Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 10: ‘Humeyni ile tanışan ilk ve son Suriyeli yetkili bendim’

Merhum Devlet Başkanı Hafız Esed, İran Dini Lideri Ali Hamaney ve Eski İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani (Getty - AFP)
Merhum Devlet Başkanı Hafız Esed, İran Dini Lideri Ali Hamaney ve Eski İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani (Getty - AFP)
TT

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 10: ‘Humeyni ile tanışan ilk ve son Suriyeli yetkili bendim’

Merhum Devlet Başkanı Hafız Esed, İran Dini Lideri Ali Hamaney ve Eski İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani (Getty - AFP)
Merhum Devlet Başkanı Hafız Esed, İran Dini Lideri Ali Hamaney ve Eski İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani (Getty - AFP)

Suriye’nin eski Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın Şarku’l Avsat tarafından yayınlanan anılarının onuncu bölümünde Tahran’daki ‘devrim’ zaferinin hemen ardından Suriye ve İran arasındaki ilişkilerin ve İran’ın 1982 yılındaki İsrail işgalinden sonra ‘Devrim Muhafızları Ordusu’nu ve Lübnan’da ‘Hizbullah’ı kurmalarının ayrıntılarını anlatıyor.
Haddam, Lübnan'daki Yüksek İslam Şii Konseyi Başkanı Musa es-Sadr’ın, Şam ile ‘devrimin’ zaferinden sonra iktidarı ele geçiren Şah’a muhalefet eden birçok İranlı isim arasındaki ilişkilerin kurulmasında büyük rol oynadığını söylüyor. Bunlar arasında iki ülke arasındaki ilişkileri tesis etmek amacıyla “İmam” Humeyni ve üst düzey yetkilerle görüşmek üzere 1979 yılının Ağustos ayında Haddam’ı Tahran’a davet eden İbrahim Yezdi de vardı. 
Haddam, bu konuya ilişkin şu ifadeleri kullanıyor: “Ziyaretin üçüncü günü, Humeyni ile görüşmemde bana İbrahim Yezdi eşlik etti. Böylece Humeyni ile ‘bir araya gelen’ ilk ve tek Suriyeli yetkiliydim. Kısa ancak açık ve kararlı bir konuşma yaptı. Devrimin başarıya ulaştığını vurguladı. Benden Devlet Başkanı Hafız Esed’e teşekkürlerini, selamlarını ve Suriye ile güçlü ilişkilere önem verdiğini iletmemi istedi. Şam’a döndükten sonra ziyaret hakkında Esed ve parti yönetimine bilgi verdim. Benim görüşüm, rejimimizin doğası ile İran'daki rejimin doğası arasındaki çelişkiye rağmen, İran'daki yeni rejimle işbirliği için tüm koşulların mevcut olduğuydu.”
Eski Devlet Başkanı Yardımcısı, ‘Hizbullah’ın kuruluşu hakkında ise, “İran'ın Lübnan'a en etkili girişi, 1982 yılının Haziran ayı başlarında İsrail'in Lübnan topraklarını işgali sırasında gerçekleşti. O sırada İran liderliği bizimle yapılan bir anlaşmayla bir (Devrim Muhafızları) tugayını Suriye'ye gönderme kararı aldı. Nitekim, savaşın başlamasından birkaç gün sonra İran (Muhafız) Tugayı geldi. Büyük bir kısmı Hizbullah’ı kurmak ve İslami Direniş hareketini organize etmek, desteklemek ve bu konuda eğitim vermek üzere Lübnan'a, Baalbek-Hermel bölgesine yöneldi.”
Suriye ile İran'daki devrim liderliği arasındaki ilişkilerin ilk başlangıcı, bazı fraksiyonlarıyla iyi ilişkiler kurduğumuz Şah rejimine muhalif İranlılar aracılığıyla gerçekleşti. Lübnan'daki İslami Şii Yüksek Konseyi Başkanı Seyyid Musa el-Sadr, önde gelen liderleri arasında Mehdi Bazergan, Dr. İbrahim Yezdi, Sadık Tabatabai, Sadık Kutupzade ve Mustafa Çamran’ın bulunduğu “İran Özgürlük Hareketi” (Nehzati Azadi İran) aracılığıyla bu ilişkilerde ana rolü oynamıştı. Devrimin başarıyla sonuçlanmasından sonra Mehdi Bazergan İran'da başbakan oldu. Sadık Tabatabai Başbakan Yardımcısı olurken İbrahim Yezdi’ye Dışişleri Bakanı olma görevi verildi. Yezdi’nin istifasından sonra yerine Sadık Kutuzade geçti. Mustafa Çamran da Savunma Bakanı olarak atandı.
Humeyni önderliğindeki ‘devrimin’ başarısını, bölgenin Arap bölünmeleri ve İsrail saldırılarının baskısı altında kaldığı bir dönemde büyük bir mutluluk ve derin iyimserlikle karşıladık. Devlet Başkanı Hafız Esed, Humeyni’ye samimi bir tebrik mesajı gönderdi. Söz konusu mesajda Suriye'nin İran'la kapsamlı iş birliğine olan hassasiyetini vurguladı. Suriye halkının devrimin başarısından duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
1979 yılını Ağustos ayında İran Dışişleri Bakanı İbrahim Yezdi’den bir davet aldım. 15 Ağustos'ta Tahran'a gittim ve orada Yezdi, Tabatabai ve bazı İranlı yetkililer tarafından karşılandım.
Akşam, geniş kültürünün yanı sıra, dini bağlılığı ve liberal bir zihnin birleşimine ek olarak siyasi bilinciyle de öne çıkan olan Tabatabai'yi kabul ettim. Musa es-Sadr’ın yeğeni olan Tabatabai, Suriye ile ilişkilere en çok önem veren liderlerden biriydi. Beni şaşırtan şey, oteldeki odamdayken televizyonu açtığımda zaman zaman tekrarlanan şu cümle beni şaşırttı. Cümle şöyleydi: “Çocuklarınıza Arapça öğretin.” Bu beni çok etkiledi.
Ertesi gün sabah saat 3 civarında bir arkadaşım odama girip beni uyandırıp Şeyh Muhammed Muntazeri'nin (Ayetullah Hüseyin Ali Muntazeri'nin oğlu) bir grupla benimle buluşmak istediğini bildirdi. Bir randevu talebinde bulunmaksızın gecenin o saatinde yapılan bu ziyareti garipsedim. Giyinirken görevliden onları resepsiyona götürmesini istedim.
Muntazeri, ‘devrime’ önem veren hevesli genç bir adamdı. Konuşmasına ‘Baas’ partisi ve ‘Baasçılar’a karşı yürütülen kampanyayla başladı. Irak'ın önde gelen ‘Baasçılarını’ suçladı. Sonra devrimin dünyayı değiştirecek hedeflerini açıklayarak sözlerine devam etti. Dinlemek zorundaydım. Çünkü onunla diyaloğa girmenin faydasız olduğunu anladım. Yaklaşık iki saat sonra sabah namazı kılmayı teklif etti. Birlikte namaz kıldıktan sonra gün doğumuyla birlikte yanımdan ayrıldı.
Saat 11 sularında Başbakan Mehdi Bazergan ile görüşmeye gittim. Dışişleri Bakanı Yezdi ve Başbakan Yardımcısı Tabatabai de görüşmede hazır bulundu. Bazergan, devrimin hedeflerinden ve onu desteklemeye yönelik halk mutabakatından söz etti. Kendinden emin bir şekilde hamasi söylemlerde bulunuyordu. Ardından Suriye - İran ilişkilerini ele aldı. İran'daki ‘devrim’ yönetiminin kardeş Suriye ile güçlü ilişkiler kurmaya çalışacağını vurguladı.
Söz aldım ve Suriye yönetimi adına devrimin başarısından ötürü tebriklerimi sundum. Ayrıca İran'ı bir aşamadan Arap-İran işbirliğinin entegre edileceği yeni bir aşamaya taşımadaki başarısına verdiğimiz büyük umutlardan da bahsettim. Bazergan bana Filistin davasına ilişkin vizyonlarını ve bu konuyu Müslümanların öncelikli davası olarak benimseme konusundaki kararlılıklarını ifade etti. Siyonist harekete ve İsrail'e direnmek, ABD emperyalizmi ve yabancı hırslarıyla yüzleşmek gibi ortak hedeflerden söz ettim ve görüşlerimiz tamamen aynı yönde idi.
Başbakan Sayın Bazergan, Yardımcısı Tabatabai, Dışişleri Bakanı İbrahim Yezdi, Mustafa Çamran, Hasan Habibi ve Sadık Kutupzade, Mehdi Bazergan’ın başkanlık ettiği İran Özgürlük Hareketi (Nehzati Azadi İran) mensubuydu. Musa es-Sadr ise bu siyasal hareketin ruhani babasıydı.
Yezdi ve Tabatabai de sohbete katıldılar. Herkes aynı fikirdeydi. Suriye ve İran’daki ‘devrim’ arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinin önemine ve İsrail ve ABD emperyalizmine karşı bir iş birliği içinde olmaya odaklanıldı.
Sabah 8 sularında Yezdi ile görüşmek üzere Dışişleri Bakanlığı’na gittim. Toplantı salonuna girdiğimde çok sayıda bakanlık çalışanı ile karşılaştım ve bu durum karşısında şaşkınlığa düştüm.  Bölgedeki olayların gidişatında derin bir değişim olan İran'daki devrimin başarısından Suriye halkı ve Suriye'deki liderliğin memnun olduğunu dile getirdim. Ayrıca iki taraf arasındaki ortak hedeflere dikkat çektim.
Yezdi, devrim ve ana hedeflerinden bahsetti. Konuşmasında Filistin’in kurtuluşunu ve küresel kibirle mücadeleyi öne çıkardı. Devrim ile Suriye arasındaki iş birliğinin iki halk ve Müslümanlar açısından verimli sonuçlara sahip olacağını vurguladı.
İlişkileri geliştirmek, iki ülke arasında istişarelere devam etmek, her alanda iş birliği yapmak ve bizi ilgilendiren tüm konularda çaba ve pozisyonları koordine etmek konusunda anlaştık. Ertesi gün Kudüs Günü münasebetiyle Cuma namazını Tahran Üniversitesi’nde kıldım. Birkaç yüz bini aşan katılımcıların çokluğu, Kudüs ile ilgili sloganlar, ‘İsrail’e ölüm’ çağrıları açısından namaz da kutlama da oldukça dikkat çekiciydi.
Yüzbinlerce kişinin cemaatle namaz kılıp topluca Filistin ile ilgi dualar yapıp samimiyetle sloganlar attığını görmek harika bir manzaraydı. Bu vesileyle, genel olarak Filistin ve özel olarak Kudüs meselesine ilişkin tavrımızı ifade ettiğim bir konuşma yaptım. İran'daki devrim ve lideri İmam Humeyni'yi selamladım ve devrimin hedeflerine ulaşmasını diledim.
Ziyaretin üçüncü gününde İbrahim Yezdi, Humeyni ile görüşmem için bana Kum’da eşlik etti. Humeyni ile ilk ve son bir araya gelen Suriyeli ben oldum.
Öğle vakti Kum’a ulaştık. Devrim liderinin bir halk mahallesindeki mütevazı evine gittik.  Evin girişinde üzerinde yaşlı bir adamın oturduğu masalı küçük bir oda var. Onu selamladıktan sonra, iki buçuk metreden daha uzun olmayan ve benzer genişlikte ikinci küçük bir odaya girdik ve yerde normal bir halı vardı. Bizi karşılamak için ayağa kalktı. Adam yerde oturuyordu biz de oturduk. Konuşulanları Arapça dinleyip Farsça cevap verdi.
Selamlaştıktan sonra Suriye ve Devlet Başkanı Hafız Esed liderliği adına devrim başarısından dolayı tebriklerimi ilettim. Özellikle Siyonist düşmanlıkla mücadele ve devrimin başarısına bağladığımız büyük umutları dile getirdim. Devlet Başkanı Hafız Esed’in selamını ilettim. Ona Suriye halkının İran’la daha yakın ilişkilere önem verdiğini bildirdim. Siyonist düşmanlık ve ABD baskısıyla yüzleşirken devrimin başlatacağı muazzam gelişmeye değer verdiğimizi ifade ettim.
İmam Humeyni kısa ancak kararlı ve açık bir konuşma yaptı. Devrimin zulüm ve haksızlık karşısında zaferini halka dayanarak kazandığını vurguladı. Devrim’in ezilen ve mazlumlarla olacağını, Filistin halkının yanında duracağını ve uluslararası kibirli güçlerle mücadele edeceğinin altını çizdi. Müslümanların adaletsizlik, düşmanlık ve zulme galip geleceğini ifade etti. Benden Devlet Başkanı Esed’e teşekkürlerini, selamlarını ve Suriye ile güçlü ilişkilere verdiği önemi iletmemi istedi.
Görüşme sembolik olarak kısaydı. Ancak söylediği her cümle, bir araya geldiğim bu adam hakkında edindiğim bilgiler açısından çok önemliydi. Kendine güveniyordu, devriminin nihai zaferinden emindi.
Yeni sistem tam anlamıyla totaliter değildi. İçindeki totalitarizm, kararın ‘devrim’ lideri merkeziyetiydi. Demokratik bir sistem değildi ancak görüşlere katılmama hakkının varlığı demokrasiydi. Herkes devrimin hedefleri çerçevesinde özgürce konuşuyordu. Yorumlarda farklılık gösterse de tutumda birleşirler.
Şam’a döndükten sonra görüşmenin içeriği konusunda Devlet Başkanı Esed ve parti yönetimine bilgi verdim. Benim görüşüm, rejimimizin doğası ile İran'daki rejimin doğası arasındaki çelişkiye rağmen, İran'daki yeni rejimle iş birliği için tüm koşulların mevcut olduğuydu. Çünkü her aşamanın kendine özgü koşulları ve gereksinimleri vardır ve bir aşamada işe yarayan başka bir aşamada işe yaramayabilir.
Bu noktada, İsrail ile barış anlaşmasının imzalanması nedeniyle Suriye ve Mısır liderleri arasında derin anlaşmazlıklar vardı. Lübnan'daki gergin duruma ek olarak Suriye-Irak ilişkileri çok kötü durumdaydı, bir yandan Lübnan cephesi, diğer yandan Filistin Kurtuluş Örgütü ve üçüncüsü İsrail ile oldu.
Bu aşamada, Suriye politikasının gidişatını belirlemede büyük rol oynayan iki temel seçeneği değerlendirdik: Birincisi Sovyetler Birliği ile Dostluk ve İş birliği Antlaşması'nı imzalamak, ikinci seçenek ise İran ile ittifak kurmaktı. Sovyetlerle Dostluk Antlaşması imzalama seçeneği, Sovyet askeri ve siyasi desteğini sağladı. Bu, antlaşma kapsamındaki Sovyet yükümlülükleri nedeniyle Suriye'nin İsrail saldırılarına maruz kalma olasılığını sınırladı. İran Irak'la savaş halinde olmasına rağmen, İran'ın bizim için güçlü bir müttefik olduğuna büyük güven duyuyorduk ve bu ittifakta ulusal bir çıkar vardı (...)
İki ülke liderleri arasında ister Şam'da ister Tahran'da olsun, tüm durumları ve gelişmeleri tartışmak ve konumlarını belirlemek için aktif olarak toplantılar yapılıyordu.
Bu ittifakın kurulmasıyla birlikte Arap ülkelerindeki bazı partiler, Irak'la uzlaşması ve İran ile ilişkileri dondurması için Suriye'ye baskı yapmayı bırakmadı. Ancak bu baskılar, Devlet Başkanı Hafız Esed ile mevkidaşı Saddam Hüseyin arasında da dahil olmak üzere Suriyeli ve Iraklı yetkililer arasında gerçekleşen çok sayıda görüşmeye rağmen ciddi bir atılım gerçekleştirmeyi başaramadı.
Suriye tarafı, İran'la ittifaka bağlılık gösteriyordu. Çünkü bu ittifakın düşüşünün bir yandan kendi üzerindeki baskıyı artıracağını, diğer yandan da İran ile Arap ülkeleri arasındaki silahlı çatışma alanını genişleteceğinin farkındaydı. Bu da yabancı ülkeleri müdahaleye itecekti ve bu durum bizim için son derece tehlikeliydi (…)
Heyetler iki başkent arasında mekik dokuyordu.  Şam’da İran, Tahran’da Suriyeli bir heyetin ağırlanmadığı ay yoktu. Her toplantıda, çeşitli alanlardaki mevcut durum, ortak eylem araçları ve siyasi eylem hakkında derinlemesine tartışmalar yapıldı.
1980-1988 İran-Irak savaşı meselesi Suriye rejimi için büyük endişe yaratan bir mesele haline geldi. Arap-İsrail çatışması meselesi İran'da da ideolojik bir meseleye dönüştü. Savaş alanının genişlememesi ve Körfez ülkelerini kışkırtmamaya özen gösterme, zaman zaman ortaya çıkan endişe verici sorunlara rağmen, iki ülkenin politikalarında ortak bir paydaydı.
Askeri alanda, Suriye hükümeti, Sovyetler Birliği'ni Doğu Avrupa ülkelerine İran'a silah satma talimatı vermeye ikna ederek Tahran'a yardım etti. Nitekim bu, Suriye üzerinden yapıldı. Dolayısıyla sözleşmeler, Suriye adına imzalandı. İran, Lazkiye limanına ve oradan da uçakla Tahran'a tedarik edilen silahların ücretini ödüyordu. Silah sözleşmesini yapan ülkeler özellikle Bulgaristan ve Çekoslovakya idi. Suriye silahlarına gelince, Şam, Tahran'a Suriye ordusundan hiçbir şey göndermedi.
Devlet Başkanı Hafız Esed'i en çok endişelendiren rejim korkusuydu. O noktada korkusu, ulusal birlikle ilgili konular da dahil olmak üzere diğer sorunların önündeydi.
Bu korku, Hafız Esed’in aklına Lübnan’ın önemini getirdi. Lübnan, Suriye düşmanlarının kullandığı bir alan olabileceği gibi, rejimin düşmanlarına karşı kullanabileceği, rejimi ve politikalarını güçlendirebileceği bir alan da olabilirdi.
Aklındaki, Lübnan'ın Suriye'ye ilhak edilmesi veya Lübnan devletinin meşruiyetini tanımamak değildi daha ziyade Lübnan'ı elde tutma ve dış politikalarını yönlendirme ve İsrail’in, Suriye ve rejimine muhalif olanların Lübnan’ı kullanmalarının önünü tıkama meselesiydi.
Musa es-Sadr’a duyulan güven derindi. Kaybolmasının ardından bu güven, Hüseyin el-Hüseyin gibi Lübnan'da Suriye siyasetinin bayrağını taşıyan bazı liderler bulunmasına rağmen Şii Emel Hareketi lideri Nebih Berri’ye duyulmaya başlandı. 
Berri, mezhebinin en önde gelen siyasetçisi oldu. Tam bir şekilde siyasi ve askeri desteğe sahip oldu. Emel Hareketi, Suriye rejimine en yakın silahlı milislerden biri oldu. Ona, el-Murabitun Hareketi, İlerici Sosyalist Parti ve ardından Hizbullah ile çatışmalarında yardımcı olduk.
Emel hareketi Suriye siyaseti çerçevesinde iki önemli rol oynadı: İlki Lübnan Ordusu ve Lübnan Kuvvetleri ile mücadele ve 17 Mayıs Anlaşması'nın feshiydi. Oynadığı bu rol, Velid Canbolat’ın Chouf (Şuf) ve Aley bölgelerinde Lübnan Kuvvetleri’ne askeri baskı uygulamasına yardım etti. Bu durum da Lübnan Cumhurbaşkanı Emin Cemayel’in 17 Mayıs 1983 tarihli anlaşmanın feshedildiği bir düzenlemeyi kabul etmesini sağladı. İkinci rol ise güneydeydi. Emel Hareketi işgale direnmede önemli bir role sahipti.
İran'ın 1980'den önce Lübnan'da hiçbir etkisi, siyasi veya askeri varlığı yoktu. İran'ın varlığı sembolikti. Musa es-Sadr'ın emrinde çalışan bir grup İranlı muhalefet tarafından temsil ediliyordu. Aralarında İran'daki devrimin zaferinden sonra Savunma Bakanı olan Mustafa Çamran da vardı.
İran'ın Lübnan'a en etkili girişi, 1982 yılının Haziran ayı başlarında İsrail'in Lübnan topraklarını işgali sırasında gerçekleşti. O sırada İran yönetimi, bizimle yapılan bir anlaşmayla Suriye'ye bir ‘Devrim Muhafızları’ tugayını gönderme kararı aldı. Nitekim, savaşın başlamasından birkaç gün sonra İran ‘Muhafız’ tugayı geldi ve büyük bir kısmı Lübnan'a, Baalbek-Hermel bölgesine yöneldi.
İran’ın Lübnan’daki etkisi böyle başladı. Devrim Muhafızlarının görevleri arasında Hizbullah’ı kurmak, İslami Direniş sürecini organize etmek, desteklemek ve eğitmek vardı. İran'ın yaklaşımı partiyi Lübnan siyasi hayatına kaydırmak değil, direnişe yönelmek, genişletmek ve etkinliğini artırmak yönündeydi.
Güneydeki direniş Lübnanlı ve Filistinli olmak üzere farklı güçlerden oluşturuldu. Ancak işgalden sonra Emel Hareketi direnişin ana gücü oldu. Hizbullah’ın direniş arenasına girmesiyle parti, liderleri siyasi eylemlerle boğuşan Emel Hareketi aleyhine üye sayısını artırıyor ve genişletiyordu.
Hizbullah'ın doğu Bekaa bölgesini ele geçirebilmesi ve Emel hareketinin önde gelen unsurlarının Hizbullah'a katılmasıyla, parti Beyrut'un güney banliyölerine ve güneye doğru başka adımlar da attı. İran'ın desteği ve yardımı sayesinde Şii arenasında Emel Hareketi için büyük bir rekabet gücü haline geldi. Bu, hareket ile parti arasında şiddetli çatışmaya yol açtı. Bu çatışmalar, Suriye ve İran’da güçlü bir baskı uygulanana ve iki taraf arasında uzlaşma sağlanana kadar durmadı.
Uygulamada Suriye'nin tutumu ‘Emel’ Hareketi’ni destelemekti. Hafız Esed ‘Hizbullah’a tek başına destek verdi. Ordu Komutanlığı ve güvenlik servislerine Hizbullah’a yardım etme konusunda talimat verirdi. ‘Emel’ Hareketi ve ulusal partilerin gerilemesinden sonra partinin ana direniş gücü haline geldiğini düşünüyordu. Bu nedenle, İsrail'e direnme ve İsrail'i tüketme konusunda güvenilmesini gerekli görüyordu. Lübnan'daki Suriyeli subayların çoğu ‘Emel’i kendilerine yakın görüp ‘Hizbullah’ı İslamcı bir parti olduğundan desteklemedi. Onlar - yani Suriyeli subaylar - Suriye'de devlet ile Müslüman Kardeşler arasında meydana gelen kanlı olayların hala etkisi altındaydılar.
Hafız Esed, İran'ın etkisinden endişe duymuyordu. İran'ın Lübnan'da stratejisine hizmet etmek amacıyla askeri ve siyasi bir üs inşa ettiğini, bölgesel genişleme arzusu olduğunu düşünmüyordu. Irak rejimiyle mücadelede iş birliği yaptığımız bir müttefik olarak görüyordu.
Cumhurbaşkanı Hafız Esed'in hesaplamaları, İran'ın her koşulda Suriye müttefiki olmak zorunda olduğu ve İsrail'e düşman olduğu ve bir yandan Irak'la savaş nedeniyle diğer yandan ondan korktuğu için sınırdaki ülkelerle ilişkilerinin gergin olduğu şeklindeydi. İran'ın Lübnan'daki genişlemesinden endişe duymuyordu. Aklında hep bir yanda Saddam Hüseyin diğer yanda Lübnan vardı. İster İsrail’le mücadelede, ister çoğunluğu İran’a sadık hale gelen Şii cemaatine güvenmede olsun her iki konuda da İran müttefikti. İki ülke arasındaki ilişkiler ışığında Suriye'ye olan bağlılığı güçlenip azalıyordu.

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 1: ‘Esed, Irak muhalefetine sahte vaatlerde bulunmayı önerirken Hatemi bir Kürt devletine karşı uyarı yaptı’
Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 2: ‘Esed fikrini değiştirdi, Lahud’a verdiği süreyi uzattı. Suriye uluslararası iradeyle çarpıştı’
Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 3: ‘Hariri, Canbolat’ın teklifi üzerine bizimle bir araya geldi. Hafız Esed kendisini sınadı’
Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 4: ‘Güçlerimiz Hizbullah’ın kışlasına saldırdı’
Eski Suriye Dışişleri Bakanı Haddam’ın günlükleri 5: Bush, Avn’ın ‘engel’ olduğunu bildirdiği bir mektup gönderdi… Esed bunu isyanı sonlandırmak için bir ‘yeşil ışık’ olarak nitelendirdi
Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 6: Saddam ile Rafsancani arasında gizli barış mektuplaşmaları
Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 7… Rafsancani’den Saddam'a: ‘Arap milliyetçiliğinden bahsediyorsunuz ama Kuveyt’in işgal edilmesine karşı çıkmamızı eleştiriyorsunuz’
Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 8: Arafat Filistin, Lübnan ve Suriye’ye komplo kurdu
Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 9: Suudi Arabistan, İsrail-Suriye füze ​​krizinin çözümünde önemli rol oynadı

 


Türkiye: Libya Genelkurmay Başkanı'nın uçağı düşmeden önce elektrik arızası bildirdi

Dibeybe hükümetine bağlı kuvvetlerin Genelkurmay Başkanı Korgeneral Muhammed el-Haddad, Ankara'da Savunma Bakanı ile yaptığı görüşmede, (Türk Savunma Bakanlığı)
Dibeybe hükümetine bağlı kuvvetlerin Genelkurmay Başkanı Korgeneral Muhammed el-Haddad, Ankara'da Savunma Bakanı ile yaptığı görüşmede, (Türk Savunma Bakanlığı)
TT

Türkiye: Libya Genelkurmay Başkanı'nın uçağı düşmeden önce elektrik arızası bildirdi

Dibeybe hükümetine bağlı kuvvetlerin Genelkurmay Başkanı Korgeneral Muhammed el-Haddad, Ankara'da Savunma Bakanı ile yaptığı görüşmede, (Türk Savunma Bakanlığı)
Dibeybe hükümetine bağlı kuvvetlerin Genelkurmay Başkanı Korgeneral Muhammed el-Haddad, Ankara'da Savunma Bakanı ile yaptığı görüşmede, (Türk Savunma Bakanlığı)

Türkiye Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Başkanı Burhanettin Duran, bugün yaptığı açıklamada, Libya Genelkurmay Başkanı'nı taşıyan özel uçağın Ankara yakınlarında düşmeden önce elektrik arızası bildirdiğini ve acil iniş talebinde bulunduğunu söyledi.

Açıklamada ayrıca, Dassault Falcon 50 tipi uçağın dün TSİ 17:17'de Ankara Esenboğa Havalimanı'ndan Trablus'a doğru havalandığı ve TSİ 17:33'te elektrik arızası nedeniyle hava trafik kontrolüne acil durum bildirdiği belirtildi.

Libya ve Türk yetkililer, kazada üç mürettebat da dahil olmak üzere 8 kişinin öldüğünü açıkladı.

Duran, hava trafik kontrolünün uçağı Esenboğa Havalimanı'na yönlendirdiğini ve acil durum prosedürlerinin uygulandığını, ancak uçağın iniş sırasında 17:36'da radar ekranlarından kaybolduğunu ve iletişimin kesildiğini söyledi.

gthyu
Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, dün Ankara'da Libya Genelkurmay Başkanı Muhammed Ali el-Haddad ile görüşmesi sırasında (Türkiye Savunma Bakanlığı- X)

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya daha önce yaptığı açıklamada, uçağın Ankara'nın Haymana ilçesi üzerinde uçarken acil iniş talebinde bulunduğunu ve enkazın daha sonra aynı ilçenin Kesik Kavak köyü yakınlarında bulunduğunu belirtmişti.

Duran, İçişleri Bakanlığı'nın operasyonu başlatmasının ardından arama kurtarma ekiplerinin kaza yerine ulaştığını ve kazanın nedenine ilişkin soruşturmanın tüm ilgili makamların katılımıyla devam ettiğini kaydetti.

Uluslararası alanda tanınan Libya hükümeti, ölenler arasında Ordu Genelkurmay Başkanı Muhammed Ali Ahmed el-Haddad, Kara Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı, Askeri Üretim Otoritesi Direktörü, Libya Ordusu Genelkurmay Başkanının danışmanı ve Genelkurmay Başkanının medya ofisinden bir fotoğrafçının bulunduğunu açıkladı.

Libyalı yetkililer, uçağın Malta'dan kiralandığını ve orada kayıtlı olduğunu belirterek, olayla ilgili soruşturma kapsamında uçağın sahipliği, önceki sorun kayıtları ve teknik özellikleri gibi bilgilerin inceleneceğini ifade etti.


Sudan hükümeti ‘bin günlük savaşı’ sona erdirmek için girişimde bulundu

TT

Sudan hükümeti ‘bin günlük savaşı’ sona erdirmek için girişimde bulundu

Sudan hükümeti ‘bin günlük savaşı’ sona erdirmek için girişimde bulundu

Birleşmiş Milletler’in (BM) ‘tarif edilemez ölçüde büyük insani acı’ uyarıları yaptığı bir dönemde, Sudan’da geçiş hükümetinin başbakanı Kâmil İdris, ülkesinde bin gündür süren savaşı sona erdirmeyi amaçlayan kapsamlı bir barış girişimini BM Güvenlik Konseyi üyelerine sundu. Aynı zamanda ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu’yu (Hamideti) derhal insani ateşkesi kabul etmeye çağırdı.

Burhan ile Hamideti’nin bu önerileri kabul edip etmeyeceği henüz netlik kazanmazken, HDK’nin geçtiğimiz kasım ayı başında bir insani ateşkesi kabul ettiği hatırlatıldı.

İdris, pazartesi akşamı New York’ta düzenlenen BM Güvenlik Konseyi oturumunda yaptığı konuşmada, “Sudan, savaş nedeniyle varoluşsal bir krizle karşı karşıya” dedi. Söz konusu girişimin ‘bir yanılsamadan değil, bir zorunluluktan; bir zaferden değil, bir sorumluluktan’ doğduğunu ifade eden İdris, planın BM, Afrika Birliği (AfB) ve Arap Birliği gözetiminde ateşkes ilan edilmesini, HDK’nin kontrol ettiği tüm bölgelerden çekilmesini, kamplara taşınmasını ve silahsızlandırılmasını öngördüğünü belirtti.

Zorunlu değil

ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır’dan oluşan Uluslararası Dörtlü’nün desteklediği ateşkese dolaylı bir gönderme yapan Kâmil İdris, hükümetin önerisinin ‘yerel olarak hazırlandığını ve dışarıdan dayatılmadığını’ vurguladı. HDK’nin kamplarla sınırlandırılmaması halinde ateşkesin ‘başarı şansının olmadığını’ belirten İdris, BM Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesine girişimine destek çağrısında bulundu. İdris, “Bu girişim, Sudan’ın uçurumun kenarından geri döndüğü ve uluslararası toplumun tarihin doğru tarafında yer aldığı bir an olabilir” dedi. İdris, BM Güvenlik Konseyi’nin ‘çöküşün tanığı olarak değil, toparlanmanın ortağı olarak anılması gerektiğini’ ifade etti.

frgt
New York'taki Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi oturumundan (BM)

Öte yandan, İdris’ten önce BM Güvenlik Konseyi üyelerine hitap eden ABD’nin BM Daimî Temsilci Yardımcısı Jeffrey Bartos, Trump yönetiminin ilerlemenin yolu olarak insani ateşkes önerdiğini söyledi. Bartos, “Savaşan iki tarafı bu planı ön koşulsuz ve derhal kabul etmeye çağırıyoruz” dedi. Bartos, Trump yönetiminin Darfur ve Kordofan bölgelerindeki dehşet verici şiddeti ve Sudan ordusu ile HDK tarafından işlenen, hesap sorulması gereken vahşetleri şiddetle kınadığını belirtti.

Bu açıklamalar, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun geçtiğimiz cuma günü yaptığı değerlendirmeleri de hatırlattı. Rubio, yeni yılın Sudan’da insani ateşkes için bir fırsat sunduğunu belirterek, “Odaklanmamızın yüzde 99’u bu insani ateşkese ve ona mümkün olan en kısa sürede ulaşmaya yönelik” dedi. Yeni yılın iki taraf için de anlaşmaya varmak adına büyük bir fırsat oluşturduğunu ifade eden Rubio, bu yönde azami çaba gösterdiklerini söyledi. Rubio, “Orada yaşananlar dehşet verici, gerçekten korkunç” diye konuştu.

sxdcfg
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Washington'da düzenlediği basın toplantısında (AFP)

Silah tedariki konusunda Rubio, “Bu konuda bazı ilerlemeler kaydedebileceğimizi umuyoruz, ancak ilerleme kaydetmek için dış aktörlerin nüfuzlarını kullanmaları gerektiğini biliyoruz” dedi.

Silah tedariki

BM Siyasi İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Halid Hıyari, gelişmiş silahların kesintisiz sevkiyatıyla körüklenen Sudan’daki savaşa ilişkin artan endişelerini dile getirdi. Hıyari, silah tedarikini durdurmayı reddeden ülkeleri eleştirirken, uzlaşmaya yanaşmayan ve gerilimi düşürme iradesi göstermeyen hükümet güçleri ile yarı askerî unsurları da hedef aldı.

Hıyari, “Bu ülkeler petrol gelirlerini korumak için çatışmaları durdurmayı başarabildi, ancak kendi halklarını korumak söz konusu olduğunda bunu yapmayı başaramadı” dedi. Her iki tarafın destekçilerine nüfuzlarını ‘katliamı durdurmaya yardımcı olmak için kullanmaları’ çağrısında bulundu.

Son gelişmelerin, ‘çatışmanın giderek daha karmaşık bir nitelik kazandığını ve bölgesel boyutlarının genişlediğini’ gösterdiği uyarısında bulunan Hıyari, bu eğilimlere müdahale edilmemesi halinde Sudan’ın komşularının ülke içinde ve çevresinde bölgesel bir çatışmaya sürüklenebileceğini söyledi. Çatışmanın özellikle kaygı verici yönlerinden birinin, her iki tarafın da insansız hava araçlarını (İHA) yoğun şekilde kullanarak rastgele saldırılar düzenlemesi olduğunu belirten Hıyari, bunun çok sayıda sivil can kaybına yol açtığını ifade etti. Silah akışının, daha gelişmiş ve daha ölümcül hâle gelerek sürmesinin çatışmanın temel itici gücü olmaya devam ettiğini vurgulayan Hıyari, “Bu akışın durdurulması yönündeki çağrılar görmezden gelindi ve kimse hesap vermedi” dedi.

Hıyari, durumun daha fazla kötüleşmesini önlemek, Sudan’ın birliğini ve toprak bütünlüğünü korumak için ‘hızlı ve eşgüdümlü bir hareketin’ gerekli olduğunu kaydetti.

BM Genel Sekreteri’nin Sudan Özel Temsilcisi Ramtane Lamamra’nın, şiddeti azaltmaya ve sivillerin korunmasını güçlendirmeye yönelik somut ve uygulanabilir tedbirler üzerinde görüşmeler yapılması için çatışmanın taraflarıyla temas hâlinde olduğunu bildiren Hıyari, odağın şu anda AfB öncülüğünde yürütülecek kapsamlı bir Sudan diyaloğuna destek vermek olduğunu söyledi. Bu sürecin, sivil liderliğinde güvenilir ve kapsayıcı bir siyasi geçişin önünü açmasının hedeflendiğini ifade etti.

Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA) Operasyonlar ve Savunuculuk Bölümü Direktörü Edem Wosornu ise “Bu çatışmanın vahşeti sınır tanımıyor” diyerek, Kordofan eyaletinin şiddet ve acının yeni merkezi hâline geldiğine dikkat çekti. Wosornu, BM’nin, HDK’nin el-Faşir’i ele geçirmesi sırasında ve sonrasında uluslararası insancıl hukukun ağır ihlallerine ilişkin yeni raporlar almaya devam ettiğini, bunlar arasında toplu katliamlar ve cinsel şiddet vakalarının da bulunduğunu söyledi.

BAE'nin pozisyonu

BAE'nin BM Daimî Temsilcisi Muhammed Ebu Şihab, insani ateşkesin derhal hayata geçirilmesi ve buna en acil şekilde ihtiyaç duyan Sudanlı sivillere yardımların ulaştırılması için acil bir fırsat bulunduğunu söyledi. Tarihten çıkarılan dersler ile mevcut gerçeklerin, savaşan taraflardan herhangi birinin tek başına yürüteceği çabaların sürdürülebilir olmadığını ve yalnızca savaşın uzamasına yol açacağını ortaya koyduğunu vurguladı. Ebu Şihab, insani ateşkesin ardından kalıcı bir ateşkes sağlanması ve ‘çatışan taraflardan bağımsız, sivil yönetime giden bir sürecin’ başlatılması gerektiğini ifade etti.


Ukrayna'da esir alınan iki Kuzey Koreli savaş esiri Güney Kore'de "yeni bir hayat" arıyor

İki askerin Seul'deki bir insan hakları örgütüne yazdığı mektup, (AFP)
İki askerin Seul'deki bir insan hakları örgütüne yazdığı mektup, (AFP)
TT

Ukrayna'da esir alınan iki Kuzey Koreli savaş esiri Güney Kore'de "yeni bir hayat" arıyor

İki askerin Seul'deki bir insan hakları örgütüne yazdığı mektup, (AFP)
İki askerin Seul'deki bir insan hakları örgütüne yazdığı mektup, (AFP)

AFP'nin bugün gördüğü bir mektuba göre, Ukrayna'da esir tutulan iki Kuzey Koreli savaş esiri, Güney Kore'de "yeni bir hayata" başlama arzusunu dile getirdi.

İki asker, ekim ayı sonlarında Seul merkezli bir insan hakları örgütüne yazdıkları mektupta, "Güney Kore halkının desteği sayesinde yeni hayaller ve özlemler yeşermeye başlıyor" ifadelerine yer verdi.

Güney Kore ve Batı istihbarat teşkilatları, Kuzey Kore'nin, Rusya'nın yaklaşık dört yıldır süren Ukrayna işgalini desteklemek için binlerce asker gönderdiğini bildiriyor. Daha önceki haberler, ocak ayında Kiev tarafından savaşta yaralandıktan sonra gözaltına alınan iki kişinin Güney Kore'den sığınma talebinde bulunduğunu belirtmişti.

Mektupta, iki adam kendileri adına çalışanlara "bizi cesaretlendirdikleri ve bu durumu bir trajedi olarak değil, yeni bir hayatın başlangıcı olarak gördükleri için" teşekkür ettiler. "Yalnız olmadığımıza inanıyoruz ve Güney Kore'dekileri babalarımız ve kardeşlerimiz olarak görüyoruz ve onlara yönelmeye karar verdik" ifadelerini kullandılar.

Mektup, güvenlikleri için isimleri açıklanmayan iki asker tarafından imzalanmıştı.