Sam Mensa
TT

Suudi Arabistan'ın gerçekçiliği ve Lübnan’da illüzyonist girişimler

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan’ın ABD merkezli CNN International kanalına verdiği demeçte Lübnan hakkında söyledikleri, Lübnan’a dair analizler seli arasında belki de tek yeni ve farklı olandır.
Tek derdi ülkenin değil kendi çıkarları olan yönetici sınıfın entrikalarının birbirleriyle çarpıştığı uçurumun dibinden Lübnan'ı çıkarmaya çalışan girişimler arasında belki de tek muhtelif olan girişimdir.
Ferhan şunları söyledi: “Lübnan'ın geleceği Lübnanlıların elinde. Lübnan'daki mevcut durum artık yaşanabilir değil. Suudi Arabistan, mevcut durumu desteklemeye devam etmenin uygun olmadığını düşünüyor. Zira mevcut durumda hükümet dışı bir oyuncu, yani Hizbullah emrivaki ile iktidarı fiilen kontrol edip, ülkede olup biten her şeyi veto etme ve ülkenin ana altyapısını kontrol etme hakkına sahip olurken, siyasi sınıf, yaygın yolsuzluk, kötü yönetim veya diğer sorunlar olsun Lübnan halkının karşılaştığı zorluklara çözüm bulmak için neredeyse hiçbir şey yapmıyor”.
Prens Faysal bin Ferhan’ın bu sözleri, yaraya parmak basarken, bunun dışındaki her şey (girişimler) aynı kısırdöngüden ibaret kalıyor.
(Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareketi (ÖYH) lideri ve bakan Cibran Basil’in Paris’e düzenleyebileceği ziyaret ve orada hükümeti kurmakla görevli Başbakan Saad Hariri ile görüşebileceğiyle ilgili söylentiler, kotaya dayanan ve fikir birliğinin yönettiği hükümetler dizisinin tekdüze ve tekrarlanan bir bölümünden başka bir şey değil. Bu olası görüşme aynı zamanda, temel Fransız girişimine son verilmesinin ardından zayıf bir Fransız rolünün geri dönüşünü sağlamaya dönük bir girişimdir.
Bazıları Fransız diplomasisini aceleci olarak nitelendirirken, diğerleri bunu geri adım atmak olarak nitelendirdi. İkincisi daha doğru bir nitelendirme. Nedeni de esasında gerekli reformların başlaması için siyasi partilerden bağımsız uzmanlardan oluşan bir “görev” hükümeti kurarak Lübnan siyasi yaşamında radikal bir değişim çağrısında bulunan eski Fransız girişiminde meydana gelen tüm değişikliklerdir.
Bu noktada, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un kasten veya bilmeden bu girişimi başlatırken Hizbullah’ın rolü, silahı ve ülke üzerindeki hegemonyası meselesini gözden kaçırdığı belirtilmeli. Bunları krizin sebepleri arasından eledi. Bunun sonucu olarak da girişimi çarpık ve eksik doğdu. Ardından başta Hizbullah olmak üzere herkes, Macron ile görüştüklerinde kabul ettikleri yükümlülüklerinden kurtulmak için kendisini çökertmek amacıyla bu girişimin üzerine yüklendi.
Fransızlar bir sonraki aşamada ve bilhassa siyasi kutuplardan birinin (Hariri) hükümeti kurmakla görevlendirilmesinden sonra, hükümetin karma yani siyasi partilerin adayları ile uzmanlardan oluşmasını veya bakanların siyasi partilere yakın uzmanlardan seçilmesini kabul ettiler. Son tahlilde ise Fransa, tekno-siyasi bir hükümet olmasına boyun eğdi ve bu da, Hizbullah ve müttefiki ÖYH karşısındaki gerilemenin boyutunu ifade ediyor.
Fransız girişiminin karşı karşıya kaldığı tökezleme ve zorluklarla, Mısır’ın Dışişleri Bakanı Samih Şükri’nin Beyrut’a düzenlediği ziyaretiyle bulunduğu girişim de karşı karşıya kaldı. Mısır girişimi, Lübnan Cumhurbaşkanı’nın ekibi tarafından hedef alındı. Bu ziyareti Arap Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Hüsam Zeki’nin ziyareti takip etti. Bundan önce de Rusya’dan Hizbullah’tan bir heyeti Moskova'yı ziyaret etmeye davet eden bir hamle geldi.  
Tüm bu girişimler, ziyaretler ve arabuluculuklar arasındaki ortak payda, sorunun özünü, yani Hizbullah’ı hükmen görmezden gelmeyi kabul etmeleri ve bunun sonucunda bir kısır döngüye girmeleridir. Hatta daha da ileri gidip neredeyse Hizbullah’ın taleplerini karşılayarak, Lübnan krizini, ülkeyi siyasi tıkanıklıktan makbul ve sürdürülebilir çözümler aşamasına taşıyamayacak ağrı kesiciler, yatıştırıcılar ve kompreslerle tedavi etmeye çalışıyorlar. Bütün bunlara rağmen, kuruluş sürecinin yaşadığı tökezleme mevcut duruma hakim olmaya devam ediyor. Bu da Hizbullah’ın hükümetin kurulmasına izin vermesinin zamanının daha gelmediğini düşündüğünün açık bir kanıtı. Bu söylediklerimizin en net göstergesi; temel anlaşmazlık ve hükümetin kuruluşunun aksamasının nedeni olarak pazarlanan saçmalıktır. Bahsettiğimiz saçmalık, Cumhurbaşkanı’nın üçte bir talebidir. Kendisini saçmalık olarak niteliyoruz, çünkü siyasi ekibi ile Hizbullah arasındaki ittifak nedeniyle bu talep pratikte sağlanmış bulunuyor. Dolayısıyla bu anlaşmazlık noktası hükümsüz sayılıyor. Aslında bu, Hizbullah ve müttefiki arasında hükümetin kurulmasını geciktirmek için yapılmış bir rol dağıtımından ibaret. Bu nedenle ÖYH, hükümette Hizbullah ve kendisine tahsis edilen üçte birlik kotanın şimdi sadece kendisine sağlanmasını talep ediyor.
Niyetlerin samimiyetine rağmen, inisiyatifler, keskinlikleri törpüleme çabasının ötesine geçmiyorlar. Çünkü sanrılı bir iç barışı ve mayınlı bir güvenlik istikrarı korumak için hükümetin kuruluşunu zorlaştıran asıl nedenlerle yüzleşmekten kaçınıyorlar. Yani Hizbullah'ın ülkedeki siyasi yaşam ve karar alma mekanizması üzerindeki hakimiyetini genişletmesini kabul ediyorlar. Herkes, Başbakan Hariri'nin hükümeti kurmakla görevlendirilmesinin tek başına tüm tavizleri hak eden bir lütuf veya iyilik olduğunu düşünüyor.
Bütün bunlar bizi Suudi Arabistanlı bakanın demecindeki en doğru ve sadık ifadeye geri götürüyor; “Suudi Arabistan, mevcut durumu desteklemeye devam etmenin uygun olmadığını düşünmektedir.” Bu ifade, başlıca uluslararası pozisyonların, özellikle örtük ABD ve Avrupa pozisyonlarının gerçekliğinin bir yansıması.
Suudi Arabistan bu teşhisçi tutumunu, özellikle bölgede yaşanan hassas bir aşamada açıkladığı için, girişimlerin ve pozisyonların beyhudeliğini, hatta bazılarının kötülüğünü ortaya çıkardı.
Bölge hassas bir aşamadan geçiyor çünkü ilk olarak, ABD'nin Tahran'a karşı yumuşaması, Tahran'ın nükleer anlaşmaya yeniden uyması karşılığında yaptırımları gözden geçirme ve hafifletme mekanizmasını inceleme niyetinin ortasında, iki taraf, nükleer anlaşmaya geri dönüşü müzakere etmeyi kabul ettiler. Herkes biliyor ki, yaptırımlar kılıcı üzerinden kısmen kaldırılsa bile İran tecritten kurtulacak ve müttefikleri rahatlayacak.
Nitekim Yemen’den Suriye ve Lübnan’a tüm nüfuz bölgelerinde benimsedikleri uzlaşmaz tutumla bu açıkça ortaya çıkmaya başladı. Yine herkes, herhangi bir yeni anlaşmanın İran'ın nükleer programı ile sınırlı kalıp, bölgeye yönelik müdahalelerini ve istikrarını sarsan faaliyetlerini kapsamamasının, sorunu görmemek için başını toprağa gömmek gibi olacağını biliyor. Çünkü ideolojik İran’ın gerçekte istediği nükleer güç elde etmekten ziyade, devrimini ihraç etme yoluyla genişlemek ve nüfuz elde etmektir. Uluslararası toplumun boğazına dayadığı nükleer kılıç yalnızca bu esas hedefini gerçekleştirmek için kullandığı bir araçtır.
İkincisi, İsrail’in siyasi, güvenlik ve araştırma kaynaklarından İran’ın nükleer programıyla ilgili herhangi bir uluslararası anlaşmayı reddeden sesler ve söylemler yükselmeye başladı. Bunlara, sadece Lübnan topraklarında değil, Suriye, Irak, Yemen ve hatta İran'dan fırlatılabilecek hassas füzelerin varlığına dair eski ve yeni bilgiler eşlik ediyor.
Sonuç olarak, Lübnan’da İran’ın uzantısı devletçiğin neden olduğu salgın tedavi edilmeden, doğası ne olursa olsun bir hükümetin kurulmasının Lübnan’ın tüm sorunlarının çözümü veya panzehiri olduğu propagandası, boş hayaller satmak gibidir. Çok geçmeden dağılacak ve bizi başlangıç ​​noktasından daha kötü ve geride bir noktaya geri götürecek illüzyonlar.
Geriye hangi çıkış noktası kaldı? Bu siyasi tıkanıklık ve ulusal zorluğa karşı mevcut dahili çözümlerden biri olan; Taif Anlaşması’nın belirli bir zaman çizelgesine göre kelimesi kelimesine uygulanması, liyakat sahibi ve yolsuzluğa karışmamış üyelerden oluşan bir kurtuluş hükümeti kurulması, neredeyse imkansız.
Zira bilhassa Hizbullah’ın varlığında, egemenlik, savunma ve dış politika, ekonomik ve mali reform, bankaların rolü ve Lübnan'ın bölgedeki rolü konuları ele alındığında dahili siyasi uzlaşı olasılık dışı görünüyor. Kendilerini başlatan tarafların hedefleri ve projeleri farklılaştıkça yabancı girişimler de bocaladığından geriye kalan tek çözüm, BM Güvenlik Konseyi'ne Lübnan'ın uluslararası koruma ya da uluslararası idare altına alınması için bir imdat çağrısı yapmaktır.
Bu uluslararası koruma veya idareden istenen, halkın arzularını ifade eden özgür seçimlerin sonucunda kurulacak yeni bir yönetim ile ulusal bir çözüme ulaşması, ardından yönetim modeli ve rejimin geleceğini belirlemesi için Lübnan’a yardımcı olmasıdır.
Bu tek çözümün önünde pek çok engel var çünkü keskin uluslararası ve bölgesel çekişme Lübnan ikileminin önemli bir parçası. Ancak Lübnan'ı kurtarmaya, parçalanmasının ve bunun yansımalarının neden olacağı ek bir sorundan kaçınmaya yönelik bir uluslararası kaygı olduğu  doğruysa, o zaman illüzyonlar gerilerken, gerçekçilik ve BM’nin bir tür rol oynama şansı yükselebilir. Bunlarla birlikte de Lübnan yeniden ruhuna kavuşabilir.