Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

 Herkes bir düşmana muhtaç

Aslında bu yazının başlığını 17-25 Aralık süreci öncesi Fetullah Gülen’e bağlı grubu eleştirmek amacıyla yazdığım yazının başlığı olan “Bizde kırılacak kol kanat kalmadı” şeklinde tasarlamıştım. Zira o yazı, ülkede olup biten tüm derin problemlere karşı yoğun bir tepki, bir manifesto niteliğindeydi, bugün bu yazıyı yazarken de aynı hisler içerisindeyim ancak FETÖ çok uç bir örnek olduğu için açıkçası Türkiye’de hiç kimseye böyle bir örgüte seslendiğim ifadeyle seslenmek istemedim…
Geçtiğimiz hafta içerisinde hem Türkiye’de hem de Kanada’da İslamofobik iki saldırı yaşandı. Türkiye’deki olayda Nişantaşı’nda Mıstık Parkı’nda bankta arkadaşıyla oturan başörtülü bir kadın, başörtüsüne duyulan İslamofobik nefretin muhatabı oldu; fiziksel ve sözlü saldırıya uğrayan kadının yüzüne aldığı darbeler sonrası kaşı yarıldı. ( https://www.indyturk.com/node/372241/haber/ni%C5%9Fanta%C5%9F%C4%B1nda-sald%C4%B1r%C4%B1ya-u%C4%9Frayan-akademisyen-akkaya-ifadesinde-anlatt%C4%B1-olay%C4%B1n ) Kanada’daki olay çok daha vahim, Kanada resmi kaynaklarının ifadesiyle söyleyecek olursam İslamofobik nefret sonucunda, bir Kanadalı, Müslüman bir ailenin üzerine minibüsünü bilinçli olarak sürdü ve saldırıda anne, baba, iki çocuk hayatını kaybederken, ailenin 9 yaşındaki üçüncü çocuğu ağır yaralandı. (https://turkish.aawsat.com/home/article/3015766/kanada-polisi-m%C3%BCsl%C3%BCman-aileyi-hedef-alan-sald%C4%B1r%C4%B1-%E2%80%98nefret-g%C3%BCd%C3%BCml%C3%BC%E2%80%99 )
İslamofobi, bir ırkçılık türü, zenofobi (yabancı/öteki düşmanlığı) olarak tanımlanan, Müslümanlara ve İslam’a karşı duyulan korku anlamına gelmekte. Ancak bu kavramla ilgili tartışmalar halen devam ediyor zira kavramın, fobinin muhatabı olan Müslümanları değil de korku duyanları merkeze aldığını, buradan hareketle yaşanan nefret saldırılarını olması gerektiği gibi ifade edemediğini söyleyenler var.
Yüksek lisans tezimi İslamofobi üzerine yazdım ve yakın zaman da “Siyasallaşan İslamofobi” başlığıyla bir kitabım yayınlandı. İslamofobi uzun zamandır üzeride çalıştığım bir konu. Ancak şunu belirtmeliyim ki ben daha çok uluslararası ilişkilerde güvenlik üzerinden İslamofobi çalıştım. Çok çok özet bir şekilde ifade edecek olursam; İslamofobinin sosyolojik bir durum olduğunu, Batı’lı İslam karşıtı (anti-İslamist) politikaların sonucu oluştuğunu, resmi raporları da kullanarak kitapta ifade ettim. Elbette İslamofobinin birçok nedeni var ve tek bir çalışmada hepsini ele almanız mümkün değil; Batı’daki İslamofobi’den bahsedebileceğimiz gibi Türkiye’deki İslamofobiden de bahsedebiliriz. Ayrıca bu fobik durumlardan bahsedebilmek için olayın kurumsallaşmış olmasına da gerek yok, yaşanan vakalar üzerinden mesele gayet net biçimde tespit edilebilir.
Hiçbir tarikat/cemaat yahut parti üyeliği olmayan ancak insan hakkı ihlallerine, adaleti talep etmenin gereğine inanan dindar biri olarak, hem İslamofobi ile ilgili hem de genel hak ihlalleri ile ilgili birçok yorum yapıyorum, birçok yazı yazıyorum. Dolayısıyla reel hayatta olsun, sosyal medyada olsun konuya dair yapılan yorumları da çok uzun süredir (2009’dan bu yana) takip ediyorum. Birazdan yazacaklarım münferit olaylar değil, benim şahsi problemim hiç değil, sanrıya dayanmıyor (arzu eden Twitter hesabıma yapılan yorumlara bakabilir, haklılığımı görebilir) dahası tekrar edeyim ki hiçbir köşe yazarı çok özel durumlar olmadıkça köşesini kendiyle alakalı meseleler ile meşgul etmez, ki bu zaten doğru da etik de olmaz, bu nedenle ifade edeceklerim benimle ilgili değil, sadece Müslüman dindarlarla ilgili değil, sadece sekülerle ilgili değil, bahsedeceğim hepimizle ilgili, bu ülkeyle ilgili şeyler. Çünkü bu ülkede din üzerinden oluşan bir fobi var ve bu ülkedeki uzun soluklu kutuplaştırma faaliyetleri sonucunda dindar kesimlerin seküler kesimlere, seküler kesimlerin dindar kesimlere duyduğu nefret var. Bitmeyen bir kavga var… Bu kavganın hepimiz için yorucu olduğunu düşünüyorum ve her kesimin tümden olmasa da en azından bir kısmının artık bu kavgaya dair fren yapması gerektiğine inanıyorum. Ancak çok basit gibi ifade edilen ama aynı zamanda çok zor olan bir talep olduğunu da biliyorum. Zira iki kesimde de karşılıklı kavgalardan beslenenler var ve bu kavgayı bitirmek istemiyorlar.
Türkiye’de ciddi oranda bir İslamofobi var, her ne kadar inkar edilse de yahut konuşulması engellense de maalesef İslam’a ve Müslümanlara yönelik bir fobi var. Ama aynı zamanda sekülerlere yönelik bir fobi de var. Alevilere, Kürtlere yönelik fobi de var, Suriyelilere, Araplara yönelik fobi ve nefret de var. Yani öteki olana, yabancı görülene karşı fobik tutumlar var. Elbette bu tutumların artış-azalış gösterdiği durumlar var. Ya da bazılarımızın daha vahim şekilde yaşadığı, bazılarımızın daha yüzeysel biçimde yaşadığı zulümler var. Ve bu zulümler, bazıları için sadece son 20 yılda yaşandı. Bazıları içinse son 20 yıl muhteşem, ne zulüm varsa hepsi son 20 yıldan önce yaşandı… İki tutum da hatalı, bizim uzun soluklu sorunlarımız var ve hiçbir şekilde çözümleme yoluna gidilmediği için katlanarak bugünlere kadar geldi. Eğer noktalamazsak aynı şekilde devam edecek… ve ülkede yaşayan insanlar olarak “din, başörtüsü, Atatürk, laiklik, siyasal İslam” tartışmaları üzerinden birbirimizle kavga etmeye, tüm enerjimizi tüketmeye devam edeceğiz… bunun kutuplaşmadan beslenenler dışında kime ne faydası var, bugüne kadar ne hayrını gördük?
Türkiye’de birçok farklı kutup var ve aynı zamanda kutuplaştırıcı…. Bu tarafların, karşılıklı kutuplaştırma süreçleri ya da tartışmaları sırasında belli başlıklarda kullandıkları sataşma, suçlama argümanları var. Yaklaşık her kesimden son 20 yıldır duyduğum bu argümanları belli başlıklar halinde ifade etme gereği duyuyorum zira insanlar bunları kendileri söylediğinde gayet makul olduğunu düşünüyor ancak bunların karşı tarafta yıkıcı, tahrik edici, kutuplaştırıcı etkisi oluyor ve bu problemler silsilesi katlanarak geleceğe taşınıyor.
Bilindiği üzere Türkiye’de son dönemde Sedat Peker’in çektiği videolar çok konuşuluyor. Bu videodaki ifadelerin hepsi iddia, iddia olmasına rağmen çoğu kez gerçek muamelesi görüyor. Şu durumda yapılması gereken Meclis’te her partiden katılımla oluşacak bir komisyonun iddiaları araştırmasıdır. Ancak böyle olmuyor; bir kesim iddiaların hepsini inkar ediyor, diğer kesim ise hepsini gerçek kabul ediyor ve iktidar partisi üzerinden dindarları hedef alan açıklamalar yapıyor. Ama unutulmaması gerek nokta yine gözden kaçıyor; bahsi geçen iddialar sadece son 20 yılla ilgili değil öncesi de var, öncesiyle de yüzleşmek gerekmiyor mu? Ya da bahsi geçen iddialardaki kişilerin bir kısmı yine iddialara göre iktidar partisi ile birlikte hareket etmiş, ama iddialarda adı geçen kişilerin hiçbirisi dindar değil, seküler kesimden insanlar, öyle ise neden sadece dindarlık üzerinden yapılıyor eleştiriler… 28 Şubat’ı hatırlayın, 28 Şubat’ta bu ülkenin bankaları hortumlandı, neden seküler kesimlerden darbecilerin yargılanmasına dair talepler göremedik? Bu noktada darbecileri ve bu ülkeyi soyanların yargılanmasını istemek halkın ödevi, icraata geçirmek iktidarın göreviydi, sürekli 28 Şubat’tan dert yanan iktidar neden adil ve sonuna kadar giden bir yargılama sürecini hayata geçirmedi? Çünkü herkesin bir düşmana ihtiyacı var, laik kesim de, iktidar ve yakınlarından oluşan kesim de sadece kendi travmalarını, yaşadıkları haksızlıkları gündemlerine alıyor, çünkü herkesin bir düşmana ihtiyacı var.
Sık sık duyduğum şeylerden biri de şu: “Dindar insan çalmaz, hak yemez, bunlar yiyor, bunlar yüzünden dinden çıktım vs. vs.” Aynen katılıyorum, din insanı ıslah eder ama insan ıslah olmuyorsa bu dinin kabahati değildir. Dahası, dünyadaki her erdemli sorumluluğu dindarların üzerine yıkmak doğru bir tavır değil zira her insan ister dine, ister akla, isterse öğretilere dayansın, ahlaklı olmak zorundadır, hak yiyemez, çalamaz, zulme sessiz kalamaz. Tabi bi de kendisini dindar olarak tanımlayanların handikapları var, kendisini dindar olarak tanımladığında tüm kabahatlerden azade olduğunu sananlar var. Böyle durumdakilerin de sırf haksızlık yapan kendisinden diye haksızlığı görmezden geldiğini görüyoruz. Somutlaştırayım; 28 Şubat’ta eğitim ve çalışma hakları gasp edilen insanların, bugün Boğaziçili öğrencilerin eylemlerini engellemesini de, gençlere terörist demesini de, gözaltına alınmalarına da tepki vermemesini de anlayamıyorum, geçmişi ne çabuk unuttunuz? Bu kadar basit şeyleri köşe yazısı olarak yazmaktan bile imtina ediyorum, sizce bu ifade ettiklerim, yani her kesimin kendi işine gelen haksızlıklara tepki vermesi meselesi, bunu yapanlar tarafından bilinmiyor mu? Elbette biliniyor ama herkese bir düşman lazım, birilerine 28 Şubat’çılar, birilerine Boğaziçi eylemlerine karşı olanlar lazım, çünkü bu düşmanlıkları devamlı kılarak hayatta kalabiliyorlar.
Eğer Türkiye’de İslamofobi olmadığını düşünen varsa, İslamofobik iki saldırı sonrasında dahi bu konuyu değil de “saldırıya uğrayan şortlu kadını, siyasal İslam’ı konuşmayı” teklif eden, İslamofobik saldırıyı kınamayan ancak seküler yaşam biçimlerine müdahaleyi konuşmayı teklif eden kişilerin ağzından dökülenlere bakabilir; hastanelik olan kadına, bütün ailenin nefret suçu bünyesinde katledilmesine bakıp da, “yine mi mağdursunuz” diyebilen bir kesimin vicdanını ancak İslamofobik bir içgüdü susturabilir aksi değil. Tabi bu dekolte giydiği için saldırıya uğrayan kadınların yaşadığı saldırıyı görmememiz anlamına gelmiyor ya da güya cihat yaptığını iddia ederek sivilleri katleden teröristleri görmememiz anlamına gelmiyor, DEAŞ’ın yaptığı katliamları görmememiz anlamına da gelmiyor.
Karar vermek gerekiyor, ya bu konularda herkes sadece kendi ait olduğu kesim için hak talep ederek, tüm suçu muhalif olduğu gruba atacak ve bizler gerilmeye devam edeceğiz ya da herkes kendi yaptığıyla yüzleşecek, suçlamayı bırakacak, özeleştirisini verecek ve önümüze bakacağız. Somutlaştırayım; her gördüğünüz kadına AK Partili, Kabataş yalancısı, torpilci gözüyle bakıp, yargılamakla tehdit ederseniz, karşınızdaki kesimde yer alan, her CHP’linin 28 Şubat’ı desteklediğini düşünerek onlara saldıranları, Gezi’de suç işleyenleri suçlu olsun ya da olmasın yargılayanları kınamanız bir anlam ifade etmeyecek çünkü onlardan bir farkınız kalmayacak. Eğer işinize öyle geldiği için Sivas olaylarını anmadan sadece Dersim’i ya da Dersim’i anmadan sadece Sivas Olayları’nı anarsanız orada öldürülen insanlara olan borcunuzu ödemediğiniz gibi gerçekten kendi özeleştirinizi vermiş olmayacaksınız ve karşınızda duranlardan özeleştiri beklentiniz sadece karşılıklı sataşma işlevi görecek… Osmanlı da, Mustafa Kemal Atatürk de bizim tarihimiz iken onlara bakıp Atatürk’e ya da Osmanlı’ya hakaret etmeye kalkarsanız, tarihimizi kutuplaşma aracı haline getirirseniz ne Osmanlı ne de Atatürk’e saygı bekleme imkanlarınız ortadan kalkacak yine gerileceğiz, düşmana ihtiyaç duyanların kurbanları olmaya devam edeceğiz. Ya da gayrı Müslimlerin mallarını haksızca almayı dert edinmiyor, ülkede deprem yardımları olmasa memurların maaşlarının ödenemeyecek hale getirenleri sorgulamıyor sadece son dönemin muhasebesini yapıyorsanız sizin de pek haktan yana tavır halinde olduğunuz söylenemez. Tabi bu günümüzde yaşanan bir takım haksızlıkları, usulsüzlükleri görmememiz gerektiği anlamına da gelmiyor, elbette adalet talep edeceğiz ama sadece biri için değil hepsi için.
Ülkenin geneli, maalesef karşılıklı gerilimden beslendiği için düşmana ihtiyaç duyuyor, ihtiyaç duydukça geçmişte yapılan haksızlıkları telafi etmek için değil kitleleri konsolide etmek için geçmiş haksızlıkları ısıtıp ısıtıp gündeme getiriyor, hep birlikte afiyetle yiyoruz, sonrası malum… Bu buraya has bir durum değil, İslamofobiyi hep 11 Eylül ile başladı olarak kabul ediyorlar, bu doğru değil. İslamofobi, Soğuk Savaş sonrası, “komünist düşmanı” yendiğini ilan eden Batılı kapitalist ülkelerin yeni düşmana ihtiyaç duyması, bu düşmanı İslam ve Müslümanlar olarak belirlemesi, “yeşil düşman” koduyla anti-İslamist politikaları hayata sürmesi sonucunda kendi toplumlarını korkutarak oluşturduğu bir sonuçtur. Çünkü yönetici elit yahut yönetime talip olanlar ya da kitleleri etkileri altına almak isteyenler mutlaka bir düşmana ihtiyaç duyar.
Bu ülkede sekülerlerin korkuları var, bu ülkede dindarların korkuları var. Bunlar gerçek korku ve endişeler, kimse şımarıklık yapmıyor. Dindarlar, “CHP iktidara gelirse” dindarların kamusal alan dışına itilmesinden endişe duyuyor, sekülerler AK Parti otoriter uygulamalarını arttırmaya devam ederse daha fazla baskı altında kalmaktan korkuyorlar. Korku insanı esir alan bir duygu, o korku kolayca öfke ve nefrete dönüşebiliyor sonra sokaktan sosyal medyaya kadar her yerde gerilimin dozu artıyor, karşılıklı gerilim bir türlü bitmiyor.
Yazarken çok basit, bizzat yaşadığım için söylüyorum, yaşarken çok zor olan bir durumdan bahsediyorum, nefretimizi, önyargımızı, öfkemizi bir kenara bırakmak, tahrik olmamak, makulu korumak kolay bir şey değil. Dahası, makul olmanızı istemeyenlerin saldırılarından da nasipleniyoruz; kimse makul bireyler, makul muhataplar istemiyor, değişen CHP’yi görmek istemiyor, özgürlüklerden bahseden, başörtüsü yasaklarının yanlış olduğunu söyleyen bir CHP’li görmek istemiyor. Hatta bu nedenle Muharrem İnce ulusalcı olmayan kesim tarafından da rağbet görüyor… Diğer taraftakilerin birçoğu “Sivas’ta ben de yandım” diyen, Boğaziçi eylemlerindeki gençlere destek veren dindarlar görmek istemiyor. Çünkü bu kesimler düşmana muhtaç ve her daim bir düşmana ihtiyaç duyuyor.
Dünyada objektiflik diye bir şey yoktur. Herkes kendi ortamının ürünüdür, sübjektiftir, tarafsızlık gerçekten çok zordur. Ancak bu herkes için adalet talep etmeye engel değildir. Yanılmıyorsam Mannheim’dı, sadece entelektüellerin objektif olmaya yaklaşabildiğinden bahseder. Kendimi entelektüel olarak görmesem de o yönde bir çabanın içindeyim… ancak aynı zamanda kendimi içerisinden çıktığım dindar kesimden görüyorum, bulunduğum noktadan tüm dindarlar adına konuşacak yetkinlikte değilim ancak dindar biri olarak, ait olduğu kitlelerin gerek toplumsal gerek siyasi hatalarını görüyor ve bunları dile getiriyorum. Şu durumda aynı şekilde seküler kesimden kişilerin, yazarların, gazetecilerin ve hatta siyasetçilerin muhalefet ederken de, ülkedeki sorunlara çözüm ararken de kendi ait oldukları kesimdeki tarafgirliği görüp, kutuplaştırıcı söylemleri kınamalarını bekliyorum. Başlarken zikredemedim ama bitirirken, meramımı anlatabildiğimi düşündüğüm için zikretmekte bir beis görmüyorum; bu ülkede kırılacak kol da, kanat da kalmadı artık, bi zahmet içinde rahatsızlık hisseden varsa yarından tezi yok elini taşın altına koysun aksi halde ülkede taş üstüne taş koyacak imkan kalmayacak.