Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Yemen ve Libya’dan Türkiye’ye kadar uzlaşı

Bölge hükümetleri arasındaki siyasi ilişkilerde yaşanan dönüşüm ve değişim dalgası, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Katar ile yabancılaşmayı sona erdirme arzusunu açıklamasıyla tarihlenebilir. Bu arzu, Suudi Arabistan’ın kuzeybatısındaki el-Ula’da Körfez liderleriyle yapılan bir toplantıda doğrudan harekete geçirilmişti.
Şu an Suudi Arabistan- İran diyalog oturumları, Mısır- Türkiye istişare turları, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)- Katar uzlaşısı ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nden Husiler ve İranlılarla barış çağrısı mevcut. Libya’nın başkentinde iş birliği ve iki çatışma tarafından oluşan bir hükümetin doğuşu, bu hafta Türkiye Dışişleri Bakanı’nın yıllar sonra Cidde’ye resmi bir toplantı yapmak üzere gelişi, ardından iki gün önce Katar Emiri’nin Suudi Arabistan’a önceden ayarlanmış bir ziyarette bulunması gelişmeleri yaşandı. Türkiye de İsrail’e büyükelçisinin Tel Aviv’e döndüğünü ve diplomatik ilişkilerin normalleştiğini bildirdi.
Tüm bu ani uzlaşı eylemleri, sorunların ve çatışma alanlarının çokluğu nedeniyle en heyecan verici ve karmaşık olan Mısır- Türkiye teması da dahil olmak üzere, aracılar ve dış müdahale olmaksızın doğrudan taraflar arasında başladı ve devam ediyor.
Değişim rüzgarları, eğer bir değişiklik olursa, bölgeyi 2011 baharında başlayan yangınlardan bu yana solan bölgeyi istikrara kavuşturabilir. Çatışma ve savaşların çoğunun çökmüş rejimlerin cesetleri üzerinde gerçekleştirildiğini söylemek mümkündür. Uzlaşmalar başarılı olursa etkileri, anlaşmazlık kökleri farklı olsa da genişleyerek Yunanistan, Etiyopya, Ermenistan ve Azerbaycan’a ulaşan gerilimlerin azalmasına izin verir.
Kolektif barış, çözülmemiş tüm sorunların çözülmesini gerektirmez. Daha ziyade ruh ve hazırlık, uzantılarını gördüğümüz bozulma sürecini öncelikli olarak durduracak girişlerdir. Daha sonra da uzun yıllar, birbiri üzerinde biriken mayınların sökülmesi sürecini kolaylaştıracaktır.
En azından Kahire ve Ankara arasında iki doğrudan tur gerçekleşti. Turdan sızanlar, ‘güvenlik sorunları nedeniyle Kahire tarafından aranan kaçakçılar meselesinin ele alınması, eski rejimle bağlantılı Mısır muhalefetinin faaliyetlerinin durdurulması ve medyanın hedefleme faaliyetlerinin sonlandırılması’ idi. Daha sonra ise deniz sınırı anlaşmazlığı ve diplomatik ilişkilerin yeniden başlamasına ilişkin bir anlayış bekleniyor. Tüm bu gelişmeler, Mısır ve Türkiye’nin ‘Libya’da çözüm’ konusundaki uzlaşı başarısından bu yana yaşandı.
Ana ve en zor mesele, İran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’e saldırısı olmaya devam ediyor. Bu ülkeler, ABD ile müzakere etme ve gündemini bölge ülkelerine dayatma konusunda nüfuzunun bir parçası, gücünün bir kaynağı ve Irak örneğinde faaliyetlerini finanse etmek ve bunun aracılığıyla ABD yaptırımlarını aşmak için mali bir kaynak olarak Tahran rejimini temsil etmektedir. Bununla birlikte İran, büyük bölgesel nüfuzuna rağmen son yirmi yılda bunu gerçekleştirmeyi başardı. Durumu ise bölgedeki diğer ülkelerden daha iyi değil. Zira milislerini, yurtdışındaki liderlerini ve askeri programını hedef alan Donald Trump’ın dört yıllık başkanlık döneminde maruz kaldığı ekonomik yaptırımlar ve yaşadığı korkunç gerilemenin bir sonucu olarak acı çekiyor. İran ve Kapsamlı Nükleer Anlaşmaya dahil olan ülkeler grubu arasındaki Viyana müzakereleri henüz başarıya ulaşmadı, ancak sonucunu tahmin etmek zor değil. İran, ekonomik yaptırımların baskısı altında devam edemezken, Başkan Joe Biden yönetimi durdurulan anlaşmayı canlandırıp yeni bir aşamaya geçmek istiyor. Bu bağlamda bu kolektif dönüşümler, ister Körfez-Körfez çatışması ister Lübnan, Libya, Yemen ve diğer bölgelerdeki çatışma arenaları olsun, bir sorunu diğeri olmadan da çözülemeyecek olan bölgeye sakinlik kazandırıyor.