Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 8: Arafat Filistin, Lübnan ve Suriye’ye komplo kurdu

Dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed ve Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın bir toplantıdaki arşiv fotoğrafı (Şarku’l Avsat)
Dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed ve Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın bir toplantıdaki arşiv fotoğrafı (Şarku’l Avsat)
TT

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 8: Arafat Filistin, Lübnan ve Suriye’ye komplo kurdu

Dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed ve Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın bir toplantıdaki arşiv fotoğrafı (Şarku’l Avsat)
Dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed ve Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın bir toplantıdaki arşiv fotoğrafı (Şarku’l Avsat)

Suriye’nin eski Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın Şarku’l Avsat tarafından yayınlanan anılarının sekizinci bölümünde 1976 yılında Lübnan’a yapılan askeri müdahalenin belirleyici anlarını, Arap Caydırma Kuvvetleri oluşturulurken Arap devletleri ile Şam rejimi arasında gerçekleştirilen telefon görüşmelerini ve Esed güçlerinin buradaki rolünü anlatıyor.
Haddam, günlüğünde bu konuya ilişkin şu ifadelere yer veriyor: “Filistin liderliği ve müttefik Lübnanlı partilerin mücadelenin devamı ve Zahle ile Lübnan’ın kuzeyinde Hristiyan köylerindeki kuşatmayı kaldırmayı reddetme konusundaki ısrarı karşısında, Lübnan halkına, Suriye’ye ve Araplara dokunabilecek zararlar göz önüne alındığında Suriye’nin askeri müdahalesi, bu kirli savaşı durdurmayı acil bir konu haline getirdi. Kuvvetlerimiz 1 Haziran 1976 tarihinde harekete geçerek Lübnan sınırını geçti. Aynı gün dönemin Sovyetler Birliği Başbakanı Aleksey Kosıgin, Şam’a ulaştı.”
Haddam, dönemin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Yürütme Komitesi Başkanı Yaser Arafat (Ebu Ammar) ile saha ve diplomatik alanlarda girilen çatışmaya, özellikle de Suriye’nin Lübnan’a girişi ile aynı zamana denk gelen toplantıya anılarında büyük bir bölüm ayırıyor. Haddam bu konuda: “1 Haziran 1976 tarihinde Bağlantısızlar Hareketi Koordinasyon Ofisi Cezayir'de bir toplantı düzenledi. Toplantıya teatral bir konuşma yapan Arafat da katıldı. Filistin devrimine ve Lübnan'daki ulusal güçlere karşı ABD, Fransa ve İsrail’in ortak bir komplosundan bahsetti. Suriye’ye işaret ederek bu komplonun Araplar tarafından gerçekleştirilmesinden endişe ettiğini dile getirdi” ifadelerini kullandı. Haddam, Arafat’a herkesin duyması için yüksek bir sesle cevap verdiğini söylüyor ve şu ifadeleri kullandığın belirtiyor: “Her zaman yaptığın gibi yalan söyledin Yaser. Suriye ve Filistin meselesine zarar verdin. Sen, Lübnan’ı ve Filistinlileri bölüyor, İsrail’e hizmet ediyorsun.”
Lübnan’da yeni cumhurbaşkanı seçimleri için anayasal düzenlemeler konusundaki tartışmalar devam ederken, anlaşmadan görüldüğü üzere Cumhurbaşkanı Süleyman Franjiye yeni Cumhurbaşkanı Élias Sarkis’in savaşı sona erdirme ve uzlaşı sağlanması, yetkilerini kullanabilmesi için istifa edecekti. Seçim yapılmış olmasına rağmen, gerilim devam ediyordu. Çatışmalar devam etti ve Kemal Canbolat liderliğindeki Ulusal Hareket’in kampanyası gerilimi yükseltti. Öte yandan Filistin yönetimi de ateşle oynamayı sürdürerek savaşın ciddi bir şekilde durdurulup anayasa belgesine göre krizi sona erdirmek üzere ulusal diyaloğun başlamasını önlemek için provokasyonlarına devam etti.
Abdulhalim Haddam, konuya ilişkin olarak anılarında şu bilgilere yer veriyor:
1976 yılının Mayıs ayında bana Cumhurbaşkanı Sarkis’ten bir mesaj getiren Karim Pakradouni'yi kabul ettim. Bana şunları söyledi: “Size Cumhurbaşkanı Sarkis’ten bir mektup getirdim. Fikirlerini açıklamak için ilk temasının Suriye ile olması gerektiğine inanıyor. Sarkis, atılması gereken ilk adımın çatışan taraflarla siyasi diyalog gerçekleştirmek olduğuna inanıyor. Bu iki aşamada gerçekleşir: Öncelikle taraflardan kavgayı bitirmeleri istenir. Daha sonra, olumlu bir sonuca varan bir yuvarlak masa toplantısı düzenlenir.”
Pakradouni, Beyrut’taki durumun Arafat’ın çözemeyeceği kadar sert olduğunu ve Sarkis’in bir eylem planı hazırladığını söyledi. Sarkis’in siyasi başarı umudunun zayıf olduğunu düşündüğünü ancak yine de bu işi Lübnan ve Suriye inisiyatifi yararına yapmak zorunda kaldığına işaret etti. Canbolat’tan başlayarak tüm taraflarla temaslarda bulunacağını ifade etti. Pakradouni, “Bize gelince (Ketaib Partisi) herhangi bir şart koşmaksızın onu özgür bıraktık. Sarkis, siyasi uzlaşmanın sonuçları ne olursa olsun Suriye girişiminin devam etmesi gerektiğine inanıyor. Siyasi çözümü başarılı kılmak için ona yardım etmenizi istiyor. Sarkis ayrıca devir-teslimin nasıl olacağı konusunda anlaşmak için Franjiye ile bir araya gelecek. Sarkis, Parlamento’da yemin etmesi için yeterli çoğunluğu sağlamadan Franjiye’nin istifasını açıklamasının ülkeyi anayasal bir boşluğa düşürmesinden endişe ediyor. Bu, Arafat yönetimi ve Lübnan’daki bazı tarafların arzu ettiği bir durum. Bu nedenle bir parlamento oturumu düzenlenip Franjiye’nin istifasını sunup, yeni Cumhurbaşkanı’nın yemin etmesi gerekiyor” dedi.
Pakradouni, ayrıca Cumhurbaşkanı Franjiye’nin istifasının ancak Sarkis’in yemininden sonra geçerli olmasını Temsilciler Meclisi’ne sunmasını önerdiğini söyledi. Ona bunun anayasal olarak mümkün olmadığını, istifanın beklemeye alınamayacağını söyledim. Bu nedenle de Franjiye’nin istifasını Sarkis’in önüne koymasının ve Parlamento’da bir oturum düzenlenip istifanın sesli okunmasının ardından Sarkis’in Cumhurbaşkanlığı yemini etmesinin en iyisi olduğunu ifade ettim.
Franjiye görevi Sarkis’e devretmeye hazırlanırken gerilimi azaltmak için gösterilen çabalara rağmen ulusal ve ilerici partilerin güçleri, Arafat ve grubunun gerilimi artırme ve dolayısıyla çatışmayı devam ettirme çabalarına ek olarak Raymond Edde, Kemal Canbolat ve Saeb Salam ittifakından sonra siyasi atmosferin tansiyonu daha da yükseldi.  
Filistin güçleri ve Lübnanlı müttefiklerinin askeri baskısı Cebel-i Lübnan ve Beyrut’ta yoğunlaştı ve güneyde bazı Hristiyan güçlere yönelik saldırılar gerçekleştirildi. Ayrıca Zahle ve Kobayat (Qoubaiyat) ve Andaket’in de aralarında bulunduğu Akkar’daki Hristiyan köylerine uygulana abluka sıkılaştı. Lübnan İsrail'e, müdahale etmesi ve Lübnan arenasında bir müttefik bulması için en iyi fırsatları sağlayan mezhepsel katliamlar çemberinin genişlemesiyle tehdit edilir hale geldi.
Çatışmalardaki tırmanış devam ederken Canbolat bazı tekliflerde bulundu. Bunlardan bazıları şöyleydi: Savaşçılar mevzilerinden çekilmeden ciddi bir ateşkes sağlanması, ön koşul olmaksızın yuvarlak masa müzakereleri gerçekleştirmek, Suriye ordusunun kademeli bir şekilde geri çekilmesi. Ayrıca yuvarlak masa gündeminin aşağıdaki gibi belirlenmesi: Siyasi reform, Anayasa ve siyasi sistemin bazı maddelerini değiştirilmesi, bir sonraki yönetim şekli ve siyasi güçlerin temsil yüzdesi, kurumların mezhep temelinde değil, ulusal bir düzende yeniden düzenlenmesi.
Canbolat’ın Lübnan’da yeni bir rejim inşa etme vizyonu oldukça açıktı. Böylece Lübnanlılar mezhebi ve dini kimlikleri esas alan kota sisteminden kurtulacak ve bu, Lübnan toplumun bazı kesimleri açısından bir garanti oluşturacaktı. Ülke yönetimindeki Maruni hakimiyetine son verecekti. Filistin liderliği ve müttefik Lübnanlı partilerin mücadelenin devamı ve Zahle ile Lübnan kuzeyindeki Hristiyan köylerindeki kuşatmayı kaldırmayı reddetme konusundaki ısrarı karşısında ve Lübnan halkına, Suriye’ye ve Araplara dokunabilecek zararlar göz önüne alındığında Suriye’nin askeri müdahalesi, bu kirli savaşı durdurmayı acil bir konu haline getirdi. Kuvvetlerimiz 1 Haziran 1976 tarihinde harekete geçerek Lübnan sınırını geçti. Aynı gün dönemin Sovyetler Birliği Başbakanı Aleksey Kosıgin, Şam’a ulaştı.
1 Haziran 1976 tarihinde Bağlantısızlar Hareketi Koordinasyon Ofisi Cezayir'de bir toplantı düzenledi. Toplantıya teatral bir konuşma yapan Arafat da katıldı. Söz konusu konuşmasında öne çıkan noktalar şöyleydi: “Filistin devrimi ve Lübnan ulusal güçlerine karşı bir ABD-Fransa-İsrail komplosu söz konusu. Bunun, Arapların elleriyle gerçekleştirilmesinden endişe ediliyor. Fransa, Hıristiyan tecrit bölgelerini işgal edecek. Arap güçleri ise devrimi sınırlamak, ayrıca onu ve ulusal hareketin milislerini vurmak için ulusal bölgeleri işgal ediyor.”
Konuşması sona erdikten sonra söz istedim. Oturum Başkanı dönemin Cezayir Dışişleri Bakanı Abdulaziz Buteflika idi. Arafat’a sert bir yanıt vereceğimi anladığı için bana söz hakkı vermekten kaçındı. Arafat adeti olduğu üzere bana cevap verme hakkı verilmesinin yalanlarını ortaya çıkaracağını anladı ve teatral bir hareketle heyetleri selamlamaya başladı. Yanıma ulaştığında ayağa kalkmadım. Karşımda durup bana “Ebu Cemal, neyin var?” dedi. Herkesin işitebileceği yüksek bir sesle cevap verdim ve şunları söyledim: “Her zaman yaptığın gibi yalan söyledin Yaser. Suriye ve Filistin meselesine zarar verdin. Sen Lübnan’ı ve Filistinlileri bölüyor, İsrail’e hizmet ediyorsun. Yaser yolun Araplara doğru değil, İsrail’e doğru.” Bana şöyle cevap verdi: “Lübnan'a girdiniz ve bize saldırdınız.” Ona, “Bölünme için çabalayan herkesi hedef alacağız. Kan döken herkesi yargılayacağız. Lübnan, Filistin değil. Lübnan, Filistin ve Suriye'ye karşı komplon için çok büyük bir bedel ödeyeceksin” dedim. Bunun üzerine Buteflika yerinden kalkıp bize doğru geldi. Bizi yatıştırmaya çalıştı. Fakat Arafat’la tokalaşmayı reddettim.
Öğleden sonra saat 13.00 sularında aralarında Libya Dışişleri Bakanı Ali Triki’nin de bulunduğu bir grup arabulucu gelip bana Arafat’la öğle yemeği yemeyi teklif etti. Sözlerini geri alıp yeniden düzenlenmiş bir konuşma yapmasını şart koştum. Nitekim, konuşmayı yeniden kaleme alıp Komite’nin ofisine gönderdik. Sonra öğle yemeğini birlikte yedik. Yemekte FKÖ’nün yaptığı hatalar ve liderlerinin Filistin meselesi ve Lübnan’a verdiği zararlara değindim. Konuşmalarının başlıca özelliğinin manevra ve yalan olduğuna işaret ettim. Arafat, ‘kontrollü’ ve nazikti. Daha sonra bu nezaketin sebebinin güçlerimizin Lübnan topraklarında kaydettiği ilerleme olduğunu anladım. Güçlerin ilerleyişini durdurması için Devlet Başkanı ile temasa geçmem konusunda ısrar etti. Nitekim Şam'a olanları anlatan bir telgraf gönderdim (...)
Filistin Koalisyonu, bazı Lübnanlı güçlerle birlikte 2 Haziran 1976 tarihinde Suriye güçlerinin Lübnan’a girişini protesto etmek için genel grev çağrısında bulundu. Filistinli milisler ve müttefik partilerinin milisleri (Komünist Parti, Komünist Hareket Örgütü, Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi, el-Murabitun ve Arafat'ın ‘Fetih’ten dayattığı diğer örgütler) dükkan ve mağaza sahiplerine yıkım ve yağma tehditleriyle kapatma baskısı uyguladı. Korku halkı greve değil, kapanmaya zorladı.
Grevin yalnızca Filistin güçleri ve müttefikleri tarafından kontrol edilen bölgeleri kapsadığını söyleyebiliriz. Fakat diğer bölgelere gelince Cumhurbaşkanı Franjiye’nin talebi üzerine Suriye güçlerinin girişi, tehdit altındaki Hristiyan bölgelerdeki kuşatmayı ve endişeleri ortadan kaldırdığından dolayı onlar için durum farklıydı.
3 Haziran’da Lübnan Ulusal Hareketi, Canbolat başkanlığında bir toplantı gerçekleştirdi ve “Tüm Lübnan bölgelerini kapsayan genel grevin ezici başarısını, kitlelerin Suriye askeri işgalini reddeden duruşunun ve her dış müdahalenin kanıtı olarak ve hem iç hem de dış, geniş bir halk kampanyasının başlangıcı olarak kabul edilir. İşgal ve müdahale güçleri karşısında Lübnan ve Filistin ulusal iradesini dayatıyor” ifadelerinin yer aldığı bir bildiri yayınlandı. Lübnan Arap Ordusu komutanının işgale direnme girişimini desteklediğini ve bu cesur vatansever pozisyon ve Suriye işgaliyle ilgili gelecek dönem cumhurbaşkanına sunulacak bir muhtıranın onaylanması konusunda ulusal hareket ile Arap Lübnan Ordusu arasında bir uyum bulunduğunu teyit etti.
Öte yandan Lübnan ordusundan ayrılan Lübnan Arap Ordusu Komutanı Teğmen Ahmed el-Hatib, Suriye ordusuna karşı çıkmak için çağrıda bulundu.
Medyadaki bu gürültüye rağmen, Arafat ile bağlantılı Filistinli grupların silahlı adamları ve Lübnanlı partilerdeki müttefikleri güçlerimizin ilerlemesinden kaçıyorlardı. Arafat her zamanki gibi bağırmaya, haykırmaya ve provoke etmeye başladı. Bir Arap Birliği toplantısı gerçekleştirme çağrısında bulundu ve toplantının 9 Haziran'da yapılması planlandı.
9 Haziran sabahı Kahire’ye gittim. Orada beni Kahire Maslahatgüzarımız Me’mun el-Atasi karşıladı. Uçak durduktan sonra uçağa binip yanıma gelerek dün yani 8 Haziran’da bir toplantı gerçekleştirildiğini bildirdi.  Toplantı sonucunda Şam’a gitmek üzere Bahreyn Dışişleri Bakanı Muhammed bin Mübarek bin Hamad Al Halife, Cezayir Dışişleri Bakanı Abdulaziz Buteflika, Libya Dışişleri Bakanı Libya Triki ve Arap Birliği Genel Sekreteri Mahmud Riyad’tan oluşan bir heyet oluşturulduğunu bildirdi. Pilotlardan Cumhurbaşkanı Esed ile görüşmek üzere Şam’a dönüş için acil bir kalkış planı hazırlamalarını istedim. Atasi’den Şam’la temasa geçip ben gitmeden önce heyetin kabul edilmemesini istediğimi bildirmesini söyledim.
Bundan önce Atasi, bana bakanlar toplantısından çıkan karar metni hakkında bilgi verdi. Karar metninin bazı maddeleri şöyleydi: “Tüm taraflardan savaşı derhal durdurmaları talep edilecek. Lübnan'da güvenliği ve istikrarı sağlamak için Birlik Genel Sekreteri gözetiminde sembolik Arap güvenlik güçleri oluşturulacak. Bu güçler, çalışmalarına başlamaları için derhal harekete geçirilip Suriyeli güçlerin yerini alacak. Arap Güvenlik misyonu, Lübnan Cumhuriyeti'nin seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın talebi üzerine sona erer. Şam'a bir bakanlık misyonu gönderilecek. Kardeş halkın ve ulusal topraklarının birliğini, egemenliğini, güvenliğini ve istikrarını korumak için tüm Lübnan partilerini, seçilmiş cumhurbaşkanının gözetiminde kapsamlı bir ulusal uzlaşma yapmaya çağırılacak. Arapların Filistin devrimini destekleme, onu tüm tehlikelerden koruma ve bunun için etkili gücün tümünü sağlama taahhüdü vurgulanacak.”
Atasi’den öğrendiğime göre karar tasarısının, Suriye’ye yönelik bir saldırı başlatan Arafat tarafından sunulduğunu öğrendim. Görüşme sırasında ağlayan Arafat şu ifadeleri kullanmış: “Şimdi Suriye uçakları Beyrut'u bombalıyor. Suriye uçakları kampları hedef alıyor. Suriye güçleri Lübnan köylerini yerle bir ediyor.”
Hemen Şam’a döndüm. Şam Uluslararası Havaalanı Müdürü, Arap bakanların uçağını benim varışım sonrasına kadar havada tuttu. Esed ile telefonla görüştüm. Bakanları kabul etmeden önce olanı biteni anlattım. Bunun üzerine Esed, Arap Birliği’nin benim katıldığım ve Suriye’nin fikirlerinin de dinlendiği yeni bir toplantı gerçekleştirmesinden önce herhangi bir konuyu ele almayı reddetti.
10 Haziran’da bir toplantı gerçekleştirilmesini kabul ettik. Nitekim Arap Birliği’nin Kahire’deki merkezine gittim. Salona girdim. Atmosfer gergindi. Arafat’ın grubu, yanlarından sarkan silahlarıyla odaya dağılmış durumdalardı. Kuveyt Dışişleri Bakanı Şeyh Sabah el-Ahmed, bana dönüp Filistinliler gergin olduğu için dikkatli olmamı söyledi. Kahire'de Filistinliler tarafından öldürülen Ürdün Başbakanı Vasfi et-Tel'in başına gelenlerden endişe duyuyordu. Ona şöyle cevap verdim: “Ben Vasfi et-Tel değilim ve Suriye, Ürdün değil. Bu tiyatrolardan korkmayın. Biz kardeşleri iyi tanıyoruz. Desteğinizi kazanmak için sizi korkutmak istiyorlar. Bu gibi oyunların bize işlemediğini biliyorlar. Ödeyecekleri bedeli biliyorlar. Bu yüzden endişelenmeyin.”
Salonda birkaç adım attım. Bazı bakanların sırtlarını dönüp benimle görüşmekten, selam alıp vermekten kaçınmaları karşısında şoka uğradım. Salona girişimle Arafat’ın sesi yükseldi: “Sevgili Ebu Cemal nerede kaldı” diyerek bana doğru döndü. Gelip beni öptü bunun üzerine orada bulunanlardan bir alkış koptu. Saatler önce bağırıyor, ağlıyor ve Suriye yönetimine küfrediyordu. Şimdi ise Suriye Dışişleri Bakanı’yla kucaklaşıp öpüyor.
Toplantıda şunları söyledim: “Yaser, önceki toplantılarda kardeşlere anlattığın size karşı gerçekleştirilen katliamlar nedeniyle gözyaşlarımı silmek için Şam'dan yanımda iki mendille geldim. Senin yerin burası değil Yaser, senin yerin Rihany tiyatrosu (Beyrut’ta). Çünkü sen bir oyuncusun.” Sözümü kesip, “Ben, Filistin halkını temsil ediyorum” dedi. Ona, “Sen tiyatro sahnesindeki bir oyuncusun ve Filistin halkının düşmanısın. Yaser, sana yediğin kaba tükürmemeni tavsiye ederim. Çünkü dönüp, tükürdüğünü yalayacaksın. Yöntemlerin Filistin davasını yok edecek” dedim.
Daha sonra bakanlar dönüp (…) Suriye güçlerine yapılan herhangi bir atfın silinmesi ve bu güçlerin çalışmalarının Lübnan egemenliği çerçevesinde geldiğinin vurgulanması için benim katılımımdan önce alınan kararların yeniden gözden geçirilmesini istedim. Bir tartışmanın ardından Konsey talebimi kabul etti.
Kuvvetlerimiz büyük bir ilerleme kaydetmişti. Savfar’a (Saofar) ulaşmış, Bhamdoun’un kapılarına dayanmıştı. Libya, harekete geçti. Libya’dan Abdusselam Callud beraberinde Cezayir Dışişleri Bakanı Abdulkerim bin Mahmud ile Şam’a gelip 12 Haziran’da Devlet Başkanı Esed ile bir görüşme gerçekleştirdi. Bazı noktalarda anlaşma sağlandı. Bazıları şöyleydi: “Suriye’nin Arap barış gücüne katılımı, Savfar'dan Dehr el-Beydar'a, Beyrut'tan ve güneyden çekilme, Siyasi çözüme başladıktan sonra tamamen geri çekilme.”
Gece saat 00.00 sularında Esed, beni arayıp anlaştıkları noktaları söyledi. İtiraz edip şöyle dedim: “Savfar'dan Dehr el-Beydar'a çekilme, Filistin tarafına daha sonraki bir aşamada Cebel-i Lübnan’a saldırmak için kullanacakları askeri avantajlar sağlayacak ve Bekaa’daki güçlerimiz kan kaybedecek. Nabaa, Karantina ve el-Maslakh'ın Ketaib Güçleri’nin eline düşmesinden sonra Batı Beyrut'u ve varoşları korumak için girdiklerinde, 1975'ten beri güçlerimizin olduğu Beyrut ve Sayda'dan çekilmeliyiz. Kuvvetlerimiz kuzeyde, Bekaa'da ve Savfar'da güçlendirilmelidir çünkü bunlar Canbolat’a baskı noktalarıdır.”
Esed, konuyu görüşmek için Hava Kuvvetleri Komutanı Naci Cemil ve Genelkurmay Başkanı Hikmet eş-Şihabi ile görüşme talep etti. 13 Haziran’da Şihabi’nin ofisinde toplandık. Devlet Başkanı Esed’in görüşüne sunmak üzere şu noktalar üzerinde anlaştık: Suriye, Arap Birliği girişiminin başarısı, alınan kararların uygulanması, Arap Birliği Konseyi kararlarında atıfta bulunulan Arap güçlerinin oluşturulması çalışmalarına destek veriyor. Arap güçleri oluşur oluşmaz, Suriye güçleri Beyrut ve Sayda'dan çekilecek. Suriye bu güçlere Arap barış gücünün emriyle belirlenen büyüklükte katkıda bulunacak. Suriye güçleri, Lübnan'daki meşru otoritelerle mutabık kalınarak Arap Birliği'nin hazırladığı bir plana göre Lübnan'dan çekilecek.
Bu noktaları Esed’e telefonla bildirdim. Toplantı talep ettim. Ardından Callud ve Bin Mahmud’a Arap barış gücüne katılmayı kabul ettiğimizi ve güçlerimizi doğrudan ve derhal Beyrut ve Sayda'dan ayrıca Savfar'dan çekmeye hazır olduğumuzu, Suriye güçlerinin Lübnan'dan nihai olarak çekilmesinin siyasi çözüme bağlı olduğunu bildirdik.
13 Haziran’dan sonra Callud ve Bin Mahmud’un konakladıkları yere gittim. El-Fetih Hareketi’nden Muhammed Guneym ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) lideri Ahmed Cibril ile bir aradaydılar. Callud, gergindi. “Bir şeyleri çözmek istemiyorsunuz, uyum göstermeniz gerekiyor. Bozguncusunuz. Bir çözüm istemiyorsunuz. Beyrut’a gitmeyeceğim” dedi. Callud’a “Evet, kardeşler çözüm istemiyorlar. Söylemleri bunu gösteriyor. Arafat bazı Arap bakanlara ‘Suriye'ye yardımınız Filistinlileri katletmek demektir’ diyor. Filistin davası savaşçısının böylesine ölümcül bir sapmaya düşmesi acı verici” dedim. Cibril ve Guneym, onu savunmaya çalıştılar. Onlarla tartışmayı reddettim.
Bu sırada dostum Muhammed Haydar geldi ve Callud'u, Filistinli liderler ve Lübnan ulusal hareketi ile görüşmek üzere Lübnan'a birlikte gitmeye ve üzerinde anlaştığımız noktaları sunmaya ikna etti. Kısa bir süre sonra Arafat, kendisine anlaşma noktalarını bildiren Kahire’den Callud'u aradı. Arafat, bunları kabul ettiğini ve bir onay telgrafı göndereceğini söyledi.
Filistin tarafıyla yapılan tüm tartışmalardan açıkça görülüyor ki, liderliği, Lübnan'daki soruna nihai bir çözüme ulaşmak istemiyor, özellikle de bu çözüm Lübnan devletinin güçlerini geri kazanmasına yol açacaksa. Çünkü bu, FKÖ ve onun hiziplerinin Kahire Anlaşması'na uyması ve Lübnan devletinin egemenliğine saygı duyması gerekliliğini doğuracaktır (...)
Filistinli grupların liderlerinin yaptığı en tehlikeli şeylerden biri, bazı Arap ülkelerinin iç işleriyle meşgul olmaları ve Arap anlaşmazlıklarına müdahil olmalarıdır (...) Bunlardan biri de Irak ve Suriye arasındaki anlaşmazlık ve Irak liderliğinin oluşumunun kullanımı ve Suriye sınırındaki güçlerin seferber edilmesine katılımı. Irak ile ilişkilerimizi tartışırken bu konuyu gündeme getirdim.
O günlerde, bazı Iraklı güçler gerçekten de Suriye'ye baskı yapmak için Suriye sınırına gittiler. Ancak bu oyun, Irak liderliğinin geri kalmışlığını ve kararlarının sığlığını yansıtmasının yanı sıra sefil bir başarısızlıktı. Aynı zamanda Filistin liderliğinin aptallığını, FKÖ’yü Filistin davasına büyük zarar veren pozisyonlara ve koşullara itmesini yansıtıyordu.
Bu vesileyle Ürdün Başbakanı Zaid Rifai, Haziran’da beni aradı ve Irak güçlerinin Suriye sınırındaki seferberliğinin bir gövde gösterisi, Lübnan'daki baskıyı hafifletmek için bir medya kampanyası ve Suriye’de iç hareketi teşvik etme çabası olduğunu bildirdi. Sınırı geçme niyeti bulunmadığına işaret etti. İlgilerinin yabancı kaynaklara dayandığını belirtti. Rifai’ye teşekkür ettim ve “Bu konuda herhangi bir endişemiz yok. İki ülke ve ulusa büyük zarar vermemek için, Suriye ve Irak orduları arasında bir çatışmadan kaçınmak istiyoruz. Ama kardeşler işin içine müdahil olursa tepki sert olur” dedim.
Arap Birliği Konseyi kararının 10 Haziran’da yayınlanmasının ardından Birlik Genel Sekreteri Mahmud Riyad harekete geçip Beyrut’a bir ziyarette bulundu.  15 Haziran’da Şam’a dönen Riyad ile görüşmeyi akşam saat 20.00 sularında kabul ettim. Riyad, görüşmede Lübnan Cumhurbaşkanı Süleyman Franjiye ile yaptığı görüşmeden bahsetti.
Aşağıdakiler üzerinde anlaştıklarını söyleyerek şu ifadeleri kullandı: “Arap Birliği’nin kararına ilişkin 10 Haziran'da yapılan açıklamaların ardından yapılan toplantının sonucu (...) Sayın Cumhurbaşkanı kolektif bir Arap girişimi olduğu için bu kararı onayladı. Ayrıca iki girişimin de savaşı durdurma ve barış getirme umudu taşıdığını ve Suriye girişimine bağlılığını ifade etti.”
Bunun üzerine ona tartışmanın en önemli noktalarını sordum. Riyad, “Suriye’nin görevini tamamlamasını istiyorlar. En önemli şeyin Filistinlilerin elinden silahları çekmek olduğunu düşünüyorlar. Böylece tüm savaşçıların elindeki silahlar alınıp Arap güçlerine teslim edilebilir. Hatta Camille Chamoun: Neden Suriye, Arap Birliği’nin kararını uygulayacak temsilci olarak tek kalmıyor? diye sordu. Suriye'nin kararı çıkarıldığı gibi kabul ettiğini ancak bu yükü tek başına taşımasını istemediğimizi söyledim. Onların izlenimine göre, Filistinliler kararda Suriye'nin inisiyatiflerinden nihai olarak çekilmesini görüyorlar ve bunu asla istemiyorlar” şeklinde yanıt verdi.
Riyad, “Onlara açıkça Arap Birliği’nin kararı ya da Arap girişimini onaylayıp onaylamadıklarını sordum. İlkesel olarak karara itiraz etmediklerini söylediler. Ancak bazı değerlendirmelerde bulundular. Örneğin güvenlik gücü konusunda caydırıcı bir güç olmasını kabul ettiler. Libya, Cezayir, Irak, Güney Yemen ve Filistin gibi bazı Arap ülkelerinden Arap güçlerinin katılımına ilişkin çekincelerini dile getirdiler. Libya'nın harekete geçme yetkisine sahip olduğumu söyledim. Cezayir'e gelince, yetkilileriyle iletişime geçilmesi gerektiğine işaret etti. Lübnanlılar, Suriye'nin inisiyatifini sürdürmesini ve Filistin direnişi Kahire Anlaşması'nı tam olarak uygulayana kadar güçlerini geri çekmemesini istiyorlar. Franjiye, Devlet Başkanı Esed ve Suriye’ye güveninin tam olduğunu ve Esed’in uygun gördüğü her şeyi kabul edeceğini söyledi. Suriye dışında başka bir yol ile hiçbir şey yapamayacağımızı ve Esed’le istişarede bulunacağımı söyledim. “Suriye'nin güçlerini, yerine Arap güçlerinin yerleşmesi için bazı bölgelere çekeceğini varsayarsak mesela Sayda’dan çekip yerine Libya güçleri geçerse tutumunuz ne olur? şekilnde bir soru yönelttiğini söyleyen Riyad, Franjiye’nin bu konuda karar vermeyi Esed’e bırakacağını bildirdiğini ifade etti.
Ben de: Güvenlik güçlerinin Sayda'ya yerleştirilmesini gerekli görmüyoruz. Çünkü güvenlik güçlerinin asıl görevi Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında aynı şekilde farklı gruplar arasında güvenliği sağlamaktır. Güvenlik sağlamak ve emniyetsizlik sonucu ateşkes sonrası gerçekleşmesi beklenen suçları önlemek için bir otorite bulunmalıdır. Bu kuvvetlerin en önemli görevlerinden biri istikrar ve güvenliği sağlamaktır” dedim. Ayrıca “Kuvvetlerin büyüklüğü ile ilgili olarak neyi tartıştınız? Katılımcı ülkelerden gelen kuvvetlerin büyüklüğünün eşit olması için bir sebep yok” diye sordum. Riyad, “Bence, belkemiği Suriye kuvvetleri, geri kalan kuvvetlere sınırlı görev verilebilir” şeklinde yanıt verdi.
Genel Sekreter, “Şu an önemli olan konu düzenleme. Çünkü tüm tarafların ilkesel olarak kabul ettiğini düşünüyorum. Arafat, Konsey’le hemfikir ve FKÖ’nün tüm hiziplerini temsil ediyor. Hristiyan tarafı da onayladı. Hatta Cumhurbaşkanı seçilen Sarkis ve mevcut Cumhurbaşkanı Franjiye de tamamen aynı fikirde olduklarını ifade ettiler” dedi.
Genel Sekreter, "Arap güçlerinin geçmesi için Şam-Beyrut yolunun açılmasının düşünülmesi (...)" önerisinde bulundu.
“Bütün bu konuları bu akşam Esed ile tartışacağım ve yarın işin mekaniği için tam kavramları geliştirmek amacıyla görevli asker kardeşlerin de dahil olduğu bir toplantı yapabiliriz” şeklinde yanıt verdim.
Akşam saat 23.00'de Lübnan Kamu Güvenliği Müdürü Albay Antoine Dahdah'ı kabul ettim. Güçlerimiz ve Hristiyan bölgeleri arasında coğrafi temas kurmanın yanı sıra havalimanı bölgesinde bir tabur özel birimin konuşlandırıldığı Beyrut'tan çekilme sorununu gündeme getirdim. Beyrut'tan çekilmenin bir felaket olduğunu ve savunma pozisyonlarının iyi olduğunu, ancak bir saldırı yapamayacaklarını söyledi. “Ordu ‘gevşek’ ancak savaşanlar partiler. Yeni cephane, silah ve 160 havan satın aldılar. Arap müdahalesini reddediyorlar ve Suriye'nin girişimini ve çalışmalarını sürdürmek istiyorlar” dedi.
Lübnan topraklarına girmemiz kanlı katliamları durdurmuş ve Fransa ile güçlü ilişkileri olan Maruni tarafından uygulanan baskıyı kesintiye uğratmış olsa da, başta Fransa olmak üzere Avrupa hükümetlerinin Lübnan'daki politikamızı anlamadıklarını belirtmekte fayda var. Esed'in 17 Haziran'daki Paris ziyareti sırasında, Cumhurbaşkanı  Valéry Giscard d'Estaing ile yapılan görüşmelerin ana konusu Lübnan’dı.

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 1: ‘Esed, Irak muhalefetine sahte vaatlerde bulunmayı önerirken Hatemi bir Kürt devletine karşı uyarı yaptı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 2: ‘Esed fikrini değiştirdi, Lahud’a verdiği süreyi uzattı. Suriye uluslararası iradeyle çarpıştı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 3: ‘Hariri, Canbolat’ın teklifi üzerine bizimle bir araya geldi. Hafız Esed kendisini sınadı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 4: ‘Güçlerimiz Hizbullah’ın kışlasına saldırdı’

Eski Suriye Dışişleri Bakanı Haddam’ın günlükleri 5: Bush, Avn’ın ‘engel’ olduğunu bildirdiği bir mektup gönderdi… Esed bunu isyanı sonlandırmak için bir ‘yeşil ışık’ olarak nitelendirdi

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 6: Saddam ile Rafsancani arasında gizli barış mektuplaşmaları

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 7… Rafsancani’den Saddam'a: ‘Arap milliyetçiliğinden bahsediyorsunuz ama Kuveyt’in işgal edilmesine karşı çıkmamızı eleştiriyorsunuz’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 9: Suudi Arabistan, İsrail-Suriye füze ​​krizinin çözümünde önemli rol oynadı

 


Ateşkese rağmen İsrail saldırıları Gazze’de can almaya devam ediyor

Filistinliler Pazartesi günü Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bir dağıtım noktasından ekmek almak için bekliyor (Reuters)
Filistinliler Pazartesi günü Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bir dağıtım noktasından ekmek almak için bekliyor (Reuters)
TT

Ateşkese rağmen İsrail saldırıları Gazze’de can almaya devam ediyor

Filistinliler Pazartesi günü Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bir dağıtım noktasından ekmek almak için bekliyor (Reuters)
Filistinliler Pazartesi günü Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bir dağıtım noktasından ekmek almak için bekliyor (Reuters)

İsrail güçleri, Gazze Şeridi’nde yürürlükte olan ateşkes anlaşmasını ihlal etmeyi sürdürerek her gün yenilenen saldırılarla yeni can kayıplarına neden oluyor.

Son olarak, iki ayrı olayda 3 Filistinli öldürüldü. Gazze kentinin doğusundaki Şucaiyye Mahallesi’nde bir insansız hava aracının hedef aldığı iki genç yaşamını yitirirken, Beyt Lahiya’nın kuzeybatısındaki Atatara bölgesinde bir başka Filistinli, İsrail’e ait bir drone tarafından vurularak öldürüldü.

Saha kaynaklarına göre, Atatara’da öldürülen gencin, ateşkes hattını belirleyen “sarı çizgi”ye yaklaşık 250 metre mesafede, uzaktan kumandalı küçük bir drone ile hedef alındığı belirtildi.

df
Trump'ın planına göre Gazze'den çekilmenin aşamalarını gösteren harita (Beyaz Saray)

Öte yandan İsrail topçuları, Gazze Şeridi’nin güneyindeki Han Yunus’un doğusunda bir grup vatandaşı hedef aldı; saldırıda bir baba ve kızı yaralandı.

Kış koşulları nedeniyle çadırları ve eşyaları zarar gören Gazzelilerden onlarcası, Han Yunus’un doğusundaki Zinne, Beni Suhîle ve Absan bölgelerine dönerek evlerine ve eşyalarına ulaşmaya çalıştı.

Aynı dönemde, Orta Gazze’deki El-Bureyc Kampı yakınlarındaki Selahaddin Caddesi’nde, kimliği belirsiz kişilerce açılan ateş sonucu bir Filistinli daha hayatını kaybetti. Bağımsız kaynaklarca doğrulanmayan iddialara göre saldırıyı düzenleyenlerin İsrail’in özel bir birimine mensup olduğu öne sürüldü. Yerel kaynaklar, öldürülen kişinin Direniş Komiteleri’nin askeri kanadı Nasır Selahaddin Tugayları’ndan aktif bir isim olan Vasim Abdülhadi olduğunu bildirdi.

Kimliği belirsiz cenazeler defnedildi

Gazze Sağlık Bakanlığı, kimlik tespiti yapılamayan ve İsrail tarafından uzun süre alıkonulan 14 Filistinlinin defnedildiğini duyurdu. İsrail, çeşitli esir değişimi anlaşmaları kapsamında en az 330 cenazeyi teslim etmiş, bunların bir kısmı kimlikleri tespit edilemediği için Deyr el-Belah’taki bir mezarlığa defnedilmişti.

dfvgy
Filistinliler, Deyr el-Balah'ta savaş sırasında İsrail tarafından uzu süre alıkonulan  kimliği belirsiz cesetleri gömüyor (Reuters)

Bakanlık yetkilileri, gerekli tıbbi teknik imkanların bulunmaması nedeniyle kimliği belirlenemeyen cenazelerin belirli bir sürenin ardından fotoğraflama ve işaretleme yöntemiyle kayıt altına alınarak defnedildiğini açıkladı.

Tedavileri tamamlanan 76 hasta Gazze’ye döndü

Gazze Sağlık Bakanlığı ayrıca, Kudüs’te tedavileri tamamlanan 76 hasta ve refakatçisinin, Kerem Ebu Salim (Kerem Şalom) Sınır Kapısı üzerinden Gazze’ye giriş yaptığını bildirdi. Grubun içinde 4 çocuk, yaşlı kadın ve erkekler ile savaş başlamadan önce Kudüs’te bulunan ve 26 ay boyunca orada kalan gençler de yer aldı.

Söz konusu hastalar, Makassed ve Augusta Victoria (El-Mutle) hastanelerinde tedavi gördükten sonra gerekli işlemleri tamamlanarak Gazze’ye döndü. Bakanlık, halen tedavi gereksinimi devam eden Gazze’li bazı hastaların Kudüs’teki hastanelerde bakım almaya devam ettiğini belirtti.


İsrail, Gazze'nin doğusunu yok ederken Trump’ın ‘Ortadoğu Rivierası’ planı mı hayata geçirildi?

İsrail'in Gazze’ye yönelik bombardımanında yıkılan binaların kalıntıları, Bureyc Mülteci Kampı’nda gün batımında (AFP)
İsrail'in Gazze’ye yönelik bombardımanında yıkılan binaların kalıntıları, Bureyc Mülteci Kampı’nda gün batımında (AFP)
TT

İsrail, Gazze'nin doğusunu yok ederken Trump’ın ‘Ortadoğu Rivierası’ planı mı hayata geçirildi?

İsrail'in Gazze’ye yönelik bombardımanında yıkılan binaların kalıntıları, Bureyc Mülteci Kampı’nda gün batımında (AFP)
İsrail'in Gazze’ye yönelik bombardımanında yıkılan binaların kalıntıları, Bureyc Mülteci Kampı’nda gün batımında (AFP)

İzzettin Ebu Ayşe

Yüksek patlama sesleri duyan Hanadi, yıkılmakta olan evinin penceresine atlayarak, sarı hatın arkasında evleri yıkmaya devam eden askeri zırhlı araçların ve buldozerlerin yaptıklarını izlerken İsrail'in ne planladığını merak ediyordu.

Zırhlı araçlar Hamas'ın kontrolü altında kalan Gazze'nin batısından çekildiğinde ve askerler ABD Başkanı Donald Trump'ın planında yer alan haritalara göre sarı hata geri çekildiğinde, Gazze Şeridi'nin güneyindeki insani yardım bölgesine kaçan Hanadi mahallesine dönmeye karar verdi.

Yeni sınırlar ve yıkım

Evi, İsrail ordusunun halen konuşlandığı yeni sarı hatın bitişiğinde yer alan Hanadi, “Mühendislik, coğrafi ve demografik değişiklikler nedeniyle evim Gazze'deki son ev haline geldi. Şimdi İsrail’in Gazze Şeridi’nin alanının yarısını kaplayan yeni sınırının yakınlarında yaşıyorum” dedi.

İsrail ordusu, ABD Başkanı Trump’ın planı çerçevesinde Gazze'nin batısından çekilerek birliklerini, işgal altında tutulan ve askeri devriyelerin gezdiği Gazze Şeridi’nin doğu yarısına yeniden konuşlandırdı. Tel Aviv’in kontrolü altındaki bölge ‘Doğu Gazze’ olarak adlandırıldı. İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ‘sarı hat’ denilen bu sınırın belirlenmesi emrini verdi. Ancak bu hattın Gazze Şeridi için kalıcı bir yeni sınır haline gelebileceği endişeleri hakim.

f
Gazze Şeridi'nin merkezindeki Bureyc Mülteci Kampı’ndaki çadırlarının dışında oturan iki küçük Gazzeli çocuk, 10 Kasım 2025 (AFP)

Gazze'nin ikiye bölünmesi, Hanadi'nin evini Gazze Şeridi'nin yeni sınırındaki ilk ev haline getirdi. Bu konum, Hanadi'nin İsrail ordusunun Gazze'nin doğusunda yaptığı garip şeyleri yerinde gözlemlemesini sağladı.

Hanadi, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Her gün patlama sesleri duyuyorum ve savaşın yeniden başladığından korkuyordum ama evin penceresine çıktığımda, sarı hatın öte yanında kalan evleri yıktıklarını gördüm.

Gazze'de ateşkes anlaşmasının ilk aşamasının yürürlüğe girmesine rağmen, sarı hattın gerisindeki bölgelerde evlerin yıkılması politikası devam ediyor. Bu durum endişe ve paniğe neden olurken, Gazzelilere sona ermiş olması gereken savaş atmosferini hatırlatıyor. Bu da “İsrail neden evleri yıkmaya devam ediyor?” sorusunu akıllara getiriyor.

Sarı hattın arkası

Trump’ın planına göre Hamas Gazze’de tuttuğu rehinelerin tamamını serbest bıraktığında, anlaşmanın ikinci aşaması başlayacak ve bu aşamada Gazze'nin İsrail'in varlığının olmadığı tek bir coğrafi yer olduğu ve İsrail ordusunun Gazze'nin fiili sınırlarına yakın yeni bölgelerden çekilmesi gerektiği belirtilecek.

Trump'ın barış planının ikinci aşaması bu şartlara göre uygulandığında, Gazzelilerin Gazze'nin doğusundaki evlerine geri dönebilecekleri düşünülüyordu. Ancak, ordunun sistematik olarak yıkmaya devam ettiği bu bölgedeki evlerini ve konutlarını bulamayacaklar ve böylece bölge yaşamın olmadığı, yaşanmaz bir ortama dönüşecek.

Gazze Şeridi'nin kuzey kısmı ile Gazze şehri, Han Yunus ve Refah gibi doğu şehirlerini kapsayan sarı hattın arkasındaki bölgeler her gün İsrail ordusu tarafından bombalanmaya ve evlerle altyapı tahrip edilmeye devam ediyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu askeri operasyonlar, Hamas üyeleri ile İsrail askerleri arasında doğrudan çatışmalar olmamasına rağmen gerçekleştiriliyor.

Evlerin yıkılmaya devam etmesi, ateşkesin kırılgan olduğu ve İsrail'in halen güç kullanarak yeni bir gerçeklik oluşturmaya çalıştığı yönünde genel bir his yaratıyor. Gazze Şeridi sakinlerinden Şehira, “Evim sarı hattın arkasında ve her bina yıkıldığında, her patlamada kalbim parçalanıyor. Her defasında bir daha evime geri dönemeyeceğime daha da ikna oluyorum” diyor.

Bir diğer Gazzeli Şaban ise askerlerin misilleme olarak evleri havaya uçurduğunu kendi gözleriyle gördüğünü söyledi.

Şaban, sözlerini şöyle sürdürdü:

“ABD Başkanı’nın planının aşamalı olarak uygulanmasını, hayatın yakında normale dönmesini ve insanların sarı hattın ötesindeki topraklarına erişebilmesini umuyoruz. Ama bunun olacağını sanmıyorum. Doğu Gazze'nin tamamını kaybedebiliriz, bu bölge kalıcı olarak İsrail toprağı haline gelebilir.”

ABD’nin vizyonu bu

Gazzeliler, savaşın daha az gürültülü ama daha az şiddetli olmayan başka bir forma dönüştüğüne ve İsrail'in güç kullanarak kendi denklemlerini dayattığına, Gazze'yi doğu ve batı olmak üzere ikiye bölmeye çalıştığına, doğu şehrinin güvenliğini kontrol ederek onu değiştirilemez yeni bir gerçekliğe dönüştürmeye çalıştığına inanıyor.

Birleşmiş Milletlerin (BM) uydu görüntülerine göre İsrail, Gazze Şeridi içinde bin 500'den fazla binayı yıktı. Bu binaların tamamı sarı hattın arkasında, yani İsrail ordusunun kontrolündeki mahallelerde bulunuyor. Bu durum ateşkes anlaşmasını açıkça ihlal ediyor.

Trump’ın barış planı, ‘hava ve topçu bombardımanı dahil tüm askeri operasyonların durdurulmasını’ öngörüyor, ancak buna rağmen İsrail ordusu anlaşmanın şartlarına tam olarak uymuyor. İsrail Ordu Sözcüsü Ella Waweya, sarı hatın gerisindeki evlerin yıkılmasını “Ordumuz güvenlik nedenleriyle bölgeyi temizlemeye ve sınır yakınlarındaki binaları kaldırmaya çalışıyor” diyerek savundu.

frety
Gazze Şeridi'nin merkezindeki Deyr el-Belah şehrindeki çadırların yakınlarındaki plajda, 15 Kasım 2025 (AFP)

Ancak siyasi analist Muhanned el-Helu, devam eden yıkımların İsrail'in Gazze'de yeni bir gerçeklik dayatmaya çalıştığı anlamına geldiğini söyledi. Koşulların eskisi gibi olmayacağını, bunun da Netanyahu'nun İsrail'in Gazze'de güvenlik kontrolünü sürdüreceği yönündeki açıklamalarının pratik bir yansıması olduğunu belirten Helu, “Bu operasyonlar, ABD’nin Gazze'nin yeniden inşasının sarı hatın ötesindeki alanda başlayacağını öngören vizyonuyla uyumlu. Bu durum, ABD vizyonunun, bu geniş alanların düzleştirilmesi için hazırlık olarak yıkımlar yapılarak sıkı bir şekilde uygulandığının açık bir göstergesi” değerlendirmesinde bulundu.

Bu politikanın devam etmesinin tehlikeli sonuçlar doğuracağına işaret eden Helu, “Çünkü bu politika yeni bir gerçeklik dayatıyor ve vatandaşların evleri ve yerleşim alanlarındaki mülkiyet haklarının kaybına işaret ediyor” ifadelerini kullandı.

İsrail, sarı hatın gerisinde yoğun olarak yıkımlar gerçekleştirerek Gazze'yi İsrail'in çıkarları ve ABD’nin planları doğrultusunda yeniden şekillendirmeye çalışıyor. Gazze Şeridi’nin yaklaşık yüzde 53'ü halen İsrail'in kontrolü altında.

Trump'ın planının tam olarak uygulanamayacağı ihtimaliyle birlikte, Gazze Şeridi’ni iki bölgeye ayırma ilkesine dayanan alternatif planlar ortaya çıkmaya başladı. Bu bölgelerden biri İsrail tarafından kontrol edilecek ve uluslararası ve İsrail güçleri tarafından korunan ‘yeşil bölge’ olarak, diğeri ise Hamas tarafından yönetilecek ve harabeye dönmüş ‘kırmızı bölge’ olarak sınıflandırılacak.

Trump, barış ve refah planını açıklamadan önce, Gazzelileri sınır dışı etme ve yıkılmış bölgeyi yapay zeka özelliklerine sahip yeni şehrin kurulması ve inşası için bir alan haline getirme ilkesine dayanan ‘Ortadoğu Rivierası’ adlı planını açıklamıştı. Ancak bu plan, Arap ve İslam ülkelerinin yanı sıra uluslararası kamuoyu tarafından da tepkiyle karşılandı. Bunun üzerine ABD Başkanı ana fikrinden vazgeçmeden planlarını değiştirme kararı aldı.

Refah'tan başlayarak

Gözlemciler, Trump'ın şu anda Tel Aviv'in yıkmaya devam ettiği Gazze'nin doğu yarısında bir Ortadoğu rivierası inşa etmeye çalıştığını düşünüyor. Gözlemcilere göre bu artık sadece bir spekülasyon değil, siyasi açıklamalar ve sahadaki gelişmelerle ortaya çıkan gerçeklik.

ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance, Gazze'nin yeniden inşa edilebileceğini, ancak bunun yalnızca İsrail'in kontrolündeki bölgelerde mümkün olacağını söyledi. Yeniden inşa için Refah şehrinin seçildiğini belirten Vance, hazırlıklar tamamlandığında Filistinlilerin bu bölgeye taşınabilmesinin beklendiğini kaydetti. ABD Başkan Yardımcısı, Hamas'ın kontrolü altında olmayan bölgelerde inşa çalışmalarının çok hızlı bir şekilde başlayabileceğini de ifade etti.

Aslında bu ifade mevcut duruma da uygulanabilir, çünkü Vance ‘yeniden inşa’ ifadesi yerine Gazze'yi ‘inşa etmek’ ifadesini kullandı. Bu da Gazze'nin tüm topraklarında değilse de doğu bölgelerinde Ortadoğu Rivierası planının uygulanması anlamına geliyor.

İsrail gazetesi Haaretz’in haberine göre ABD, İsrail'den, ordunun kontrolündeki bölgelerde yeni Gazze'nin inşasına başlanmasına izin vermesini istedi. Buna göre ilk aşama Refah'ta başlayacak.

Siyasi araştırmacı Hiyam Haccac yıkım operasyonlarının sadece Doğu Gazze'yi Ortadoğu Rivierası'nın inşasına hazırlık için gerçekleştirildiğini söyledi. İsrail ordusunun sarı hattan çekilmesi umutlarının çok zayıf olduğunu ve Gazzelilerin hatın gerisindeki evlerine dönme düşüncelerinin yavaş yavaş kaybolmaya başladığını belirten Haccac, “Sarı hat, Gazze'yi süresiz olarak bölen fiili sınır haline gelecek gibi görünüyor. Doğuda yeni Gazze, batıda ise nüfusun Hamas yönetimi altında yaşadığı eski Gazze yer alacak” şeklinde konuştu.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


İsrail hükümeti, 7 Ekim saldırısıyla ilgili resmi bir soruşturma komisyonunun kurulmasını engelledi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)
TT

İsrail hükümeti, 7 Ekim saldırısıyla ilgili resmi bir soruşturma komisyonunun kurulmasını engelledi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)

İsrail hükümeti dün, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te güneydeki kasabalara düzenlediği saldırının koşullarını ve böyle ani bir saldırının engellenememesine yol açan hataları incelemek üzere ‘bağımsız’ bir soruşturma komisyonu kurulmasını onayladı.

Resmi bir soruşturma komisyonu kurmasını gerektiren yasayı atlatmaya çalıştığı yönündeki suçlamalarla karşı karşıya kalan hükümet, yeni komisyona ‘tam soruşturma yetkisi’ verdi ve ‘komisyonun yapısının muhalefetle mümkün olan en geniş konsensüsü sağlayacak şekilde oluşturulmasını’ sağladı.

Hükümet, bu komisyonun çalışma alanının 45 gün içinde, muhalefette iş birliği yapmaya istekli herkesle istişare edilerek belirleneceğine karar verdi.

Karara göre Başbakan Binyamin Netanyahu, soruşturma komisyonuna verilecek görev ve yetkilerin belirlenmesinden sorumlu özel bir bakanlar komitesine başkanlık edecek. Söz konusu görevler arasında komisyonun ele alacağı konuların ve inceleyeceği zaman dilimlerinin belirlenmesi de yer alıyor. Bu komiteye, komisyonun fiilen kurulması için hazırlık amacıyla tavsiyelerini hükümete sunması için 45 gün süre verildi.

Netanyahu, 7 Ekim’deki başarısızlıklara ilişkin bir soruşturma komisyonu kurmaktan, temel sorumluluğunun ortaya çıkmasından korktuğu için kaçınmıştı. Savaşın henüz sona ermediğini ve savaş devam ederken soruşturma yapılamayacağını iddia etmişti. Ancak, erteleme talebini kabul etmeyen Yüksek Mahkeme'nin görüşmeleri sonrasında bu kararı almak zorunda kaldı.

Geçtiğimiz birkaç hafta içinde, Yüksek Mahkeme hakimleri, 7 Ekim saldırılarıyla ilgili başarısızlıkları incelemek için geniş soruşturma yetkilerine sahip ulusal bir komisyon kurulması gerektiği konusunda gerçek bir ihtilaf olmadığını belirttiler. Hükümete komisyonun kurulmasını onaylaması için bir son tarih verdiler ve daha fazla gecikmeye izin vermeyeceklerini vurguladılar.

Mahkemenin kendisine dayatılacak bir komisyon kurma kararı alacağından korkan Netanyahu, kendi özel komisyonunu kurmaya başvurdu. Böylece, Yüksek Mahkeme başkanının inisiyatifiyle kurulması ve yürütme ve siyasi organlardan tamamen bağımsız olması gereken, yasaya dayalı resmi bir soruşturma komisyonunun kurulmasını fiilen engelledi.

Geçtiğimiz hafta Knesset'te yapılan oturum sırasında Netanyahu, ‘geniş kamuoyu desteğine’ dayalı olması şartıyla geniş bir soruşturma komisyonunun kurulmasını desteklediğini açıkça belirtti ve muhalefetin resmi bir soruşturma komisyonu kurulması talebini reddettiğini vurguladı. Anlaşmazlığın özünün ‘sadece neyi veya kimi soruşturduğumuz değil, kimin soruşturma yetkisine sahip olduğu’ olduğunu vurguladı. Netanyahu, muhalefetin, İsrail halkının büyük bir kesiminin güvenini kazanamayacak bir yapı dayatmaya çalıştığını savundu.

Siyasi değerlendirmelere göre, komisyonun bu yeni formatının, eksikliklerden sorumlu kişilere profesyonel bir şekilde işaret edilen kapsamlı bir soruşturma talep eden kamuoyu baskısı ile koalisyonun soruşturma süreci üzerinde siyasi kontrolünü sürdürme ve dosyayı yürütme yetkisinden tamamen bağımsız resmi bir hükümet komitesine devretmeme isteği arasında bir orta yol oluşturabileceği öngörülüyor. Önümüzdeki haftalarda, komisyonu yönetecek isimlerin belirlenmesi için siyasi temasların yoğunlaşması bekleniyor. Bu süreç, komisyonun gerçekten vaat edilen bağımsızlığa ve geniş yetkilere sahip olup olmayacağını görmek isteyen Yüksek Mahkeme ve muhalefetin yakından takibi altında gerçekleşecek.

Hükümetin kararı, bağımsız bir soruşturma komisyonu kurulmasını talep eden ve Netanyahu'yu kovuşturma tehdidini önlemek için yasayı çiğnemekle suçlayan İsrail muhalefet partilerini şaşkına çevirdi. İnsan hakları grupları, hükümetin kararının bozulması ve başka bir komisyon kurulması için bir kez daha Yüksek Mahkeme'ye başvuracaklarını doğruladılar, çünkü tek etkili soruşturmanın geniş yetkilerle donatılmış resmi bir komisyon tarafından yürütülebileceğine inanıyorlar.

Hamas tarafından esir alınan İsraillilerin aileleri, soruşturmanın şu soruyu yanıtlamasını talep ediyor: “Gazze Şeridi'ndeki savaş neden iki yıl sürdü? Netanyahu'nun iktidarını sürdürmesini sağlamak için siyasi nedenlerden miydi?”