Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

Mısır-Türk uzlaşısında bir gerileme mi var?

Arap devletlerinin birliğinin değeri böyle durumlarda belli olur. Türkiye, Mısır konusundaki tutumunu gözden geçirdi ve ilişkinin gidişatını düzeltmeye karar verdi. Bu düzeltmenin sadece Mısır ile değil, Kahire’nin yanında duran başta Körfez ülkeleri (özellikle de Suudi Arabistan) olmak üzere Arap ülkeleri ile de ilişkilerini düzelterek kendisine fayda sağlayacağına inandı.   
Son 8 yıl, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi’ye karşı doğrudan açıklamalar ve net duruşlarla gösterdiği düşmanlık ile geçti. Türkiye de İran gibi gece gündüz Arap bölgesinin hayalini kuruyor. Geri kazanılması gereken bir miras olduğuna inanıyor. Onun için Suudi Arabistan ve Mısır, Arap bölgesinin giriş kapıları, bu iki ülke zayıflarsa bölgeye girip en düşük maliyetle onu kontrol edebilir.
Türkiye’nin Mısır ile deneyimi üzerinde çalışılmayı hak ediyor, çünkü birçok ders içeriyor. Bunlardan en önemlisi muhalefetin baskı kartı olarak kullanılması ve iktidardaki rejimlerin karalanmasının mutlaka başarılı bir politika olmadığı ve Batılı ülkeleri Mısır cumhurbaşkanına karşı kışkırtmanın onun düşüşünü garanti etmeyeceğidir. Türkiye'nin çıkardığı en önemli ders, herhangi bir Arap ülkesini düşmanlaştırmanın, tüm Arapları birbirlerinin etrafında toplanmaya ve konumlarını güçlendirmeye teşvik edeceğidir. Arap ilişkileri ne kadar kırılgan görünürse görünsün, Arap ulusal güvenliğine yönelik krizler ve tehditler zamanında, denklemler ve söylemler değişir.
Kahire'nin Ankara'ya karşı en önemli eleştirisi, Ankara’nın Müslüman Kardeşler liderlerine ve üyelerine sığınak sağlayarak desteklemesi, Mısır'daki mevcut rejime karşı kışkırtıcı medya faaliyetlerini yürütmelerine izin vermesi. Bu unsurların çoğu kaçak ve Mısır adli makamları tarafından aranıyor. Bu dosya aynı zamanda Körfez ülkelerini ve Ürdün'ü de etkiliyor, çünkü Müslüman Kardeşler’in bu ülkedeki rejimlere muhalif pozisyonları ve hedefleri var. Grubun liderleri ve üyelerinin bazıları İngiltere veya Kanada'ya kaçarken bazıları da hapsedildi. Türkiye, Müslüman Kardeşler'e tahakküm ve büyüklenme döneminin zirvesinde ev sahipliği yaptı. Mısır'da 2013'te iktidarların devrilmesinden sonra Erdoğan, Mısır ve Suudi Arabistan'a düşmanlığını dile getirmeye başladı. Onları kızdırmak için ülkesinin kapılarını Müslüman Kardeşler’e açtı, ikisine hakaret eden ve onlara karşı kışkırtıcı yayınlar yapan uydu kanalları açmalarına izin verdi.
Türkiye, Müslüman Kardeşler üyelerine karşı cömert davrandı, ama aslında kendisini yemek için ineğini semirten çoban gibiydi. Nitekim Erdoğan bu konudaki tutumundan geri adım attı ve özellikle ekonomik olarak kayıpları büyüdüğü için Mısır ile anlaşmaya karar verdi. Ekonomik kayıplarının nedenlerinden biri, Suudi Arabistan’ın resmi olarak değil de halk düzeyinde Türk ürünlerini boykot etmeye başlamasıydı. Bu, Suudi Arabistan kamuoyunun Erdoğan’ın ülkelerinin çıkarlarına karşı çalıştığı kanaatine ulaştığının göstergesiydi. Öyle ki Türk ürünlerini Doğu Avrupa ülkelerine göndermek, “Türkiye Malı” ibaresini değiştirmek ve o şekilde Suudi Arabistan’a girmesini sağlamak zorunda kaldı. Erdoğan'a gelince, İslamcı sloganlarına ve tutumunu demokrasi ve fikir özgürlüğünü destekleme ile açıklamasına rağmen, tehlikeyi hisseder hissetmez ve Avrupa ve ABD ile anlaşmazlığının boyutu arttığı anda Müslüman Kardeşler kartını kullandı. Erdoğan, Mısır Cumhurbaşkanı'nı memnun etmek için onları bir avans olarak kullandı. Uydu kanallarını kapattı ve masraflarını kısıtladı, öyle ki bazıları Türkiye'den ayrılmak zorunda kaldı.
Kahire'nin çözüme kavuşturulmasını talep ettiği ikinci dosya ise Libya meselesiydi. Kahire, Türkiye tarafından gönderilen paralı askerlerin oradan ayrılmasını ve Ankara’nın yasadışı Libyalı milislere silah tedarikini durdurmasını talep ediyor. Türkiye, Mısır'ın taleplerini kabul etti ve Müslüman Kardeşler ile başladı. Mısır tarafının adalete teslim edilmesini talep ettiği isimlerin teslimi konusunda hala Kahire ile müzakereler devam ediyor. Fakat geçtiğimiz günlerde Türkiye, Libya'ya militan taşıyan bir uçak gönderdi. Bu gelişmeyi Türkiye'nin geri adım atması olarak mı okumalıyız? Yoksa ileriye kaçış mı? Yahut Türk Dışişleri Bakanlığı'nın dediği gibi Ankara’nın bu talepleri yerine getirmesi için 5 aya mı ihtiyacı var? Zamanlama olarak neden şimdiyi seçti?
Mısır, bugün Etiyopya'daki Nahda Barajı tarafından tehdit edilen Nil sularındaki payını savunmak için tetikte. Arap ülkelerinin Mısır ve Sudan'ın yanında durduğu bu hayati konu, Arap güvenliğinin önemli bir parçası. Bu konuya barışçıl bir çözüm umut etsek de, Etiyopya’nın inatçı tutumu karşısında Mısır'ın uzun süredir benimsediği sabırlı tutumu sürdürmesi zor. Addis Ababa, Mısır ve Sudan'ın Nil sularındaki payını azaltacak olan barajı doldurarak inatçı tutumunu sürdürürse askeri harekât seçeneği güçlü bir şekilde gündemde. Bu gergin atmosferde Türkiye, bu yüzleşmenin sonucunu bekliyor. Nil sorunu çözülene kadar zamana ihtiyacı var ve Mısır, Etiyopya’ya galip gelirse, o zaman Kahire'nin taleplerini tamamıyla yerine getirecek.
Kesin olan şu ki, Müslüman Kardeşler Türkiye'de bir yenilgi daha yaşayıp büyük bir aşağılanmaya maruz kaldı. Mısır'ı destekleyen Arap pozisyonunun da Mısır ile uzlaşarak herkesle uzlaşmaya çalışan Erdoğan'ı endişelendirdiği kesin. Bugün hiç kimse Erdoğan’ın yanında değil, ne Avrupa Birliği, özellikle de Fransa ve İtalya, ne de ABD Başkanı Joe Biden yönetimi, büyük Arap ülkeleri, hatta Kanal İstanbul projesi nedeniyle kızgın Ruslar. Bunların hepsinin yerel ekonomik duruma ve her yönde telaşla çözüm arayan Erdoğan'ın siyasi imajına büyük etkisi oldu.