Ömer Özkaya
Yazar
TT

ABD, İngiltere ve Rusya yeniden masada

ABD'nin tekrar sahalara dönme kararı ve "mekânın sahibi benim" deklarasyonundan sonra küresel anonsu yapmak için NATO'dan daha uygun bir platform olamazdı.
NATO toplantısı öncesi Birleşik Krallık Kraliçesi ile yapılan görüşme, NATO zirvesi sonrası Putin ile yapılacak bir başka zirve için vekâlet alma işlevi görmüş oldu. Böylece Cenevre, yeni bir “Yalta Toplantısı”nın ev sahipliğini yaptı.
Brüksel'deki NATO toplantısı, ilerleyen süreçte Küre'ye uygulanacak siyasal ve ekonomik atmosfer basıncının kaç bar olacağı noktasında zemin etütlerinin yoğunlaştırılacağına yönelik alınacak kararların ön dosyalarında konsensüs sağlanmasının yolunu açtı. Yani her ülkenin elindeki kartlar bir defa daha görülmüş oldu.
Böylece ABD'nin ve NATO'nun Biden'la birlikte yeni bir küresel faza geçtiğinin çeşitli deklarasyonları uzun bir zaman dilimine yayılarak uygulamaya alınacaktır. Tüm göstergeler bu yöndedir.
Trump'ın tek dönemlik başkanlığının bundan böyle ABD'de bir süre daha tek dönemlik görev süresi olarak devam edeceği yönünde eğilim geliştiği görülmektedir. Büyük olasılıkla Biden da tek dönemlik bir başkanlık süresi ile yetinmek zorunda kalacaktır.
Küresel gelişmelerin ABD'de hissedilen hızı diğer ülkelerden daha fazladır. Küresel politikaların, ekonomik, diplomatik, askeri stratejilerin, kültürel, dinsel ve bilişimsel trendlerin mimarı ve yöneticisi olma statüsünün ABD'yi sekizer yıllık uygulama planlarından, dörder yıllık plan periyoduna geçmeye zorladığına ilişkin veriler artmaktadır.
NATO'nun Brüksel'de plan tadilatları, modül eklemeleri yaptığı ve çok geniş anlamda yeni trendlerin startını verdiğine ilişkin çıkarımların yapılabileceği demeçlerin içeriği, çarpıcı bir volum, söylem ve titreşim indirgemesinin kararının verildiğini göstermektedir.
Çarpıcılıktan vazgeçilirken caydırıcılığın dozu artırılmış ve bununla beraber çok üst perdeden beyanatlardan kaçınılmış olmasının altını çizmek gerekmektedir.
Buna karşılık Biden, Birleşik Krallık Kraliçesi ve Rus lideri Putin'le görüşerek bir nevi Churchill, Stalin ve Roosevelt zirvesinin bir kaç level kırpılmışını yaptı. Yani üçgeni kısmen tamamladı.
İlginç olan, İngiltere'nin Churchill ve Thatcher düzeyinde bir liderler profilini terk ederek daha bürokratik ve klâsik devlet çizgisini yeni strateji olarak benimsediği analizlerini "diri" tutmaya devam edeceğidir.
Putin'in Biden için "çok kurt bir lider" saptamasının içeriğinin hayli dolu olduğu yönünde bir genel kabul oluşmaktadır.
Dikkat edilirse, küresel baskın bir dil kullanmaktan kaçınılan bir zirveler serisi ile karşı karşıya Dünya. Sopa göstermeler sık fakat temkin düzeyi ve yoğunluğu rutin dışı bir seyir izlemektedir.
NATO gibi daha çok askerî profili baskın olarak ortaya çıkan paktın kritik anlamda stratejik bir değişiklik ile daha farklı küresel stratejiler izleyeceğine yönelik ciddi işaretlerin belli kilometre aralıkları ile dizilmiş olması dikkat çekmektedir.
NATO'daki bu üslûp ve metot değişikliğinin önümüzdeki süreçte farklı siyasal, sosyal, ekonomik, dinsel ve diplomatik/askerî topografyalar yaratacağını öngörmek kaçınılmazdır.
ABD başta olmak üzere NATO'nun belli bir kaç coğrafyanın dışında askeri genişleme, etkinlik ve hegemonya kurma pozisyonunu terk edeceği ve diplomatik, siyasal iletişim ve genişlemeye ağırlık vereceği de ön plana çıkmaktadır.
Rusya'nın Varşova Paktı'nı sonlandırarak dağıttığı coğrafyanın ABD, Avrupa ve NATO tarafından organize edileceğini öngörmek değil bilmek gerektiği açıkken, Rusya'nın Orta ve Doğu Avrupa'yı NATO'nun genişlemesi suretiyle kaybetmesini "çocuk gibi aldatıldık" diye yorumlaması ve o dönem verilen sözlerin tutulmaması vurgusu çok kritiktir. Putin'in Biden yorumu da bu bağlamda önemlidir.
Bölgesel ve küresel politikaların bir anda konvansiyonel askerî konseptten konvansiyonel diplomatik kulvara evrilmesi eğilimi son NATO zirvesinin en stratejik enstantanesini vermektedir.
ABD ve NATO'nun yoğun insanî ilişkiler diplomasisinden hep beklentilerinin üzerinde sonuçlar aldığı tarihsel bir olgudur ki bu ülkemizde "sahada kazanmak fakat masada kaybetmek" olarak formüle edilmektedir.
SSCB'nin ABD siyasal ve askerî elitinin SSCB'deki üst düzey Komünist Partisi yöneticileri ile geliştirdiği ilişkiler sonucu sonlandırıldığı uluslararası ilişkilerde sonuç alma sanatına örnek olarak verilmektedir.
Aynı şekilde Yunanistan'ın NATO'nun askerî kanadına dönmesi Kenan Evren ve ekibi ile kurulan bireysel diplomatik ilişkilerle mümkün olmuştur. Bu liste uzatılabilir.
Biden'ın seçimi kazanması sonrası ABD'nin ülkenin hafızasına alan açtığı ve ABD'nin hafızasına misyon yüklendiği yönünde bir değerlendirme bu köşede yer almıştır.
Bu bağlamda ABD'nin ve NATO'nun Rusya ve Çin için kurduğu aşırı diplomatik ve yine aşırı temkinli üslûp, henüz Rusya ve Çin ile çok stratejik müzakereler sürecinin eşiğine bile gelinmediğini de ortaya koymanın yanında, “müzakere ülkeleri diyebileceğimiz Rusya ve Çin'in değişik caydırıcılık unsur ve aparatlarına sahip olduğunun da saptandığını göstermektedir” denilebilir.
NATO'nun kurumsal üslûp ve metotlarının kalitesi ve düzeyi göz önüne alınırsa rutin dışı bir tablo yok gibidir.
Çin'in statüsünün bir kaç başlık dışında teyit edildiği, Rusya'nın da de facto pozisyonlarının diplomatik müzakereler panosuna alındığı, belli coğrafyalardan askerî ve konvansiyonel olarak geri çekilirken belli coğrafyalara daha yoğun ağırlık verileceği son NATO zirvesinin önemli kararları olarak görülmektedir.
Böyle bir tablonun çok fazla uluslararası ve küresel sükûnet barındırdığı ve aslında bunun pek bölgesel ve küresel rutin olmadığını işaret ve analiz etmek tarihsel doğaya çok daha uygundur.
Çin'in mevcut ideolojik güzergâhının küresel sistemin dinamikleri açısından onaylandığı bir bağlamda Çin'in askerî efektler vererek geleneksel, bölgesel askerî ve uluslararası sorunlarını çözme eğilimine girmesi Batı'nın müdahale alanlarını belirleme gibi bir altyapıya sahip olduğu kanaatini desteklemektedir.
Rusya'nın da özellikle Ukrayna söz konusu olunca Çin ile aynı stratejiye sahip olduğu da belli olmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı'nda ABD'nin Almanya'nın lojistik gücünü kırmak için müdahale ettiği iki ülkenin İtalya ve İsviçre olduğunu anımsatarak İtalya'nın Çin ekonomik ve diplomatik yörüngesinden çıkmaya yönelik girişimleri ve ABD'nin kara para ve yolsuzluklar ile mücadele konusunu küreselleştirme stratejisi, ABD, Avrupa ve Çin arasındaki ilişkilerin dinamiklerinin Ticaret Savaşları parantezinde diplomatik bir ıslah ve yumuşatma işlemi ile çözüme götürme vizyonuna evrildiği ve/veya evriltilmeye çalışıldığı krokisi oluşmaktadır. Ekonomik ve finansal kontrolün ABD'nin şimdilik stratejik önceliği olduğu bunun da siyasal mimariyi garanti edeceği ön kabulü devrededir. Yani ABD, devlet denetimi ve bürokrasinin objektif işleyişine yönelik siyasal saha hazırlığı içinde olduğunu da farklı biçimde ilana çıkarmaktadır.
Bu bağlamda küresel politik ekonomik, ideolojik, askeri ve sosyal sükûnet iklimine girildiği izlenimi doğmaktadır.
Bunun bir yanılsama, manipüle bir puzzle ve tüm aktörlerin kendi konuşlanmalarını garantiye almak için zaman kazanma hedefli küresel konsensüs olup olmadığını irdeleyen aktörler popülasyonu da artmaktadır.
Çin'in küresel üretim ve tedarik merkezî olma özelliğini siyasallaştırarak küresel bir hegemonya kuracağı endişesine yoğun enerji veren Kuşak Yol Projesi'nin proje realize olduktan sonra siyasal bir mahiyet kazanarak Çin'i Yeni Amerika yapacağının siyasal anksiyete olup olmadığı akademik platformlarda artan bir ivme ile incelenmektedir.
Çin'in efsanevi lideri Mao'nun Kültür Devrimi ile oluşturmaya çalıştığı yeni Çin sosyolojisinin Batı ile entegrasyonun altyapısını önemli oranda attığına yönelik tezler, Çin'in kadim tarihi ile mi yoksa Mao'nun sosyalist, komünist bir vizyonla "Estetize" ettiği yeni Çin kültürü ile mi yol alması gerektiği de yanıtları aranan bir başka sorunsaldır.
Batı tarafında tüm yönleriyle etüt edilmiş ve tüm refleksleri deşifre edilmiş bir Çin, Batı tarafından çok rahat kulvarında tutulabilecektir.
Bu bağlamda Çin'in sorunları da avantajları da Batı'nınkiler ile neredeyse hiçbir ortak küme oluşturmamaktadır.
Çin'in zorunlu komünist bir yönetim tarzına bağımlılığı tüm taraflarca veri olarak kabul edilmiş ve bu konuda müdahalelere ve ikazlara açık sınırları sürekli anımsatan bir model inşaa edilmiştir denilebilir.
Çin'in tüm yönleriyle etüt edilmiş olması ve çok kapsamlı ve katmanlı swot analizlerinin yapılmış olması sürekli hedef ülke olma yani sürekli göz önünde tutulma pozisyonunu da takviye etmektedir.
Batı'nın neredeyse 400 yıldır çalıştığı Çin ve bileşenleri coğrafyasına karşı NATO'nun geliştirmeye çalıştığı dikkatli, temkinli ve titiz üslûp, Çin için ulusal güvenliğine yönelik ne düzeyde bir risk olarak değerlendirilecektir?
Bütün bu tablonun gölgesinde kalan ise bu küresel sükûnet iklimine karşın konvansiyonel güç gösterilerinin ve sembollerinin artan oranda kullanılmaya başlanması gerçeğidir.
Israrla üzerinde durduğum devletlerarası marjların giderek azaldığı saptamamız uluslararası ilişkilerdeki gerginlik endeksinin hiç de iç açıcı olmadığını da çarpıcı bir biçimde ortaya çıkarmaktadır.
Batı aleyhine bozulduğu analiz edilen özellikle demografik, ekonomik, siyasal, kültürel, sosyal ve dinsel göstergeler, Batı'nın diplomatik ve devletsel dilini ve kavramlar fihristini ne şekilde dizayn edecektir?
Yanıtı aranan bu sorunun NATO zirvesinde uç veren kısmı Çin ve Rusya'ya karşı temkin ve küresel sükûnet olarak dillendirilirken, uluslararası Batı tavrı Ukrayna bağlamında kesinleşmektedir.
Görüldüğü üzere bir yandan sadeleşen bir Dünya resmi ufukta belirirken aslında çok yoğun bir biçimde karmaşıklaşan ve gerginleşen bir başka fakat daha gerçekçi bir tablo da kendini göstermektedir.
Batı'nın yeni küresel jeopolitiğini ve jeostratejisini, Avrupa'nın güneydoğu sınırlarını belirlemek, Avrupa siyasal kültürünü ve sosyolojisini yeniden dizayn etmek, Avrupa'da ve Batı'da aşırı sağı ve göç politikalarını, ülkelerinde bulunan "yabancı"ların sosyokültürel uyumunu yoğunlaştırmak, Avrupa ve Batı'nın refah düzeyini garanti altına alacak bir küresel ticaret sisteminin ve ideolojik atmosferinin Batı kriterleri çerçevesinde oluşturulmasını sağlamak şeklinde özetlemek mümkündür.
Bu bağlamda konvansiyonel askerî güç gösterileri gerektiğinde en önde tutularak yukarıda sözü edilen listenin riske girme olasılığını en düşük düzeyde tutmak asıl amaç olarak öne çıkma potansiyelini artırmaktadır.
Bunun yanı sıra NATO zirvesinin bir yönüyle devrimci sayılabilecek mottosu, "düşmanlarımız yoktur" konseptidir. Bu noktadan sonra tekrar konvansiyonel Batı dile gelmekte ve "Asıl tehlike devletler ve uluslar değildir, asıl tehlike Avrupa ve Batı'nın refah, kültür ve güvenliğinin tehlikeye girmesi olasılığıdır" demektedir.
"Bu olasılığın yükselmesine sebep olacak tüm devletler ve uluslar hedefimiz haline gelebilirler" tezini üreterek bunun modüler kullanımını servis etmesi usulü, irdenlenmeyi hak etmektedir. Paradokslar da içeren bu yaklaşım, Batı ve Rusya, Batı ve Çin arasındaki görüşmelerde daha da stratejik kristale dönüşecektir.
"Küresel yönetsel ideolojik konsensüs sağlanmıştır" cümlesi NATO zirvesinden sonra kurulabilir. Bunun tüm ülkeler ve iktidarları içermediği, genel bir ideolojik onay konsensüsü olduğu da açıktır.
Bölgesel ve küresel sükûnetin yoğunluğunun bir anda küresel kaos olarak dışa vuracağı tüm ekonomik, sosyal, sosyokültürel, dinsel, politik kültürel ve yaşamsal vizyon kaybının kitleselleşmesi gibi giderek enerji kazanan parametreler, küresel bir devrim dalgasının öncü göstergeleri işlevini yerine getirmektedir.
Görünenin tersine gerçekleşmesi olgusunun küresel bir yasa haline geldiği günümüzde riskler ve krizler artmaktadır. İlginç olan ise krizlerin ve risklerin yeni fırsatlar yaratma yerine yeni krizler ve riskler üretecek kalıcı bir içerik kazanmasıdır.
NATO zirvesi için yapılabilecek en kritik analiz, AB'nin, ABD ve NATO'nun yeni küresel tasarımında henüz tamamlanmamış ve kararları verilmemiş stratejik dosyalar olduğudur. Bunun için de diplomasinin yoğun kullanımının sonuçları beklenecektir denilebilir.