve kültürden oluşan Arap dünyasındaki nesnel birikimine eklenecek bir değer oluşturdu.
Tüm bu birikimler sayesinde her iki tarafta da yaşamın tüm yönlerini kapsayan yakın bir ilişki doğdu. Osmanlı’dan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin, Araplar ve onların İslami uzantılarına karşı varoluşsal mücadelesinin doruğunda iken İsrail’i tanıyan ilk İslam ülke olması, keza Arap kamuoyu için en azından dostça sayılmayan NATO üyesi olması bile Türkiye-Arap ilişkilerini kökünden etkilemedi. Bazılarımız İskenderun Sancağı’nı hatırlatmaya devam ettiklerinde bile, kendisini geri almayı kutsal ve kaçınılmaz bir görev saymak yerine bu olayı dikkate almama ve rasyonellik tercih edildi.
Alanı sınırlı bir makalede Arap-Türk ilişkisinin dönüm noktalarının bileşenlerini detaylı hatta başlıklar şeklinde açıklamak için dahi yeterli yer olmayabilir, ancak şu anda yaşananlar ilişkinin gerçekliğine objektif bir bakış atmayı gerektiriyor. İsrail ile ilişkiyle başlayalım; Türkiye, bu ilişkinin seviyesi, şekli ve içeriği ile herkesin ilerisinde. Bu da Türk devletinin İbrani devlet ile anlaşmazlığının özellikle Filistinliler açısından etkisinin ve normalleşme konusundaki duruşunun ciddiyetini kaybetmesine yol açıyor. Pozisyonlar ve politikalar tartıldığında, Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri Filistinliler ve Arapların çoğuyla ilişkilerinden daha ağır basacaktır. Elbette Filistin bölünmesinin her iki tarafının çıkarına olan herhangi bir Türk girişiminin önemini yok saymıyoruz. Nitekim Gazze Şeridi’nde hilafetin başarıları terennüm edilirken, Batı Şeria’da Abbas’ın Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerin sayısı hatırlatılıyor. Ama her iki durumda da ayrıcalıklar ve özellikler önemsiz, daha ziyade sembolik ve propaganda karakterli görünüyor.
Diğer bir mesele de Sayın Erdoğan'ın Mısır ile olan ilişkileri ele alma biçimidir. Türk devletinin yöneticisi, kendi politika ve pozisyonlarını özellikle Mısırlı Müslüman Kardeşler'in politikaları ve pozisyonlarıyla birleştirmeyi seçti. Erdoğan tek bir konuda yaşanan anlaşmazlığın gölgesinde sanki imkansız olan Mısır rejimini devirmeyi, mümkün olan Mısır devleti ile birlikte yaşamaya tercih etti. Erdoğan’ın çok para harcadığı bir medya savaşı başlatması ne uygundu ne de bunun bir faydası vardı. Tarihsel ve stratejik bir aksiyomu kasten hiçe sayarak “büyük” Türkiye’yi dar bir köşeye sıkıştırdı. Bahsettiğimiz aksiyom; Mısır’ın Arap dünyasının ana kapısını temsil ettiği, hatta çemberi daha da genişletirsek, gerçek konumu ile bir kapıdan çok daha büyük olduğudur.
Bir keresinde Bikfaiya’da eski Lübnan cumhurbaşkanı Emin Cemayel’e konuk olmuştuk. Bu sırada AK Parti’nin bir temsilcisi ile bir araya gelmiş ve Türkiye’nin Müslüman Kardeşler ile birleşmekte abartıya kaçması nedeniyle Mısır ile ilişkilerinde meydana gelen ciddi çatlaktan bahsetmiştik. Türk dostumuza özetle, Türkiye'nin kendisine sığınan Mısırlı Müslüman Kardeşler üyelerini  ağırlamasının sindirilebilecek bir şey olduğunu, ama Mısır’a karşı yıllardır süren kesintisiz bir savaş açmanın, bir süper güç olan Mısır ile temel çıkarları olan bir diğer süper güç Türkiye’ye yakışmadığını öğütledik. Ona bir çıkış yolu önerdik; arabuluculuk. Bu yol başarılı olursa ne âlâ, başarılı olmazsa da en azından üzerinde çalışmak, kayıplardan ve atmosferin daha da zehirlenmesinden, aralarında birçok ortak olumlu bağ olan iki ülke arasındaki düşmanlığın derinleşmesinden kaçınmayı sağlayabilir dedik.
İki büyük ülke arasındaki ilişkilerde ilk olumlu gelişmelerin haberi, Mısır ve Türkiye’yi sevenlerin içini rahatlattı ve mutlu etti. İlişkiler tüm yönleriyle normalleştirilirse, her iki taraf için de karşılıklı fayda sağlayacaktır. Türkiye'nin NATO ile "az şekerli" ve İsrail ile miras kalan ve gelişen ilişkileri hiçbir şekilde ve ölçüde Türkiye'nin Mısır ve onun Arap ve İslami uzantıları ile ilişkilerinden daha önemli değildir. Aynı şey, sundukları her şey için müteşekkir olsalar da Türkiye'den bundan  daha fazlasını isteyen Filistinliler için de geçerlidir.
Mısır ile ilişkilerin normalleşmesi, aynı bölgede yaşayan iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin normalleşmesi ile sınırlı kalmayıp, Mısır'ın tüm müttefikleriyle sağlıklı ilişkilerin kapılarını açacaktır. Bu müttefiklerin başında da Türkiye'nin onlarla normal ilişkilerin ne anlama geldiğini herkesten iyi bildiği Körfez ülkeleri gelmektedir.