Fuad Matar
Lübnanlı gazeteci, araştırmacı yazar.
TT

Dağıtmaya değil, korumaya ihtiyaç duyan bir ilişki

Lübnan diplomasisinin başındaki ismin dil sürçmesinin yansımalarını düşünürken insanın dikkatini en çok iki durum çekiyor. Bunların ilki Lübnan’ın kendisine verdiği tepkinin dikkate değer olması. Tepkisini ifade etmeyen tarafın en az açıklamalarının içerdiği kınamalar yoluyla tepkisini ifade eden taraf kadar bundan rahatsız olması. Burada sessiz rahatsızlık ile yetkili bir isimden gelen bu tatsız açıklamanın üzdüğü çeşitli yelpazeden tarafları kastediyoruz. Zira söz konusu yetkilinin görevi, alışılageldiği üzere, dışişleri bakanlığı makamını üstlendiği ülke ile kardeş, dost diğer ülkeler, yahut temsil ettiği ülke ile çıkarları olan ülkeler arasında çıkan krizleri kontrol altına almak.
Politikacılar, hırslı siyasi çıkarlar ile kötü durumdaki ekonomik çıkarların sembolleri, dışişleri bakanlarının sözlerinden duydukları rahatsızlığın ifadesi olarak Suudi Arabistan Büyükelçisi Velid Buhari'nin köşküne koşmadan önce, Lübnan vatandaşlarının çoğu toplantılarında nezaketten yoksun bu sözlü eyleme yönelik şaşkınlıklarını dillendirmişlerdi. Çünkü bu sözün istikrarlı bir Lübnan'ı koruyan ve doğru çizgiden sapması durumunda kendisine pek çok tavsiyede bulunan bir ilişkinin aleyhine sonuçları olmasından korkuyorlardı. Bunun yanı sıra kurucusundan onun izinde yürüyen çocuk ve torunlarına Suudi Arabistan’a taş atılamayacağını düşünüyorlardı. Zira tehlike ve sıkıntı zamanında Suudi Arabistan, hep Arap kardeşlerinin yanında yer aldı, yardım talep etmelerine gerek kalmadan sıkıntılarını hafifleten girişimlerde bulundu. Lübnan’da Suudi Arabistan lehine oluşan atmosfer, söz konusu dil sürçmesinin tek övgüye değer sonucuydu. Kendilerine hakaret edilen kardeşlerin rahatsızlıklarını misilleme mekanizmalarını aktifleştirme kertesine vardırarak göstermeleri mümkündü. Bu durumda ithalat kapısı kapanabilir ve onunla birlikte Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinde ikamet eden ve çalışan binlerce Lübnanlının imkanları, işleri ve çıkarları etkilenebilirdi.
Lübnan’da insanların bir araya geldiklerinde dile getirdikleri popüler rahatsızlığın ölçüsünün, temel bir konuyla ilgili bir tür spontane referandum olduğu söylenebilir. Bu temel konu, Suudi Arabistan ve KİK (Körfez İşbirliği Konseyi) üyesi kardeşleri ile ilişkilerde sözlü saldırıların ve demogajinin kabul edilebilirliğidir.  Zira bu ülkeler yardımda cömert, Lübnanlılar çatışma halindeyken onları uzlaştırmak için inisiyatif alan ülkelerdir.
Her halükarda her şerde bir hayır vardır. Yahut başka bir deyişle, bu şer, iyi düşünülmeden ağızdan dökülen sözlerin, silahı kullanmayı yeni öğrenen, acemi ve doğru kullanmasını bilmeyen birinin tüfeğinden çıkan bir kurşun gibi sonuçları olabileceği konusunda bir uyarı olabilir.
Lübnan diplomasisinin simgesinin söz ve eylemlerinin yarattığı şok duygusu kadar, özür dilemesi ve çok gecikmeden görevinden istifa etmesi de onun lehine bir puandır. Dini ve siyasal Arap mirası literatüründe, özür ne kadar şiddetli olursa olsun suçu ortadan kaldırır. Elbette özür dileyenin iyi niyetli olması şartıyla.
Şu ana kadar anlattıklarımız yukarıda bahsettiğimiz iki durumun birincisinin özellikleriydi. Sonrasında, ruhlara derin bir sitemi kazıyan ifadenin karanlık atmosferini dağıtan ikinci durum geliyor. Bahsettiğimiz bu durum, Suudi Arabistan’ın Lübnan Büyükelçisi Velid Buhari’nin şahsında cisim bulan Suudi Arabistan’ın sitemkar tepkisidir. Buhari, kimi zaman ilişkileri güçlendiren kimi zaman da anlık krizlerin karanlığını önemli ölçüde dağıtan yeniliklerine çadırla verilen karşılık formatını ekledi. Açıklamalardan sonra Suudi Arabistan büyükelçisini ziyaret edenler hiçbirinin (bayanlar dışında) aklına gelmeyen bir şey ile karşı karşıya kaldılar. Suudi Arabistan halkının çölde vakit geçirdiklerinde yaptıkları gibi, bir çadırda koyun postları üzerine oturarak kakule kokulu kahve içtiler. Büyükelçi bir anlamda; işte diplomasinizin simgesinin söz konusu dil sürçmesiyle kastettiği bizler buyuz diye bir mesaj verdi. Lübnanlılar, bu dil sürçmesinin sahibinin kaynağının, sitemi ve kimi zaman eylemi aşan hadiselere yol açmamak için dilini tutma konusunda kendisine örnek olması için bu çadırda oturmasını ne kadar temenni ettiler.
Bu kasıtlı ya da dil sürçmesinden ibaret dostça olmayan ifadenin sahibinin kaynağı olan Cumhurbaşkanı Mişel Avn, 1952 yılında Harp Akademisine katılmayı hayal eden 19 yaşında bir genç iken, Lübnan’ın ilk cumhurbaşkanı, Ulusal Pakt ve bağımsızlığını deklare eden Bişara Huri Lübnan konusunda endişeliydi. O dönemde Lübnan, bir subay olmayı hayal eden gencin general ve cumhurbaşkanı olmasından bu yana yaşadığı koşul ve tehlikelerin bir benzerini yaşıyordu. Arap Maşrık (Levant) bölgesinde (şu anda olduğu gibi) coğrafi ve politik olarak statükonun değişmesine ve Lübnan'ın bağımsızlığının, ulusal pakt ve egemenliğinin bunun bedelini ödemesine dair endişe ve korkular vardı.
Bu potansiyel tehlikeyi savuşturmaya kim yardım edebilirdi?
Cumhurbaşkanı Bişara Huri, sembolik bir şekilde tanımlayacak olursak, Kral Abdulaziz bin Abdurrahman Al- Suud’u egemenliği, formatı ve bağımsızlığı için endişelenen (şimdi olduğu gibi) Lübnan’ın sığınabileceği bir çadır olarak gördü. Cumhurbaşkanının endişeleri anavatan ve egemenlik ile uyuyup bu ikisini kaybetmiş olarak uyanmaktan korkma noktasına varmış olduğundan, eline kalem alıp endişelerinin mürekkebine batırarak durumu olduğu gibi Kral Abdulaziz’e aktaran bir mektup yazdı. Çünkü o da bir ülkeyi birleştirme zorluğuna katlanmıştı ve birliği korumanın en az oluşturmak kadar zor olduğunu biliyordu. Bu yüzden gerek bağımsız ve modern gerekse halen doğrudan manda yönetimleri altında olan kardeş Arap ülkelerini ne kontrol altına almak ne de onlara müdahale etmek istiyordu.
Lübnan hükümetinde görev yapan bir bakanın, sabit gerçeklerle çelişen beyanlarda bulunması, dağıtana değil kendisini koruyana ihtiyacı olan bir ilişkiye zarar vermesi, egemenlik ve Arapçılık eğilimli, tarafsızlığın vatan için sabit bir formül olduğuna inanan diğer Lübnanlılar gibi bir vatandaş, yazar ve araştırmacı olarak beni de mahzun etti.