Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

Türkiye’de cumhurbaşkanlığı ile emekli amiraller arasında çatışma

Jeopolitiğin etkisi, Türkiye’nin iç ve dış meseleleriyle ilgili her konuda kendini güçlü bir şekilde gösteriyor. Bilhassa boğazlar, küresel ticaret hareketi için bir geçiş valfi sayıldıklarından, bu boğazlara sahip ülkeler şanslı sayılırlar. Çünkü bu sayede uluslararası ekonomi hareketinin bir bölümünü kontrol ederler. Ancak bu ayrıcalık aynı zamanda iç istikrarsızlık nedeniyle, özellikle yerel düzeyde sorunlar çıkaran ve çekişmelere neden olan bir lanete de dönüşebilir.
Bugün bu dosyadaki en yeni çatışma, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile emekli amiraller arasında yaşanıyor. Emekli amiraller, Cumhurbaşkanı’nın Marmara ile Karadeniz’i birbirine bağlamak için Boğaz'a paralel olarak inşa etmeyi planladığı su yolu "Kanal İstanbul" projesine karşı olduklarını açıkladılar. Bu asker kökenli protestocular, böyle bir projenin Karadeniz'de seyir özgürlüğünü baltalayacağına inanıyorlar. Türkiye, 1963’ten beri imzalamış olduğu Montrö adlı anlaşmanın şartlarına bağlı. Bu anlaşma, Türkiye’ye gemilere tanıdığı seyrüsefer özgürlüğünü, yani boğazlardan ücretsiz geçişi dayatıyor. Aynı şekilde Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelerin gemilerine Karadeniz’de 21 gün süre ile kalma izni veriyor. Türkiye Cumhurbaşkanı’na gelince; yeni kanalın yıllık binlerce gemi (Süveyş ve Panama kanallarından geçen gemilerin toplamının iki katı) için geçiş noktası olan İstanbul Boğazı üzerindeki muazzam baskıyı hafifleteceğini düşünüyor.
Görünürde mesele ve konuya dair veriler bunlar. Ancak her bir tarafın niyetinin arkasında ne olduğu net olmayabilir. Cumhurbaşkanlığı nedenlerin ekonomik olduğunu söylüyor. Bu da transit geçiş için ücret isteyeceği anlamına geliyor. Bu ise yıllık yaklaşık 10 milyar dolar mali kaynak demek. Kanalın inşaat maliyeti de bu kadar. Peki, askerler neden ülkeleri için böyle bir ekonomi kaynağına karşılar?
Diyelim ki mevcut sistemi ile Türkiye birkaç dosyaya müdahil oldu ve içinde dallanıp budaklandı. Ayakları her yönden uzanan ipler arasına sıkıştı ve ne zaman ilerlemek istese tökezler oldu. Bu siyasi yayılma ve hiperaktiflik, Türkiye'nin konumunu zayıflattı ve Cumhurbaşkanı’nın istediği gibi kendisine bölgesel ve uluslararası bir etki sağlamadı. Bugün Ankara kendisini en büyük iki ülke, Rusya ve ABD’nin uğruna mücadele ettiği önemli bir durum içinde buldu. Washington Karadeniz'de, yani Rusya'nın arka bahçesinde kalıcı bir askeri varlığa sahip olmak isterken Moskova kendi bölgesindeki bu varlığı stratejik bir tehdit olarak görüyor. Bu, içerdiği baskı ve şantaj nedeniyle siyasi açıdan pek de prestij ve itibar sayılamaz. Çünkü Türkiye Rusya'yı kaybedemez. Ama aynı zamanda kendisine karşı olumlu bir Amerikan pozisyonuna da ihtiyacı var. Bu durum, Türkiye’nin Moskova'dan satın aldığı S-400 hava savunma sistemiyle ilgili tutumuna benziyor. Washington bu anlaşmaya karşı ve Türkiye’nin bundan vazgeçmesini talep ediyor. ABD’nin bu pozisyonu ne eski Başkan Donald Trump'ın ne de mevcut Başkan Joe Biden'ın yönetiminde değişmedi. Türkler ise ABD ile yeni Patriot hava savunma sistemi satın almak için bir anlaşmaya varamadıklarını, bu nedenle Ruslardan satın almak zorunda kaldıklarını savunuyor. Washington buna Türkiye’nin gelişmiş F-35 savaş uçağı üretim programındaki katılımını askıya alarak karşılık verdi.
Dolayısıyla bugün Türkiye’nin "Kanal İstanbul" üzerinden yaptığı manevra, bu meseleden uzak değil. Her ne kadar kendisi bir hava savunma sistemi anlaşmasından daha önemli ve sürdürülebilir olsa da... 
Ankara, Amerikan savaş gemilerinin geçmelerine ve askeri üs inşa ederek Karadeniz'de kalıcı bir mevcudiyet kurmasına izin verirse, Rusya bundan memnun olmayacaktır. Diğer yandan Moskova bugün Washington ve Avrupa'ya yönelik bir tehdit olarak Kırım Yarımadası’nda küçük çaplı çatışmalar ve taciz ateşleri ile Ukrayna ordusunu provoke ediyor. Rusya, özellikle Karadeniz gibi kendisi için son derece hassas, coğrafi ve ekonomik bir bölgenin yakınında bir Amerikan varlığına müsamaha göstermeyecektir. Dolayısıyla iki süper gücün kendi aralarında çekişmesinin kurbanı olmak istemiyorsa Türkiye’nin önünde sınırlı seçenekler var. Sorun oluşturan kanalın inşasından vazgeçmek ya da onu "Montrö" anlaşmasının şartlarına tabi tutmak, ki bu durumda kanal zarar edecek bir ticari projeye dönüşecek.
Bir başka seçenek de kanalın ücretli geçiş sistemiyle çalışması. Ancak NATO ülkeleri dahil Karadeniz'e sınırı olmayan ülkelerin savaş gemilerinin kanaldan geçişine izin verilmemesi.
Her halükârda, Erdoğan'ın kanal projesinde diretmesi, tehlikeli roller ve ek çatışma alanlarına dahil olma konusundaki isteğine devam ettiğini teyit ediyor. Emekli amiralleri endişelendiren de bu. Bunun, sonuçları ile gelecekte karşı karşıya kalacakları bir risk olduğunu düşünüyorlar.  
Karadeniz, Doğu ile Batı arasında bir dayanak noktası, hayati önemi bulunan, doğalgaz ve hidrokarbon kaynakları açısından zengin bir bölge. Bu coğrafi ve ekonomik değer, onu iki kutup arasında bir çatışma alanı olmaya aday hale getiriyor. En önemli sorun ise çatışmanın erken bir dönemde, Türkiye içinde ve ordu tarafından Erdoğan'ın 2011'de "hayal proje" olarak adlandırdığı projenin reddedilmesi ile başlamış olması.