İstemi Yılmaz
TT

Peki ya Filistin’deki psikolojik savaş?

Filistin gergin ve şiddet dolu bir haftayı geride bıraktı. Gazze Şeridi’ne bomba yağmaya devam etti. İsrail saldırganlığı uluslararası basın organlarının bölgedeki merkezlerini yerle bir etti. Bu durum, kadrajları Filistin topraklarından atılan füzelere takılı kalmış medya devlerini bile şaşırttı. Hatta AP CEO’su Gary Pruitt “İsrail saldırısı karşısında şoke olduk ve dehşete düştük” şeklinde bir açıklama dahi yaptı.
Muhtemelen saldırı sonrası İsrail’in AP’ye karşı başlattığı medya savaşı Pruitt’i daha çok şaşırtmıştır. Özellikle Amerikan Yahudilerinin kontrolündeki basın kuruluşlarında AP’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerle iş birliği yaptığına dair çıkan haberler, İsrail’in psikolojik savaşı da ne denli etkili yürüttüğünün en net göstergesi.
Çatışmaların başladığı andan itibaren İsrail, diplomatik ve psikolojik harp alanında kendi açısından başarılı bir operasyon sürdürüyor. Müslüman ülkelerin basın organları hariç, uluslararası medya kuruluşları haber bültenlerini sadece “İsrail’e düşen roketlerle” açabiliyor. Liberal medyanın kalesi CNN, Filistinlilerin evlerinin boşaltıldığı Şeyh Cerrah mahallesindeki bir Filistinli aktivistle yaptığı röportajda “Sizi desteklemek adına düzenlenen şiddet yanlısı protestoları destekliyor musunuz?” diye sorabiliyor. “Özgürlükçü” Amerikan televizyon kanallarından birinin yönetimi iç yazışmada Gazze’deki Filistin kurumlarının verdiği bombardımanda hayatını kaybedenlerin sayısına ilişkin bilgilere güvenilemeyeceğini tembih edebiliyor.
Tüm bu tarafgirlik İsrail’in diplomatik ve psikolojik savaşının eseri. Medya organları korkuyor. Zira İsrail’i karşılarına aldıklarında kariyerlerini, itibarlarını ve “fonlarını” riske atacak “antisemitizm” suçlamasıyla karşı karşıya kalabileceklerinin farkındalar. Kanıtlanmasa bile bir kez olsun “antisemit” dolayısıyla “ırkçı” yaftası yemek, gazeteciler adına medya maceralarının sonu anlamına geliyor.
Hal böyle olunca Filistin’in yanında konumlananlar sadece TRT, AA, El Cezire gibi vicdanlı yayın organları, ABD’deki bağımsız bazı küçük medya grupları ve Demokratik Parti’nin sol kanadını temsil eden 2-3 Kongre üyesiyle sınırlı kalıyor.
Filistin meselesi üzerinden uluslararası medyanın ahvaline bakınca basın özgürlüğünün 21’inci yüzyılın en büyük yalanı olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Kadrajı nereye çevirirseniz, kameranın arkasındakini kaçırırsınız. Örneğin İsrail topraklarına düşen veya Demir Kubbe’nin havada patlatarak etkisiz hale getirdiği füzelere odaklanırsanız, Gazze’de çoğu çocuk ve kadın olmak üzere yüzlerce sivili katleden hava saldırılarını görmezden gelirsiniz. Hatta bu ölümleri “kurgu” veya “teyide muhtaç bilgi” olarak geçiştirirsiniz.
Peki bu algı operasyonundan sonra size hesap sorulur mu? Reytingleriniz düşer mi? Güvenilirliğiniz sorgulanır mı? Hayır.
Emin olun ki savaş sona erip ateşkes devreye girdiği andan itibaren yine dünyanın dört bir yanında İngilizce bilen milyonlar “haber almak adına” CNN’i, Fox’u veya CNBC’yi takip etmeye devam edecek. Beş güne gündem değişmiş olacak. İki hafta sonra ise Filistin ve İsrail’i konu edinen haberler bültenlerde dahi kendisine yer bulamayacak.
Post-truth denilen, gerçeklik sonrası çağda artık algılar hakikatin koltuğunu gasp etmiş durumda. Elbette Filistin’deki savaş yakında son bulacak ancak açılan yaralar kolay kolay kapanmayacak. Çatışmalar, tarafların kendisini galip ilan etmesiyle bitecek olsa da psikolojik harbi şimdiden kimin kazandığı ne yazık ki belli.
Algılar yerine hakikatin önem kazandığı bir medya düzeni için, bıkmadan usanmadan Gazze’de hayatını kaybedenlere mikrofon uzatan “kahramanlara” savaştan sonra da kulak vermek gerekiyor.