Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 8: Arafat Filistin, Lübnan ve Suriye’ye komplo kurdu

Dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed ve Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın bir toplantıdaki arşiv fotoğrafı (Şarku’l Avsat)
Dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed ve Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın bir toplantıdaki arşiv fotoğrafı (Şarku’l Avsat)
TT

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 8: Arafat Filistin, Lübnan ve Suriye’ye komplo kurdu

Dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed ve Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın bir toplantıdaki arşiv fotoğrafı (Şarku’l Avsat)
Dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed ve Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın bir toplantıdaki arşiv fotoğrafı (Şarku’l Avsat)

Suriye’nin eski Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın Şarku’l Avsat tarafından yayınlanan anılarının sekizinci bölümünde 1976 yılında Lübnan’a yapılan askeri müdahalenin belirleyici anlarını, Arap Caydırma Kuvvetleri oluşturulurken Arap devletleri ile Şam rejimi arasında gerçekleştirilen telefon görüşmelerini ve Esed güçlerinin buradaki rolünü anlatıyor.
Haddam, günlüğünde bu konuya ilişkin şu ifadelere yer veriyor: “Filistin liderliği ve müttefik Lübnanlı partilerin mücadelenin devamı ve Zahle ile Lübnan’ın kuzeyinde Hristiyan köylerindeki kuşatmayı kaldırmayı reddetme konusundaki ısrarı karşısında, Lübnan halkına, Suriye’ye ve Araplara dokunabilecek zararlar göz önüne alındığında Suriye’nin askeri müdahalesi, bu kirli savaşı durdurmayı acil bir konu haline getirdi. Kuvvetlerimiz 1 Haziran 1976 tarihinde harekete geçerek Lübnan sınırını geçti. Aynı gün dönemin Sovyetler Birliği Başbakanı Aleksey Kosıgin, Şam’a ulaştı.”
Haddam, dönemin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Yürütme Komitesi Başkanı Yaser Arafat (Ebu Ammar) ile saha ve diplomatik alanlarda girilen çatışmaya, özellikle de Suriye’nin Lübnan’a girişi ile aynı zamana denk gelen toplantıya anılarında büyük bir bölüm ayırıyor. Haddam bu konuda: “1 Haziran 1976 tarihinde Bağlantısızlar Hareketi Koordinasyon Ofisi Cezayir'de bir toplantı düzenledi. Toplantıya teatral bir konuşma yapan Arafat da katıldı. Filistin devrimine ve Lübnan'daki ulusal güçlere karşı ABD, Fransa ve İsrail’in ortak bir komplosundan bahsetti. Suriye’ye işaret ederek bu komplonun Araplar tarafından gerçekleştirilmesinden endişe ettiğini dile getirdi” ifadelerini kullandı. Haddam, Arafat’a herkesin duyması için yüksek bir sesle cevap verdiğini söylüyor ve şu ifadeleri kullandığın belirtiyor: “Her zaman yaptığın gibi yalan söyledin Yaser. Suriye ve Filistin meselesine zarar verdin. Sen, Lübnan’ı ve Filistinlileri bölüyor, İsrail’e hizmet ediyorsun.”
Lübnan’da yeni cumhurbaşkanı seçimleri için anayasal düzenlemeler konusundaki tartışmalar devam ederken, anlaşmadan görüldüğü üzere Cumhurbaşkanı Süleyman Franjiye yeni Cumhurbaşkanı Élias Sarkis’in savaşı sona erdirme ve uzlaşı sağlanması, yetkilerini kullanabilmesi için istifa edecekti. Seçim yapılmış olmasına rağmen, gerilim devam ediyordu. Çatışmalar devam etti ve Kemal Canbolat liderliğindeki Ulusal Hareket’in kampanyası gerilimi yükseltti. Öte yandan Filistin yönetimi de ateşle oynamayı sürdürerek savaşın ciddi bir şekilde durdurulup anayasa belgesine göre krizi sona erdirmek üzere ulusal diyaloğun başlamasını önlemek için provokasyonlarına devam etti.
Abdulhalim Haddam, konuya ilişkin olarak anılarında şu bilgilere yer veriyor:
1976 yılının Mayıs ayında bana Cumhurbaşkanı Sarkis’ten bir mesaj getiren Karim Pakradouni'yi kabul ettim. Bana şunları söyledi: “Size Cumhurbaşkanı Sarkis’ten bir mektup getirdim. Fikirlerini açıklamak için ilk temasının Suriye ile olması gerektiğine inanıyor. Sarkis, atılması gereken ilk adımın çatışan taraflarla siyasi diyalog gerçekleştirmek olduğuna inanıyor. Bu iki aşamada gerçekleşir: Öncelikle taraflardan kavgayı bitirmeleri istenir. Daha sonra, olumlu bir sonuca varan bir yuvarlak masa toplantısı düzenlenir.”
Pakradouni, Beyrut’taki durumun Arafat’ın çözemeyeceği kadar sert olduğunu ve Sarkis’in bir eylem planı hazırladığını söyledi. Sarkis’in siyasi başarı umudunun zayıf olduğunu düşündüğünü ancak yine de bu işi Lübnan ve Suriye inisiyatifi yararına yapmak zorunda kaldığına işaret etti. Canbolat’tan başlayarak tüm taraflarla temaslarda bulunacağını ifade etti. Pakradouni, “Bize gelince (Ketaib Partisi) herhangi bir şart koşmaksızın onu özgür bıraktık. Sarkis, siyasi uzlaşmanın sonuçları ne olursa olsun Suriye girişiminin devam etmesi gerektiğine inanıyor. Siyasi çözümü başarılı kılmak için ona yardım etmenizi istiyor. Sarkis ayrıca devir-teslimin nasıl olacağı konusunda anlaşmak için Franjiye ile bir araya gelecek. Sarkis, Parlamento’da yemin etmesi için yeterli çoğunluğu sağlamadan Franjiye’nin istifasını açıklamasının ülkeyi anayasal bir boşluğa düşürmesinden endişe ediyor. Bu, Arafat yönetimi ve Lübnan’daki bazı tarafların arzu ettiği bir durum. Bu nedenle bir parlamento oturumu düzenlenip Franjiye’nin istifasını sunup, yeni Cumhurbaşkanı’nın yemin etmesi gerekiyor” dedi.
Pakradouni, ayrıca Cumhurbaşkanı Franjiye’nin istifasının ancak Sarkis’in yemininden sonra geçerli olmasını Temsilciler Meclisi’ne sunmasını önerdiğini söyledi. Ona bunun anayasal olarak mümkün olmadığını, istifanın beklemeye alınamayacağını söyledim. Bu nedenle de Franjiye’nin istifasını Sarkis’in önüne koymasının ve Parlamento’da bir oturum düzenlenip istifanın sesli okunmasının ardından Sarkis’in Cumhurbaşkanlığı yemini etmesinin en iyisi olduğunu ifade ettim.
Franjiye görevi Sarkis’e devretmeye hazırlanırken gerilimi azaltmak için gösterilen çabalara rağmen ulusal ve ilerici partilerin güçleri, Arafat ve grubunun gerilimi artırme ve dolayısıyla çatışmayı devam ettirme çabalarına ek olarak Raymond Edde, Kemal Canbolat ve Saeb Salam ittifakından sonra siyasi atmosferin tansiyonu daha da yükseldi.  
Filistin güçleri ve Lübnanlı müttefiklerinin askeri baskısı Cebel-i Lübnan ve Beyrut’ta yoğunlaştı ve güneyde bazı Hristiyan güçlere yönelik saldırılar gerçekleştirildi. Ayrıca Zahle ve Kobayat (Qoubaiyat) ve Andaket’in de aralarında bulunduğu Akkar’daki Hristiyan köylerine uygulana abluka sıkılaştı. Lübnan İsrail'e, müdahale etmesi ve Lübnan arenasında bir müttefik bulması için en iyi fırsatları sağlayan mezhepsel katliamlar çemberinin genişlemesiyle tehdit edilir hale geldi.
Çatışmalardaki tırmanış devam ederken Canbolat bazı tekliflerde bulundu. Bunlardan bazıları şöyleydi: Savaşçılar mevzilerinden çekilmeden ciddi bir ateşkes sağlanması, ön koşul olmaksızın yuvarlak masa müzakereleri gerçekleştirmek, Suriye ordusunun kademeli bir şekilde geri çekilmesi. Ayrıca yuvarlak masa gündeminin aşağıdaki gibi belirlenmesi: Siyasi reform, Anayasa ve siyasi sistemin bazı maddelerini değiştirilmesi, bir sonraki yönetim şekli ve siyasi güçlerin temsil yüzdesi, kurumların mezhep temelinde değil, ulusal bir düzende yeniden düzenlenmesi.
Canbolat’ın Lübnan’da yeni bir rejim inşa etme vizyonu oldukça açıktı. Böylece Lübnanlılar mezhebi ve dini kimlikleri esas alan kota sisteminden kurtulacak ve bu, Lübnan toplumun bazı kesimleri açısından bir garanti oluşturacaktı. Ülke yönetimindeki Maruni hakimiyetine son verecekti. Filistin liderliği ve müttefik Lübnanlı partilerin mücadelenin devamı ve Zahle ile Lübnan kuzeyindeki Hristiyan köylerindeki kuşatmayı kaldırmayı reddetme konusundaki ısrarı karşısında ve Lübnan halkına, Suriye’ye ve Araplara dokunabilecek zararlar göz önüne alındığında Suriye’nin askeri müdahalesi, bu kirli savaşı durdurmayı acil bir konu haline getirdi. Kuvvetlerimiz 1 Haziran 1976 tarihinde harekete geçerek Lübnan sınırını geçti. Aynı gün dönemin Sovyetler Birliği Başbakanı Aleksey Kosıgin, Şam’a ulaştı.
1 Haziran 1976 tarihinde Bağlantısızlar Hareketi Koordinasyon Ofisi Cezayir'de bir toplantı düzenledi. Toplantıya teatral bir konuşma yapan Arafat da katıldı. Söz konusu konuşmasında öne çıkan noktalar şöyleydi: “Filistin devrimi ve Lübnan ulusal güçlerine karşı bir ABD-Fransa-İsrail komplosu söz konusu. Bunun, Arapların elleriyle gerçekleştirilmesinden endişe ediliyor. Fransa, Hıristiyan tecrit bölgelerini işgal edecek. Arap güçleri ise devrimi sınırlamak, ayrıca onu ve ulusal hareketin milislerini vurmak için ulusal bölgeleri işgal ediyor.”
Konuşması sona erdikten sonra söz istedim. Oturum Başkanı dönemin Cezayir Dışişleri Bakanı Abdulaziz Buteflika idi. Arafat’a sert bir yanıt vereceğimi anladığı için bana söz hakkı vermekten kaçındı. Arafat adeti olduğu üzere bana cevap verme hakkı verilmesinin yalanlarını ortaya çıkaracağını anladı ve teatral bir hareketle heyetleri selamlamaya başladı. Yanıma ulaştığında ayağa kalkmadım. Karşımda durup bana “Ebu Cemal, neyin var?” dedi. Herkesin işitebileceği yüksek bir sesle cevap verdim ve şunları söyledim: “Her zaman yaptığın gibi yalan söyledin Yaser. Suriye ve Filistin meselesine zarar verdin. Sen Lübnan’ı ve Filistinlileri bölüyor, İsrail’e hizmet ediyorsun. Yaser yolun Araplara doğru değil, İsrail’e doğru.” Bana şöyle cevap verdi: “Lübnan'a girdiniz ve bize saldırdınız.” Ona, “Bölünme için çabalayan herkesi hedef alacağız. Kan döken herkesi yargılayacağız. Lübnan, Filistin değil. Lübnan, Filistin ve Suriye'ye karşı komplon için çok büyük bir bedel ödeyeceksin” dedim. Bunun üzerine Buteflika yerinden kalkıp bize doğru geldi. Bizi yatıştırmaya çalıştı. Fakat Arafat’la tokalaşmayı reddettim.
Öğleden sonra saat 13.00 sularında aralarında Libya Dışişleri Bakanı Ali Triki’nin de bulunduğu bir grup arabulucu gelip bana Arafat’la öğle yemeği yemeyi teklif etti. Sözlerini geri alıp yeniden düzenlenmiş bir konuşma yapmasını şart koştum. Nitekim, konuşmayı yeniden kaleme alıp Komite’nin ofisine gönderdik. Sonra öğle yemeğini birlikte yedik. Yemekte FKÖ’nün yaptığı hatalar ve liderlerinin Filistin meselesi ve Lübnan’a verdiği zararlara değindim. Konuşmalarının başlıca özelliğinin manevra ve yalan olduğuna işaret ettim. Arafat, ‘kontrollü’ ve nazikti. Daha sonra bu nezaketin sebebinin güçlerimizin Lübnan topraklarında kaydettiği ilerleme olduğunu anladım. Güçlerin ilerleyişini durdurması için Devlet Başkanı ile temasa geçmem konusunda ısrar etti. Nitekim Şam'a olanları anlatan bir telgraf gönderdim (...)
Filistin Koalisyonu, bazı Lübnanlı güçlerle birlikte 2 Haziran 1976 tarihinde Suriye güçlerinin Lübnan’a girişini protesto etmek için genel grev çağrısında bulundu. Filistinli milisler ve müttefik partilerinin milisleri (Komünist Parti, Komünist Hareket Örgütü, Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi, el-Murabitun ve Arafat'ın ‘Fetih’ten dayattığı diğer örgütler) dükkan ve mağaza sahiplerine yıkım ve yağma tehditleriyle kapatma baskısı uyguladı. Korku halkı greve değil, kapanmaya zorladı.
Grevin yalnızca Filistin güçleri ve müttefikleri tarafından kontrol edilen bölgeleri kapsadığını söyleyebiliriz. Fakat diğer bölgelere gelince Cumhurbaşkanı Franjiye’nin talebi üzerine Suriye güçlerinin girişi, tehdit altındaki Hristiyan bölgelerdeki kuşatmayı ve endişeleri ortadan kaldırdığından dolayı onlar için durum farklıydı.
3 Haziran’da Lübnan Ulusal Hareketi, Canbolat başkanlığında bir toplantı gerçekleştirdi ve “Tüm Lübnan bölgelerini kapsayan genel grevin ezici başarısını, kitlelerin Suriye askeri işgalini reddeden duruşunun ve her dış müdahalenin kanıtı olarak ve hem iç hem de dış, geniş bir halk kampanyasının başlangıcı olarak kabul edilir. İşgal ve müdahale güçleri karşısında Lübnan ve Filistin ulusal iradesini dayatıyor” ifadelerinin yer aldığı bir bildiri yayınlandı. Lübnan Arap Ordusu komutanının işgale direnme girişimini desteklediğini ve bu cesur vatansever pozisyon ve Suriye işgaliyle ilgili gelecek dönem cumhurbaşkanına sunulacak bir muhtıranın onaylanması konusunda ulusal hareket ile Arap Lübnan Ordusu arasında bir uyum bulunduğunu teyit etti.
Öte yandan Lübnan ordusundan ayrılan Lübnan Arap Ordusu Komutanı Teğmen Ahmed el-Hatib, Suriye ordusuna karşı çıkmak için çağrıda bulundu.
Medyadaki bu gürültüye rağmen, Arafat ile bağlantılı Filistinli grupların silahlı adamları ve Lübnanlı partilerdeki müttefikleri güçlerimizin ilerlemesinden kaçıyorlardı. Arafat her zamanki gibi bağırmaya, haykırmaya ve provoke etmeye başladı. Bir Arap Birliği toplantısı gerçekleştirme çağrısında bulundu ve toplantının 9 Haziran'da yapılması planlandı.
9 Haziran sabahı Kahire’ye gittim. Orada beni Kahire Maslahatgüzarımız Me’mun el-Atasi karşıladı. Uçak durduktan sonra uçağa binip yanıma gelerek dün yani 8 Haziran’da bir toplantı gerçekleştirildiğini bildirdi.  Toplantı sonucunda Şam’a gitmek üzere Bahreyn Dışişleri Bakanı Muhammed bin Mübarek bin Hamad Al Halife, Cezayir Dışişleri Bakanı Abdulaziz Buteflika, Libya Dışişleri Bakanı Libya Triki ve Arap Birliği Genel Sekreteri Mahmud Riyad’tan oluşan bir heyet oluşturulduğunu bildirdi. Pilotlardan Cumhurbaşkanı Esed ile görüşmek üzere Şam’a dönüş için acil bir kalkış planı hazırlamalarını istedim. Atasi’den Şam’la temasa geçip ben gitmeden önce heyetin kabul edilmemesini istediğimi bildirmesini söyledim.
Bundan önce Atasi, bana bakanlar toplantısından çıkan karar metni hakkında bilgi verdi. Karar metninin bazı maddeleri şöyleydi: “Tüm taraflardan savaşı derhal durdurmaları talep edilecek. Lübnan'da güvenliği ve istikrarı sağlamak için Birlik Genel Sekreteri gözetiminde sembolik Arap güvenlik güçleri oluşturulacak. Bu güçler, çalışmalarına başlamaları için derhal harekete geçirilip Suriyeli güçlerin yerini alacak. Arap Güvenlik misyonu, Lübnan Cumhuriyeti'nin seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın talebi üzerine sona erer. Şam'a bir bakanlık misyonu gönderilecek. Kardeş halkın ve ulusal topraklarının birliğini, egemenliğini, güvenliğini ve istikrarını korumak için tüm Lübnan partilerini, seçilmiş cumhurbaşkanının gözetiminde kapsamlı bir ulusal uzlaşma yapmaya çağırılacak. Arapların Filistin devrimini destekleme, onu tüm tehlikelerden koruma ve bunun için etkili gücün tümünü sağlama taahhüdü vurgulanacak.”
Atasi’den öğrendiğime göre karar tasarısının, Suriye’ye yönelik bir saldırı başlatan Arafat tarafından sunulduğunu öğrendim. Görüşme sırasında ağlayan Arafat şu ifadeleri kullanmış: “Şimdi Suriye uçakları Beyrut'u bombalıyor. Suriye uçakları kampları hedef alıyor. Suriye güçleri Lübnan köylerini yerle bir ediyor.”
Hemen Şam’a döndüm. Şam Uluslararası Havaalanı Müdürü, Arap bakanların uçağını benim varışım sonrasına kadar havada tuttu. Esed ile telefonla görüştüm. Bakanları kabul etmeden önce olanı biteni anlattım. Bunun üzerine Esed, Arap Birliği’nin benim katıldığım ve Suriye’nin fikirlerinin de dinlendiği yeni bir toplantı gerçekleştirmesinden önce herhangi bir konuyu ele almayı reddetti.
10 Haziran’da bir toplantı gerçekleştirilmesini kabul ettik. Nitekim Arap Birliği’nin Kahire’deki merkezine gittim. Salona girdim. Atmosfer gergindi. Arafat’ın grubu, yanlarından sarkan silahlarıyla odaya dağılmış durumdalardı. Kuveyt Dışişleri Bakanı Şeyh Sabah el-Ahmed, bana dönüp Filistinliler gergin olduğu için dikkatli olmamı söyledi. Kahire'de Filistinliler tarafından öldürülen Ürdün Başbakanı Vasfi et-Tel'in başına gelenlerden endişe duyuyordu. Ona şöyle cevap verdim: “Ben Vasfi et-Tel değilim ve Suriye, Ürdün değil. Bu tiyatrolardan korkmayın. Biz kardeşleri iyi tanıyoruz. Desteğinizi kazanmak için sizi korkutmak istiyorlar. Bu gibi oyunların bize işlemediğini biliyorlar. Ödeyecekleri bedeli biliyorlar. Bu yüzden endişelenmeyin.”
Salonda birkaç adım attım. Bazı bakanların sırtlarını dönüp benimle görüşmekten, selam alıp vermekten kaçınmaları karşısında şoka uğradım. Salona girişimle Arafat’ın sesi yükseldi: “Sevgili Ebu Cemal nerede kaldı” diyerek bana doğru döndü. Gelip beni öptü bunun üzerine orada bulunanlardan bir alkış koptu. Saatler önce bağırıyor, ağlıyor ve Suriye yönetimine küfrediyordu. Şimdi ise Suriye Dışişleri Bakanı’yla kucaklaşıp öpüyor.
Toplantıda şunları söyledim: “Yaser, önceki toplantılarda kardeşlere anlattığın size karşı gerçekleştirilen katliamlar nedeniyle gözyaşlarımı silmek için Şam'dan yanımda iki mendille geldim. Senin yerin burası değil Yaser, senin yerin Rihany tiyatrosu (Beyrut’ta). Çünkü sen bir oyuncusun.” Sözümü kesip, “Ben, Filistin halkını temsil ediyorum” dedi. Ona, “Sen tiyatro sahnesindeki bir oyuncusun ve Filistin halkının düşmanısın. Yaser, sana yediğin kaba tükürmemeni tavsiye ederim. Çünkü dönüp, tükürdüğünü yalayacaksın. Yöntemlerin Filistin davasını yok edecek” dedim.
Daha sonra bakanlar dönüp (…) Suriye güçlerine yapılan herhangi bir atfın silinmesi ve bu güçlerin çalışmalarının Lübnan egemenliği çerçevesinde geldiğinin vurgulanması için benim katılımımdan önce alınan kararların yeniden gözden geçirilmesini istedim. Bir tartışmanın ardından Konsey talebimi kabul etti.
Kuvvetlerimiz büyük bir ilerleme kaydetmişti. Savfar’a (Saofar) ulaşmış, Bhamdoun’un kapılarına dayanmıştı. Libya, harekete geçti. Libya’dan Abdusselam Callud beraberinde Cezayir Dışişleri Bakanı Abdulkerim bin Mahmud ile Şam’a gelip 12 Haziran’da Devlet Başkanı Esed ile bir görüşme gerçekleştirdi. Bazı noktalarda anlaşma sağlandı. Bazıları şöyleydi: “Suriye’nin Arap barış gücüne katılımı, Savfar'dan Dehr el-Beydar'a, Beyrut'tan ve güneyden çekilme, Siyasi çözüme başladıktan sonra tamamen geri çekilme.”
Gece saat 00.00 sularında Esed, beni arayıp anlaştıkları noktaları söyledi. İtiraz edip şöyle dedim: “Savfar'dan Dehr el-Beydar'a çekilme, Filistin tarafına daha sonraki bir aşamada Cebel-i Lübnan’a saldırmak için kullanacakları askeri avantajlar sağlayacak ve Bekaa’daki güçlerimiz kan kaybedecek. Nabaa, Karantina ve el-Maslakh'ın Ketaib Güçleri’nin eline düşmesinden sonra Batı Beyrut'u ve varoşları korumak için girdiklerinde, 1975'ten beri güçlerimizin olduğu Beyrut ve Sayda'dan çekilmeliyiz. Kuvvetlerimiz kuzeyde, Bekaa'da ve Savfar'da güçlendirilmelidir çünkü bunlar Canbolat’a baskı noktalarıdır.”
Esed, konuyu görüşmek için Hava Kuvvetleri Komutanı Naci Cemil ve Genelkurmay Başkanı Hikmet eş-Şihabi ile görüşme talep etti. 13 Haziran’da Şihabi’nin ofisinde toplandık. Devlet Başkanı Esed’in görüşüne sunmak üzere şu noktalar üzerinde anlaştık: Suriye, Arap Birliği girişiminin başarısı, alınan kararların uygulanması, Arap Birliği Konseyi kararlarında atıfta bulunulan Arap güçlerinin oluşturulması çalışmalarına destek veriyor. Arap güçleri oluşur oluşmaz, Suriye güçleri Beyrut ve Sayda'dan çekilecek. Suriye bu güçlere Arap barış gücünün emriyle belirlenen büyüklükte katkıda bulunacak. Suriye güçleri, Lübnan'daki meşru otoritelerle mutabık kalınarak Arap Birliği'nin hazırladığı bir plana göre Lübnan'dan çekilecek.
Bu noktaları Esed’e telefonla bildirdim. Toplantı talep ettim. Ardından Callud ve Bin Mahmud’a Arap barış gücüne katılmayı kabul ettiğimizi ve güçlerimizi doğrudan ve derhal Beyrut ve Sayda'dan ayrıca Savfar'dan çekmeye hazır olduğumuzu, Suriye güçlerinin Lübnan'dan nihai olarak çekilmesinin siyasi çözüme bağlı olduğunu bildirdik.
13 Haziran’dan sonra Callud ve Bin Mahmud’un konakladıkları yere gittim. El-Fetih Hareketi’nden Muhammed Guneym ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) lideri Ahmed Cibril ile bir aradaydılar. Callud, gergindi. “Bir şeyleri çözmek istemiyorsunuz, uyum göstermeniz gerekiyor. Bozguncusunuz. Bir çözüm istemiyorsunuz. Beyrut’a gitmeyeceğim” dedi. Callud’a “Evet, kardeşler çözüm istemiyorlar. Söylemleri bunu gösteriyor. Arafat bazı Arap bakanlara ‘Suriye'ye yardımınız Filistinlileri katletmek demektir’ diyor. Filistin davası savaşçısının böylesine ölümcül bir sapmaya düşmesi acı verici” dedim. Cibril ve Guneym, onu savunmaya çalıştılar. Onlarla tartışmayı reddettim.
Bu sırada dostum Muhammed Haydar geldi ve Callud'u, Filistinli liderler ve Lübnan ulusal hareketi ile görüşmek üzere Lübnan'a birlikte gitmeye ve üzerinde anlaştığımız noktaları sunmaya ikna etti. Kısa bir süre sonra Arafat, kendisine anlaşma noktalarını bildiren Kahire’den Callud'u aradı. Arafat, bunları kabul ettiğini ve bir onay telgrafı göndereceğini söyledi.
Filistin tarafıyla yapılan tüm tartışmalardan açıkça görülüyor ki, liderliği, Lübnan'daki soruna nihai bir çözüme ulaşmak istemiyor, özellikle de bu çözüm Lübnan devletinin güçlerini geri kazanmasına yol açacaksa. Çünkü bu, FKÖ ve onun hiziplerinin Kahire Anlaşması'na uyması ve Lübnan devletinin egemenliğine saygı duyması gerekliliğini doğuracaktır (...)
Filistinli grupların liderlerinin yaptığı en tehlikeli şeylerden biri, bazı Arap ülkelerinin iç işleriyle meşgul olmaları ve Arap anlaşmazlıklarına müdahil olmalarıdır (...) Bunlardan biri de Irak ve Suriye arasındaki anlaşmazlık ve Irak liderliğinin oluşumunun kullanımı ve Suriye sınırındaki güçlerin seferber edilmesine katılımı. Irak ile ilişkilerimizi tartışırken bu konuyu gündeme getirdim.
O günlerde, bazı Iraklı güçler gerçekten de Suriye'ye baskı yapmak için Suriye sınırına gittiler. Ancak bu oyun, Irak liderliğinin geri kalmışlığını ve kararlarının sığlığını yansıtmasının yanı sıra sefil bir başarısızlıktı. Aynı zamanda Filistin liderliğinin aptallığını, FKÖ’yü Filistin davasına büyük zarar veren pozisyonlara ve koşullara itmesini yansıtıyordu.
Bu vesileyle Ürdün Başbakanı Zaid Rifai, Haziran’da beni aradı ve Irak güçlerinin Suriye sınırındaki seferberliğinin bir gövde gösterisi, Lübnan'daki baskıyı hafifletmek için bir medya kampanyası ve Suriye’de iç hareketi teşvik etme çabası olduğunu bildirdi. Sınırı geçme niyeti bulunmadığına işaret etti. İlgilerinin yabancı kaynaklara dayandığını belirtti. Rifai’ye teşekkür ettim ve “Bu konuda herhangi bir endişemiz yok. İki ülke ve ulusa büyük zarar vermemek için, Suriye ve Irak orduları arasında bir çatışmadan kaçınmak istiyoruz. Ama kardeşler işin içine müdahil olursa tepki sert olur” dedim.
Arap Birliği Konseyi kararının 10 Haziran’da yayınlanmasının ardından Birlik Genel Sekreteri Mahmud Riyad harekete geçip Beyrut’a bir ziyarette bulundu.  15 Haziran’da Şam’a dönen Riyad ile görüşmeyi akşam saat 20.00 sularında kabul ettim. Riyad, görüşmede Lübnan Cumhurbaşkanı Süleyman Franjiye ile yaptığı görüşmeden bahsetti.
Aşağıdakiler üzerinde anlaştıklarını söyleyerek şu ifadeleri kullandı: “Arap Birliği’nin kararına ilişkin 10 Haziran'da yapılan açıklamaların ardından yapılan toplantının sonucu (...) Sayın Cumhurbaşkanı kolektif bir Arap girişimi olduğu için bu kararı onayladı. Ayrıca iki girişimin de savaşı durdurma ve barış getirme umudu taşıdığını ve Suriye girişimine bağlılığını ifade etti.”
Bunun üzerine ona tartışmanın en önemli noktalarını sordum. Riyad, “Suriye’nin görevini tamamlamasını istiyorlar. En önemli şeyin Filistinlilerin elinden silahları çekmek olduğunu düşünüyorlar. Böylece tüm savaşçıların elindeki silahlar alınıp Arap güçlerine teslim edilebilir. Hatta Camille Chamoun: Neden Suriye, Arap Birliği’nin kararını uygulayacak temsilci olarak tek kalmıyor? diye sordu. Suriye'nin kararı çıkarıldığı gibi kabul ettiğini ancak bu yükü tek başına taşımasını istemediğimizi söyledim. Onların izlenimine göre, Filistinliler kararda Suriye'nin inisiyatiflerinden nihai olarak çekilmesini görüyorlar ve bunu asla istemiyorlar” şeklinde yanıt verdi.
Riyad, “Onlara açıkça Arap Birliği’nin kararı ya da Arap girişimini onaylayıp onaylamadıklarını sordum. İlkesel olarak karara itiraz etmediklerini söylediler. Ancak bazı değerlendirmelerde bulundular. Örneğin güvenlik gücü konusunda caydırıcı bir güç olmasını kabul ettiler. Libya, Cezayir, Irak, Güney Yemen ve Filistin gibi bazı Arap ülkelerinden Arap güçlerinin katılımına ilişkin çekincelerini dile getirdiler. Libya'nın harekete geçme yetkisine sahip olduğumu söyledim. Cezayir'e gelince, yetkilileriyle iletişime geçilmesi gerektiğine işaret etti. Lübnanlılar, Suriye'nin inisiyatifini sürdürmesini ve Filistin direnişi Kahire Anlaşması'nı tam olarak uygulayana kadar güçlerini geri çekmemesini istiyorlar. Franjiye, Devlet Başkanı Esed ve Suriye’ye güveninin tam olduğunu ve Esed’in uygun gördüğü her şeyi kabul edeceğini söyledi. Suriye dışında başka bir yol ile hiçbir şey yapamayacağımızı ve Esed’le istişarede bulunacağımı söyledim. “Suriye'nin güçlerini, yerine Arap güçlerinin yerleşmesi için bazı bölgelere çekeceğini varsayarsak mesela Sayda’dan çekip yerine Libya güçleri geçerse tutumunuz ne olur? şekilnde bir soru yönelttiğini söyleyen Riyad, Franjiye’nin bu konuda karar vermeyi Esed’e bırakacağını bildirdiğini ifade etti.
Ben de: Güvenlik güçlerinin Sayda'ya yerleştirilmesini gerekli görmüyoruz. Çünkü güvenlik güçlerinin asıl görevi Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında aynı şekilde farklı gruplar arasında güvenliği sağlamaktır. Güvenlik sağlamak ve emniyetsizlik sonucu ateşkes sonrası gerçekleşmesi beklenen suçları önlemek için bir otorite bulunmalıdır. Bu kuvvetlerin en önemli görevlerinden biri istikrar ve güvenliği sağlamaktır” dedim. Ayrıca “Kuvvetlerin büyüklüğü ile ilgili olarak neyi tartıştınız? Katılımcı ülkelerden gelen kuvvetlerin büyüklüğünün eşit olması için bir sebep yok” diye sordum. Riyad, “Bence, belkemiği Suriye kuvvetleri, geri kalan kuvvetlere sınırlı görev verilebilir” şeklinde yanıt verdi.
Genel Sekreter, “Şu an önemli olan konu düzenleme. Çünkü tüm tarafların ilkesel olarak kabul ettiğini düşünüyorum. Arafat, Konsey’le hemfikir ve FKÖ’nün tüm hiziplerini temsil ediyor. Hristiyan tarafı da onayladı. Hatta Cumhurbaşkanı seçilen Sarkis ve mevcut Cumhurbaşkanı Franjiye de tamamen aynı fikirde olduklarını ifade ettiler” dedi.
Genel Sekreter, "Arap güçlerinin geçmesi için Şam-Beyrut yolunun açılmasının düşünülmesi (...)" önerisinde bulundu.
“Bütün bu konuları bu akşam Esed ile tartışacağım ve yarın işin mekaniği için tam kavramları geliştirmek amacıyla görevli asker kardeşlerin de dahil olduğu bir toplantı yapabiliriz” şeklinde yanıt verdim.
Akşam saat 23.00'de Lübnan Kamu Güvenliği Müdürü Albay Antoine Dahdah'ı kabul ettim. Güçlerimiz ve Hristiyan bölgeleri arasında coğrafi temas kurmanın yanı sıra havalimanı bölgesinde bir tabur özel birimin konuşlandırıldığı Beyrut'tan çekilme sorununu gündeme getirdim. Beyrut'tan çekilmenin bir felaket olduğunu ve savunma pozisyonlarının iyi olduğunu, ancak bir saldırı yapamayacaklarını söyledi. “Ordu ‘gevşek’ ancak savaşanlar partiler. Yeni cephane, silah ve 160 havan satın aldılar. Arap müdahalesini reddediyorlar ve Suriye'nin girişimini ve çalışmalarını sürdürmek istiyorlar” dedi.
Lübnan topraklarına girmemiz kanlı katliamları durdurmuş ve Fransa ile güçlü ilişkileri olan Maruni tarafından uygulanan baskıyı kesintiye uğratmış olsa da, başta Fransa olmak üzere Avrupa hükümetlerinin Lübnan'daki politikamızı anlamadıklarını belirtmekte fayda var. Esed'in 17 Haziran'daki Paris ziyareti sırasında, Cumhurbaşkanı  Valéry Giscard d'Estaing ile yapılan görüşmelerin ana konusu Lübnan’dı.

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 1: ‘Esed, Irak muhalefetine sahte vaatlerde bulunmayı önerirken Hatemi bir Kürt devletine karşı uyarı yaptı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 2: ‘Esed fikrini değiştirdi, Lahud’a verdiği süreyi uzattı. Suriye uluslararası iradeyle çarpıştı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 3: ‘Hariri, Canbolat’ın teklifi üzerine bizimle bir araya geldi. Hafız Esed kendisini sınadı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 4: ‘Güçlerimiz Hizbullah’ın kışlasına saldırdı’

Eski Suriye Dışişleri Bakanı Haddam’ın günlükleri 5: Bush, Avn’ın ‘engel’ olduğunu bildirdiği bir mektup gönderdi… Esed bunu isyanı sonlandırmak için bir ‘yeşil ışık’ olarak nitelendirdi

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 6: Saddam ile Rafsancani arasında gizli barış mektuplaşmaları

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 7… Rafsancani’den Saddam'a: ‘Arap milliyetçiliğinden bahsediyorsunuz ama Kuveyt’in işgal edilmesine karşı çıkmamızı eleştiriyorsunuz’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 9: Suudi Arabistan, İsrail-Suriye füze ​​krizinin çözümünde önemli rol oynadı

 


Sudan’da kaynaklar ve yağmalanan zenginlikler için çatışma

Görsel: Peter Reynolds
Görsel: Peter Reynolds
TT

Sudan’da kaynaklar ve yağmalanan zenginlikler için çatışma

Görsel: Peter Reynolds
Görsel: Peter Reynolds

Şerif Muhammed

Sudan’da ordu ile ayrılıkçı paramiliter grup Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında patlak veren iç savaş üçüncü yılını doldururken, ufukta barışçıl bir çözüm umudu görünmüyor. Bu savaş, savaşan tarafları meşruiyet kazanma umuduyla nüfuzlarını genişletmek için savaşmaya itiyor.

Sudan ordusu ve HDK, son aylarda kendi destekleri hükümetlerin kurulduğunu duyurdu. Sudan’da çatışan taraflar, dünyanın en kötü insani krizlerinden birine ve savaş suçlarına yol açan çatışmanın ardından uluslararası tanınma arayışına girdiler. Başta ABD, Suudi Arabistan ve Mısır'ın öncülüğündeki çabalar olmak üzere Sudan’da savaşı sona erdirmek için yapılan diplomatik çabalar çıkmaza girdi.

Londra King's Koleji Güvenlik Çalışmaları Fakültesi'nde kıdemli öğretim üyesi olan Dr. Andreas Krieg, “Sudan savaşında meşruiyet ve kaynaklar aynı madalyonun iki yüzüdür” değerlendirmesinde bulundu. Dr. Krieg, Al Majalla’ya verdiği röportajda, “Sudan ordusu ve HDK, savaş çabalarını finanse eden, nüfusu besleyen ve sadakat ağlarını sürdüren kaynaklar üzerinde kontrol sahibi olmadan hükümeti güvenilir bir şekilde destekleyemezler. Petrol ihracatı, altın satışı, tarımsal fazlalıklar veya gümrük gelirleri yoluyla işleyen bir ekonomi sergileyebilenler, iktidarı ele geçirme konusunda daha güçlü bir iddiaya sahip olacaklar” ifadelerini kullandı.

Sudan’da iç savaş, ordunun ve HDK adlı ayrılıkçı paramiliter grubun arasında üçüncü yılını doldururken, barışçıl bir çözüm umudu görünmüyor. Bu çatışma, savaşan tarafları meşruiyet kazanma umuduyla etkilerini genişletmek için savaşmaya itiyor.

Dr. Krieg: Tamamen ekonomik açıdan bakıldığında, HDK ülkenin en değerli doğal kaynaklarını kontrol ederken, ordu ise bu kaynakların uluslararası pazarlara ulaşmasını sağlayan limanları, kurumları ve altyapıyı kontrol ediyor.

Doğu'da limanlar ve tarım, Batı'da altın ve petrol

Halen üstünlüğü elinde bulunduran ordu, hayati önem taşıyan Kızıldeniz kıyılarını, tarım ürünlerini, kamu hizmetlerini, petrol taşımacılığı altyapısını, Sudan'ın elektriğinin çoğunu üreten hidroelektrik barajlarını, uluslararası yardımı ve başkent Hartum'u kontrol ediyor.

gy
Görsel: Peter Reynolds

Darfur ve Kordofan’da HDK, Sudan'ın altın ve hayvancılık zenginliklerinin yanı sıra, akasya ağaçlarından elde edilen ve esas olarak tatlandırıcılar ve diğer ürünlerin üretiminde kullanılan bir madde olan arap zamkının (akasya sakızı) çıkarıldığı alanların çoğunu kontrol ediyor. Dünyadaki arap zamkının yaklaşık yüzde 80'i Sudan tarafından karşılanıyor.

Dr. Krieg, değerlendirmesinde, “Tamamen ekonomik açıdan bakıldığında, HDK ülkenin en değerli doğal kaynaklarını kontrol ederken, ordu ise bu kaynakların uluslararası pazarlara ulaşmasını sağlayan limanları, kurumları ve altyapıyı kontrol ediyor” diye ekledi.

RANE Sahra Altı Afrika Güvenlik Analisti Muzungu: HDK'nın varlıkları önemli gelirler sağlasa da Sudan ordusu limanlar, finans kurumları, tarım arazileri ve devlet altyapısı üzerindeki kontrolü, ona daha güçlü bir stratejik temel sağlıyor.

Sudan Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve HDK lideri Muhammed Hamdan Dagalu (Hamideti) Sudan'daki petrol kaynakları için savaşıyor. Bu kaynakların kontrolü, iki taraf arasındaki çatışmada belirleyici bir dönüm noktası olabilir.

Dr. Krieg, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:

“Her iki tarafın da tanınması, meşruiyet, davranış ve uluslararası hukuka olduğu kadar kaynakların kontrolüne de bağlı. Ancak bu çıkmaz durum uzarsa, petrol, onu kontrol edenlerin Sudan’da meşru bir hükümet olarak kendilerini tanıtmak için kullanabilecekleri güçlü bir araç haline gelecek. Şu anda, uluslararası anlamda meşruiyet Sudan ordusunda kalmaya devam ediyor. Sudan ordusu, Sudan'ın Birleşmiş Milletler’deki (BM) resmi koltuğunu elinde tutuyor ve bir devlet kurumu olarak görülmeye devam ediyor.”

Orduya uluslararası destek

Sudan ordusunun HDK'dan çok daha fazla uluslararası siyasi destek gördüğü açık. İran, Sudan ordusuna silah ve insansız hava araçları (İHA) tedarik ederek, HDK'nın savaşta ilerleme kaydettiği ve Afrika'nın üçüncü büyük ülkesinde başkent Hartum da dahil olmak üzere daha fazla toprağın kontrolünü ele geçirdiği bir dönemde dengeleri değiştirdi.

vfgth
Sudan'ın başkenti Hartum'un 800 kilometre doğusundaki çöldeki Ariab altın madeni, 3 Ekim 2011 (AFP)

Bu güçlü dış destek, Sudan ordusunun son zamanlarda elde ettiği zaferlerle taçlandırıldı. Mart ayında Hartum'un kontrolünü geri alan ve kısa süre sonra aynı adı taşıyan eyalet üzerindeki hakimiyetini güçlendiren ordu ayrıca HDK'dan, ihracat gelirlerinin önemli bir kaynağı ve Sudan'ın büyük bir kısmına gıda sağlayan başlıca tarım merkezi olan el-Cezire eyaletinin kontrolünü de geri aldı.

Tehdit Değerlendirme ve Değişim Ağı'nda (RANE) Sahra Altı Afrika Güvenlik Analisti Hellen Abatoni Muzungu, konuyla ilgili Al Majalla’ya yaptığı değerlendirmede, “HDK'nın varlıkları önemli gelirler sağlasa da Sudan ordusu limanlar, finans kurumları, tarım arazileri ve devlet altyapısı üzerindeki kontrolü, ona daha güçlü bir stratejik temel sağlıyor” dedi.

Afrika'nın üçüncü büyük altın üreticisi olan Sudan’da bu kıymetli metal Darfur'un Libya, Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti ile olan sınırlarından kaçak olarak getiriliyor.

Sudan ordu, bu yıl hükümetini önemli bir ticaret yolu olan Kızıldeniz'deki Port Sudan'dan Hartum'a taşımayı planlıyor. Bu, ordunun üstünlüğünü sağlamak için atılan sembolik bir adım. Şehir harabeye döndükten sonra bu taşınma konusunda şüpheler var.

Darfur’dan altın kaçakçılığı

Çatışmaların yoğun olduğu ve kıtlık riskinin arttığı el-Faşir şehri hariç, Batı Darfur eyaleti şu anda HDK'nın kontrolü altında bulunan en önemli bölgelerden biri. HDK, bölgedeki sivillere karşı yıllarca süren ve yüzbinlerce kişinin ölümüne ve milyonlarca kişinin yerinden edilmesine neden olduğu düşünülen zulümlerin ardından, 2017 yılından bu yana Kuzey Darfur'daki altın madenleri üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmış durumda.

Eski Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir'in iktidarı döneminde Darfur, isyancılarla aynı etnik gruba mensup kişilere karşı yürütülen yakıp yıkma kampanyasından büyük zarar gördü. O dönemde Cancavid milisleri olarak bilinen HDK, belirli toplulukları hedef alarak onlara sürekli hava saldırıları düzenledi.

dft
Başkent Hartum'un kuzeydoğusundaki Sudan çölünde bir altın madeni üretim hattında çalışan Sudanlı bir adam, 3 Ekim 2011 (AFP)

Burhan ve Hamideti, 2019 yılının nisan ayında Beşir’i devirmek için güçlerini birleştirdi ve onun 30 yıllık diktatörlüğüne son verdi. Ancak üç yıl sonra, aynı ay içinde, ikisi birbirine düşman oldu. O zamandan beri savaşın finansmanı için altın kaçakçılığı yapıldığına inanılıyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Afrika’nın üçüncü büyük altın üreticisi olan Sudan’da bu kıymetli metal Darfur'un Libya, Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti ile olan sınırlarından kaçak olarak getiriliyor. HDK, bu metali ‘uluslararası pazarlar aracılığıyla yurt dışına kaçak olarak çıkarmakla’ suçlanıyor.

“RANE Sahra Altı Afrika Güvenlik Analisti Muzungu:

HDK'nın Kordofan üzerindeki kontrolünü güçlendirmesinin, mali tabanını ve siyasi etkisini genişletmesi, paralel hükümet yapılarını güçlendirmesi, çıkmazı derinleştirmesi ve Sudan ordusunun ulusal otorite iddiasını zayıflatacağı düşünülüyor.

Sudan ordusu geçtiğimiz haziran ayında Libya komutanına sadık savaşçıların HDK ile birlikte çatışmalara katıldığını duyurdu. Kenya, bu yılın başlarında HDK ve destekçilerinin kontrol ettikleri bölgeleri yönetmek üzere sözde birlik hükümetini ilan eden bir anlaşma imzaladıkları bir toplantıya ev sahipliği yaptı.

Kordofan’ın stratejik önemi ve petrol

Kordofan, Sudan ordusunun kontrolündeki Hartum eyaleti ile HDK'nın kontrolündeki Darfur arasında yer alıyor. Son aylarda, iki tarafın petrol zengini olan bu eyaletin kontrolünü ele geçirmek için rekabet etmesi nedeniyle, bölge şiddetli çatışmalara sahne oluyor. HDK şu anda Kordofan'ın kuzey, batı ve güney bölgelerini kontrol ediyor.

Sudan ordusu Kordofan'da galip gelirse, bu durum onları Darfur'daki HDK kalelerini tehdit edecek güçlü bir konuma getirecek. Eğer aksi bir durum olur ve HDK eyaletin kontrolünü ele geçirirse, Hartum'un kontrolünü geri kazanmaya bir adım daha yaklaşmış olacak.

gthy
Sudan’ın başkenti Hartum'un kuzeydoğusundaki Ariab çölündeki bir maden ocağından toplanan altın parçaları, 3 Ekim 2011 (AFP)

Muzungu, HDK'nın Kordofan eyaleti üzerindeki kontrolünü güçlendirmesinin (ki zaten büyük bir kısmını kontrol ediyor) mali tabanını ve siyasi nüfuzunu genişleteceğini, bunun da paralel hükümet yapılarını güçlendireceğini, çıkmazı derinleştireceğini ve Sudan ordusunun ulusal otorite iddiasını zayıflatacağını söyledi.

Kordofan'ın kontrolü, Sudan'ın petrol arzının büyük bir kısmının kontrolü anlamına da geliyor. Dr. Krieg, Kordofan'daki petrol sahalarının kontrolünün, pratik açıdan güç dengesini kesinlikle değiştireceğini belirtti. Petrol, Sudan'ın en önemli stratejik kaynağı olmaya devam ediyor, çünkü sadece iç tüketime yakıt sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda ekonomisi neredeyse tamamen Sudan'ın boru hatları üzerinden kuzeye ham petrol pompalamaya bağlı olan Güney Sudan’dan transit ücretleri de elde ediyor.

Dr. Krieg: Sudan’ın toplumsal yapısı Libya’dan daha karmaşık. Kabile ağları, etnik milisler ve değişen ittifaklar, doğu-batı arasında net bir ayrışma olasılığını ortadan kaldırıyor. Sudan, birden fazla derebeyliğe bölünme riskiyle karşı karşıyadır.

Sudan’ı geçen bir boru hattı, Kızıldeniz kıyısına 150 bin varilden fazla petrol taşıyor.

Dr. Krieg, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Port Sudan'a petrol akışının kesintisiz olmasını garanti edebilen taraf, hem ulusal hem de bölgesel düzeyde daha güçlü bir müzakere pozisyonuna sahip olacaktır. Orta ve uzun vadede, bu kontrol daha büyük bir diplomatik etkiye dönüşebilir. Güney Sudan gibi komşu ülkeler ve Çin gibi uluslararası yatırımcılar, petrol üretimini sürdüren otoriteyle anlaşmak zorunda kalacaklar. Bu durum, doğudaki petrol terminallerinin kontrolünün uluslararası tüccarları Bingazi'deki ayrılıkçı yönetimle anlaşmaya zorladığı Libya'daki deneyimi hatırlatıyor.”

Sudan umudunu yitirirken Libya senaryosu mu tekrarlanacak?

Libya, Muammer Kaddafi rejiminin 2011 yılında devrilmesinden ve öldürülmesinden bu yana, biri BM tarafından tanınan Trablus'ta, diğeri Temsilciler Meclisi’nin (TM) desteklediği Bingazi'de olmak üzere iki yönetim tarafından yönetiliyor.

 Her hükümet farklı varlıkları kontrol ediyor. Sudan'daki iki rakip hükümet uzun süre kutuplaşmış pozisyonlarını sürdürürse, bu bölünme benzer bir durum yaratacak ve siyasi geçiş ve ekonomik toparlanmayı neredeyse imkansız hale getirecek bir senaryo ortaya çıkacaktır. RANE’den Muzungu, “Her iki taraf da kesin bir zafer elde edemezse, kaynakların ve toprakların bu bölünmesi kalıcı hale gelecek ve iki rakip hükümetin yıllarca bir arada var olmasına yol açacak” yorumunda bulundu.

dfgt
Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir’deki hayvan pazarından çıkan yangından dumanlar yükseliyor, 1 Eylül 2023 (AFP)

Sudan’daki savaş on binlerce kişinin hayatına mal oldu, 12 milyondan fazla insanı yerinden etti ve 30 milyondan fazla insanı gıda yardımına muhtaç bıraktı. Ayrıca ekonomiyi de çok kötü bir duruma düşürdü. Mevcut durum uzun süre devam ederse, Libya'daki ikilemle benzer şekilde daha da kötüye gitmesi kaçınılmaz olacak.

Sudan'daki sosyal yapı, kabile ağları, etnik kökenli milisler ve değişken ittifaklar nedeniyle Libya'dakinden daha karmaşık olduğunu düşünen Dr. Krieg, bu durum, doğu ile batı arasında net bir ayrım yapılmasını zorlaştırıyor. Sudan, iki uyumlu devletin ortaya çıkması yerine, her biri farklı kaynaklara ve dış destekçilere dayanan çok sayıda feodal beyliğe bölünme riskiyle karşı karşıya.

Dr. Krieg’e göre bu anlamda, Libya ile yapılan karşılaştırma Sudan krizinin derinliğini yansıtmayabilir, zira Sudan sadece iki paralel hükümetle karşı karşıya değil, aynı zamanda rakip savaş ağalarının kaynakları tükettiği uzun süreli bir kaos olasılığıyla da karşı karşıya.


Suveyda'dan gelen yerinden edilmiş Suriyelilere yönelik eğitim, bazı Lübnanlı güçler arasında hoşnutsuzluk yaratıyor

Geçtiğimiz çarşamba günü Beyrut'tan ülkelerine dönüş yolculuğunda olan Suriyeli kadınlar ve çocuklar (EPA)
Geçtiğimiz çarşamba günü Beyrut'tan ülkelerine dönüş yolculuğunda olan Suriyeli kadınlar ve çocuklar (EPA)
TT

Suveyda'dan gelen yerinden edilmiş Suriyelilere yönelik eğitim, bazı Lübnanlı güçler arasında hoşnutsuzluk yaratıyor

Geçtiğimiz çarşamba günü Beyrut'tan ülkelerine dönüş yolculuğunda olan Suriyeli kadınlar ve çocuklar (EPA)
Geçtiğimiz çarşamba günü Beyrut'tan ülkelerine dönüş yolculuğunda olan Suriyeli kadınlar ve çocuklar (EPA)

Lübnan hükümetinin, yasal ikamet izni olmayan Suriyeli öğrencilerin devlet okullarına kaydolmasına izin verme kararı, Lübnan Kuvvetleri ve Özgür Yurtsever Hareket partileri arasında öfkeye yol açtı. Bu partiler, bu tür kararların ‘Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönmelerine katkıda bulunmadığını, aksine Lübnan'da kalmalarını teşvik ettiğini’ düşünüyor.

Yeni kararlar

Lübnan hükümeti 9 Ekim'de, geçerli prosedürlere uygun olarak kendi adlarına veya velilerinden birinin adına oturma izni alma yahut yenileme sürecini başlatmış olan Suriyeli öğrencilerin, bunu kanıtlamak için Devlet Güvenlik Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenmiş resmi bir belge sunmaları koşuluyla okula kayıt yaptırmalarına izin veren 19 sayılı kararı yayınladı.

Eğitim Bakanı Rima Karami 15 Ekim'de, hükümetin belirlediği koşulları karşılamayan öğrencilerin bile, kendileri için özel bir dosya oluşturulup Devlet Güvenlik Genel Müdürlüğü'ne iletilmesi şartıyla kayıt yaptırmalarına izin veren bir mutabakat metni yayınladı. Mutabakat metni ayrıca, Suriyeli öğrencilerin her zaman öğleden sonra derslerine katılmalarına izin verilmiş olmasına rağmen, ortaokul öğrencilerinin sabah derslerine kaydolmalarına da izin verdi.

XSDFRGT
Lübnan Eğitim Bakanı Rima Karami (Lübnan Ulusal Haber Ajansı – NNA)

Eğitim Bakanı cumartesi günü, mutabakat metninin ‘Bakanlar Kurulu'nun, hükümetin hiçbir bakanının itirazı olmaksızın oybirliğiyle kabul ettiği kararı yansıttığını’ doğruladı. Bakan, ‘projeyi Bakanlar Kurulu'na sunmadan önce inceleyen komitede farklı mezheplerden bakanların yer aldığını ve tüm görüşlerin dinlendiğini’ belirtti.

Karami, bu kararın ‘Lübnan'ın ulusal ve uluslararası taahhütlerine uygun olarak öğrencilerin eğitim hakkını garanti ettiğini ve (onlar hakkında bir veri tabanı oluşturarak) Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönüşünü kolaylaştırmaya, sosyal ve insani riskleri azaltmaya ve geri dönenlerin resmi sertifikalara erişimini kolaylaştırmaya, ayrıca gayri resmi eğitimi düzenlemeye ve kontrol etmeye katkıda bulunduğunu’ ifade etti.

Suveydalı öğrenciler

Hükümetin kararı ve Eğitim Bakanlığı'nın mutabakat metni, son olayların ardından Suveyda vilayetinden kaçan Suriyeli öğrencileri kabul etmek için alınmış gibi görünüyor. İlerici Sosyalist Parti, çoğu Dürzi topluluğundan olan bu öğrencilerin Lübnan'da akademik yıla kaydolabilmeleri için ilgili yetkililerle önemli çabalar sarf etti.

DFRGT
Lübnan'daki Suriyeli mülteciler ülkelerine dönmeye hazırlanıyor. (EPA)

İlerici Sosyalist Parti Medya Komisyonu tarafından yapılan açıklamaya göre, hükümetin kararı ‘İlerici Sosyalist Parti'nin, yerinden edilmiş öğrencilerin resmi eğitime kaydolmalarını ve öğrenme gibi temel haklarından mahrum bırakılmamalarını sağlamak için yaptığı dikkatli takibin sonucudur.’

Kayıt dönemi bu ayın sonunda sona ereceğinden, mevcut akademik yıl için kaç Suriyeli öğrencinin kayıt yaptıracağı henüz belli değil.

‘Eğitime yönelik bir tehdit’

Güçlü Cumhuriyet Bloğu Milletvekili Razi el-Hac, hükümetin ‘ülkede yasadışı olarak bulunan Suriyelilerin anavatanlarına geri dönmeleri için bir plan sunduğunu’ hatırlatarak bu yeni önlemleri kınadı. Plan, 2025 yılı sonuna kadar geçerli oturma izni veya yasal statüsü olmayan tüm Suriyelilerin Lübnan'da yasadışı olarak bulundukları kabul edileceğini açıkça belirtmişti. El-Hac, “Hükümetin son kararı Suriyelilerin ülkelerine dönüşüne katkıda bulunmayacak” dedi.

El-Hac Şarku’l Avsat'a verdiği demeçte şu ifadeleri kullandı: “Lübnan Kuvvetleri'nin bakanlarının bu karara çekinceleri var... Sorun, bu kararın daha da ileri giderek, her zaman sadece Lübnanlı öğrencilere ayrılmış olan sabah döneminde Suriyeli öğrencilerin kaydolmasına izin vermesidir. Bu, Lübnan'da kamu eğitimi için ayrılan fonların neredeyse tamamen durduğu bir dönemde, devlet okullarına ek bir maliyet ve yük getiriyor ve bu da Lübnanlı öğrencilerin devlet okullarını terk etmesine yol açabilir.”

Özgür Yurtsever Hareket

Özgür Yurtsever Hareket'in milletvekilleri ve liderleri, hükümet ve Eğitim Bakanı'nın yanı sıra Lübnan Kuvvetleri bakanlarına karşı da şiddetli bir kampanya başlattılar. Çünkü onların bu karara onay verdiklerini ve itiraz etmediklerini ifade ediyorlar.

Güçlü Lübnan Bloğu Milletvekili Sezar Ebi Halil, “Suriyeli mültecileri devlet okullarına kaydetme kararı skandaldır. Bu adım, gizli yeniden yerleştirme politikasının devamıdır. En kötüsü de Lübnan Kuvvetleri bakanlarının, mültecilerin ülkelerine geri dönmelerini sağlayacak bir plan için baskı yapmak yerine, bu kararı kabul edip sessiz kalmalarıdır” şeklinde konuştu.

ZXCDFG
Geçtiğimiz çarşamba günü Beyrut'tan ülkelerine dönüş yolculuğunda olan Suriyeli kadınlar ve çocuklar (EPA)

Aynı bloğun üyesi Edgard Traboulsi, “Bu kararlar, Suriyelilerin yerinden edilmesini pekiştirecek ve uzatacak; Suriye'den başka kişilerin de çocuklarını Lübnan okullarına kaydettirmesine yol açacak. Oysa artık Lübnan'da kalmaları için hiçbir gerekçe kalmadı” ifadelerini kullandı. Özgür Yurtsever Hareket Başkan Yardımcısı Naci el-Hayek, bu kararları ‘Lübnan'a, Lübnanlı öğrencilere ve fiilen eğitim almayan Suriyelilere karşı bir suç’ olarak nitelendirdi. El-Hayek, “Suriye güvenli hale geldi ve yatırımlar burada başlamadan önce orada başladı. Biz ise onlara Lübnan'da kalmaları için teşvikler veriyoruz” dedi.

El-Hayek Şarku’l Avsat'a verdiği demeçte, “Yerinden edilmişlerin ülkelerine dönme zamanı geldi ve artık burada kalmaları için hiçbir gerekçe yok. Ne tür tavizlerin verildiği belirsiz ve Suriyelileri Lübnan'da hangi ittifakın tuttuğunu anlamak mümkün değil” ifadesini kullandı.

İnsani kriz

Öte yandan, Demokratik Buluşma Bloğu üyesi Dr. Bilal Abdullah, hükümetin kararına karşı yürütülen kampanyaya şaşırdığını belirterek, “Bu karar, Suveyda'daki olaylar ve İsrail ajanlarının kışkırttığı yerinden edilme ve katliamların yol açtığı büyük insani krizi çözmek için alındı” dedi. Abdullah, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, bu kararın ‘öğrencilerin küçük bir kesimini etkilediğini’ kaydetti.

DRT
Suveyda'daki olaylar sırasında Beyrut'ta düzenlenen genişletilmiş Dürzi toplantısında konuşan Velid Canbolat (Şarku’l Avsat)

Abdullah sözlerini şöyle sürdürdü: “Konu şu anda Suriye yetkilileriyle siyasi olarak ele alınsa da, çözümün insani bir boyutu da var; Suriyeli mültecilerin Lübnan'da eğitim görmelerine olanak sağlanması. Lider Velid Canbolat'ın bölgeyi parçalama planına karşı çıkmasına kızan kişiler olmadığı sürece, bu konu fazla abartılmamalı.”

UNICEF'in tutumu

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) Lübnan Temsilcisi Marcoluigi Corsi, ‘Eğitim ve Yükseköğretim Bakanlığı'nın Lübnan'daki tüm çocukların statülerine bakılmaksızın eğitime erişebilmelerini sağlamak için gösterdiği çabaları’ memnuniyetle karşıladı. Corsi, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, bu adımın ‘her çocuğun kaliteli eğitim alma temel hakkını gerçekleştirmede önemli bir adım’ olduğunu söyledi.

Corsi, “UNICEF ve bağışçı ortakları, Eğitim için Güven Fonu (TREF) aracılığıyla Eğitim ve Yükseköğretim Bakanlığı'na destek vermeye devam edecek. Bu destek, resmi eğitim sisteminin güçlendirilmesi, eğitim materyallerinin sağlanması, öğretmenlerin eğitilmesi ve özel ihtiyaçları olan çocuklar, mülteciler ve en savunmasız gruplar dahil olmak üzere Lübnan'daki tüm çocuklar için kapsayıcı, güvenli ve kaliteli öğrenme ortamlarının sağlanmasını içermektedir” ifadelerini kullandı.


Gazze’de ateşkesi sarsan şiddetli sarsıntılar

İsrail’in Gazze'nin güneyindeki Han Yunus'a düzenlediği hava saldırısında yaralanan yaralı bir çocuğu Nasır Hastanesi'ne taşıyan Filistinli bir adan (AP)
İsrail’in Gazze'nin güneyindeki Han Yunus'a düzenlediği hava saldırısında yaralanan yaralı bir çocuğu Nasır Hastanesi'ne taşıyan Filistinli bir adan (AP)
TT

Gazze’de ateşkesi sarsan şiddetli sarsıntılar

İsrail’in Gazze'nin güneyindeki Han Yunus'a düzenlediği hava saldırısında yaralanan yaralı bir çocuğu Nasır Hastanesi'ne taşıyan Filistinli bir adan (AP)
İsrail’in Gazze'nin güneyindeki Han Yunus'a düzenlediği hava saldırısında yaralanan yaralı bir çocuğu Nasır Hastanesi'ne taşıyan Filistinli bir adan (AP)

Gazze’de ateşkes anlaşmasının yürürlüğe girmesinin üzerinden henüz iki hafta geçmemişken şiddetli sarsıntılar yaşandı. İsrail ordusu, Hamas'ı ‘İsrail askerlerine karşı saldırı düzenlemekle’ suçladıktan sonra (Gazze Şeridi'nin güneyindeki) Refah’ta birkaç hava saldırısı düzenledi. Saldırıda en az 33 kişi öldü. İsrail ordusu dün akşam yaptığı açıklamada, Refah'ta meydana gelen ‘ciddi’ bir olayda Nahal Tugayı'ndan bir subay ve bir askerin öldüğünü duyurdu.

Ancak İsrailli bir güvenlik yetkilisi ateşkesin kurtarılmasına gerek olmadığını söyledi. İbranice yayın yapan haber sitesi Ynet'e açıklamalarda bulunan yetkili, saldırıların anlaşmayı zedeleyecek bir tepki olmadığını, bu yüzden endişelenecek bir durum olmadığını belirtti. Olayın anlaşmanın çöküşü değil, bir neden-sonuç ilişkisi olduğunu vurgulayan yetkili, “Bir ihlal oldu ve cezası kesildi” ifadelerini kullandı.

İsrailli yetkili, saldırıların Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah kentinde Hamas'ın üç ayrı silahlı çatışmada ateşkesi ihlal etmesinin ardından gerçekleştiğini iddia etti.

İsrail ordusu, askerlerinin Filistinli silahlı gruplar tarafından saldırıya uğramasının ardından Refah şehrine hava saldırıları düzenlediğini açıkladı.

DY
İsrail'in pazar günü Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki el-Bureyc Mülteci Kampı’ndaki bir binayı hedef alan hava saldırısının ardından yükselen dumanlar (AFP)

İsrail hükümeti, Refah'ta saldırı düzenleyeceğini duyurduktan sonra bir toplantı düzenledi. İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, toplantının ardından yaptığı açıklamada, ordunun Gazze Şeridi'ndeki Hamas hedeflerine karşı ‘güçlü bir şekilde harekete geçme’ talimatı aldığını açıkladı. Katz, İsrail askerlerinin üzerine ateş açılması veya ateşkesin ihlali durumunda Hamas’ın ‘ağır bir bedel ödeyeceği’ uyarısında bulundu.

Hamas’ın ‘İsrail askerlerini korumaya ve onlara zarar gelmesini önlemesi gerektiğini’ zor yoldan da olsa öğreneceğini söyleyen Katz, “Hamas bu mesajı anlamazsa, yanıt daha da sert olacak” ifadelerini kullandı.

İletişimi kesilmiş

Ancak Hamas'ın askeri kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları dün sabah, Refah bölgesinde herhangi bir olay veya çatışma hakkında bilgisi olmadığını, çünkü bu bölgelerin işgal kontrolü altındaki kırmızı bölgeler olduğunu açıkladı. Ayrıca, bu yıl mart ayında savaşın yeniden başlamasından bu yana bölgede kalan gruplarla iletişimin kesildiğini kaydetti.

Öte yandan İsrailli yetkili, Tel Aviv'in ‘saldırıları gerçekleştirmeden önce ABD'yi önceden bilgilendirdiğini’ belirterek, Gazze'deki ateşkes anlaşmasının uygulanmasını izleme mekanizması çerçevesinde Washington ile yapılan koordinasyona atıfta bulundu.

DFRG
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta İsrailli rehineleri Kızılhaç'a teslim eden Hamas üyeleri, 13 Ekim 2025 (Reuters)

Bu gelişmeler, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın cumartesi akşamı ‘Hamas'ın yakında Gazze'deki sivillere karşı bir saldırı planladığına dair güvenilir raporlar’ olduğunu belirten sert açıklamasının hemen ardından yaşandı. Washington bunu ‘ateşkesin ihlali’ olarak değerlendirdi.

Hamas, ABD’nin suçlamalarını reddederken anlaşmaya bağlı olduğunu vurguladı ve İsrail'i Filistinlilere karşı sürekli ihlallerde bulunmakla suçladı.

Hamas tarafından yapılan açıklamada, “İsrail’in bu iddiaları yanıltıcı propagandasıyla tamamen uyumlu. Tüm bunlar işgalci İsrail’in halkımıza karşı işlediği suçları ve sistematik saldırılarını sürdürmesi için bir bahane oluşturuyor” ifadeleri yer aldı.

Ebu Şebab Grubu

İsrail ve Hamas'ın çatışma noktaları ve kayıplar hakkında kesin bir açıklama yapmaması üzerine, İsrailli yerleşimcilere yakın medya platformları, saldırının öncelikle İsrail tarafından desteklenen, Yasir Ebu Şebab liderliğindeki ve Refah'ın doğusunda faaliyet gösteren silahlı bir gruba yönelik olduğunu bildirdi.

İbranice yayın yapan bazı platformlara göre İsrail güçleri Ebu Şebab ve grubunun bulunduğu bölgeyi koruyor ve bu yüzden bölgeye saldıran Hamas üyeleriyle İsrail ordusu arasında çatışma yaşandı.

Hamas, bu bilgileri teyit etmezken ABD'nin açıklamasına verdiği yanıtta ve anlaşmanın ihlal edildiği iddialarını reddederek, “Yaşananlar tam tersini ortaya koyuyor. Cinayetler işleyen, insan kaçıran, yardım kamyonlarındaki malzemeleri çalan ve Filistinli sivillere karşı soygunlar yapan suç çetelerini kuran, silahlandıran ve finanse eden işgalci İsrail’dir. Görüntüler ve videolar aracılığıyla suçlarını kamuoyuna itiraf ederek, işgalci İsrail’in kaos yayma ve güvenliği bozma faaliyetlerine karıştığını doğruladılar” ifadelerini kullandı.

ABD yönetimine ‘işgalci İsrail’in yanıltıcı söylemlerini tekrarlamayı bırakması ve ateşkes anlaşmasını defalarca kez ihlal eden İsrail’i durdurmaya odaklanması’ çağrısında bulunan Hamas, bu ihlallerin başında, İsrail’in söz konusu çetelere destek vermesinin ve kontrolü altındaki bölgelerde onlara güvenli sığınak sağlamasının geldiğini vurguladı.

Hamas heyeti Kahire'de

Öte yandan Hamas dün akşam, Halil el-Hayya başkanlığındaki bir heyetin Kahire'ye ulaştığını ve heyetin arabulucular, gruplar ve Filistin güçleriyle ateşkes anlaşmasının uygulanmasını takip edeceğini duyurdu.

Hamas bir başka açıklamada, geçtiğimiz hafta imzalanan ateşkes anlaşmasının İsrail tarafından onlarca kez ihlal edildiğini belgelediğini söyledi. Anlaşmanın tüm şartlarını ‘harfiyen ve anlaşma ruhuna uygun olarak’ uygulamaya tamamen bağlı olduğunu vurgulayan Hamas, Arabuluculara, İsrail'in ‘ateşkese yönelik ağır ihlallerini’ durdurmak için müdahale etmeleri çağrısında bulundu.

FRT
Hamas'ın önde gelen liderlerinden Halil el-Hayya, 8 Ekim’de Mısır'ın Şarm eş-Şeyh kentinde Gazze'de ateşkes anlaşmasının açıklanmasından önce yapılan toplantıda konuşurken (Kahire el-İhbariyye)

Açıklamada, İsrail'in ateşkesin ilk gününden itibaren sivillere karşı korkunç suçlar işlediğini belirten Hamas, anlaşmanın imzalanmasından bu yana 46 Filistinlinin öldürüldüğünü ve 132 Filistinlinin de yaralandığını, bunların yarısının kadın, çocuk ve yaşlılar olduğunu vurguladı.

Bu tür saldırıları, ateşkes anlaşmasını baltalamak ve Gazze Şeridi'ndeki insani durumu istikrarsızlaştırmak için kasıtlı bir girişim olarak değerlendiren Hamas, İsrail'i ‘anlaşmada belirtilen sarı çizgiyi aşarak ve topçu ve insansız hava aracı (İHA) saldırıları ile sivillerin evlerine dönmelerini engelleyerek güvenlik hükümlerini ihlal etmekle’ suçladı.

Hamas, İsrail'i ayrıca ‘birçok temel gıda maddesinin girişini engellemek ve yakıt ve gaz tedarikini anlaşılan miktarın yüzde 10'unun altına düşürmekle’ de suçladı.

Hamas, İsrail’in altyapının yeniden inşasını engellediğini, tıbbi ekipman, ambulans ve inşaat malzemelerinin girişini önlediğini, ayrıca mahkumların serbest bırakılmasını geciktirdiğini ve onlara kötü muamelede bulunup işkence yaptığını belirtti.

HYU
İsrail'in Gazze’de ateşkes ve esir takası anlaşması kapsamında iade ettiği Filistinlilerin cenazeleri için el-Bureyj Mülteci Kampı’nda düzenlenen cenaze töreninden bir kare (AFP)

Hamas, İsrail’den teslim aldığı 150 Filistinlinin cesetlerinin bazılarının elleri bağlı olduğunu, bazılarında ise ‘asılma ve ezilme’ izleri bulunduğunu, bunun da ‘uluslararası hesap verebilirlik gerektiren bir savaş suçu’ olduğunu kaydetti. Hamas, İsrail'i ‘anlaşmanın bozulmasından veya çökmesinden tamamen sorumlu’ olan tarafın olacağını vurgulayarak arabuluculara, İsrail'i imzalanan anlaşmalara uymaya zorlamaları çağrısında bulundu.