Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

 Muhalefetin çektiği dili belası

“Dünyadaki ruhlar kadar Tanrı’ya giden yol vardır.”
Din, inanç gibi kişilerin iç dünyasından toplumsal durumlarına kadar çok geniş bir alanda etkisi olan bir konuda konuşmak zor. Zorluğun yanı sıra bu mesele sonuna nokta konulacak bir mesele de değil. Yaşarken, yaşamımızın her anını etkileyen ve aynı zamanda da etkilenen inanç konusu, doğumumuzdan ölümümüze kadar şekil değiştirebilen, sabit kalmayan bir durum. Ayrıca etkisi ya da etkilenmesi doğrultusunda da parmak izi gibi her kişide farklı tezahür eden bir durum. Bu nedenle inancı konuşurken, meseleyi daha doğru izah edebilmek için konuyu daha dar bir alanda, Türkiye ölçeğinde, dindarların refleksleri ve seküler kesimin refleksleri üzerinden ele almaya çalışacağım.
Hiç kimse, hiçbir şeyden etkilenmemiş olarak, en objektif haliyle var olmuyor. Doğduğumuz coğrafya, içinde büyüdüğümüz aile, içinde yaşadığımız toplum hepsi bizim tercihlerimizin oluşmasında etki sahibi… Bu etkiler sonucunda oluşan ben, aslında yalın bir ben olmaktan ziyade biz’in sonucunda oluşan bir ben. Türkiye’de de bu ben’i oluşturan durumlar var, ayrıca bu ben’in dini anlayışını da, inancını da oluşturan bir ortam var.
Geçmişi kurcalamaktan yılmış olsak da tekerrür eden bir geçmiş olduğu müddetçe geçmişle muhasebemiz bitmeyecek gibi… Türkiye Cumhuriyeti kurulurken birçok mevzu vardı ve bunlardan bir tanesi de din konusuydu. Tepeden inme bir anlayışla oluşturulan otoriter laiklik, din ve İslam’ı değilleyerek oluşturulan bir anlayış sonrası doğal olarak dine, inanca sarılma refleksi de artış gösterdi. O günlerden bugünlere gelene kadar da yargı, eğitim, siyaset yoluyla dayatılan otoriter laiklik modeli (laiklik normalde otoriter bir biçim değildir, bizdeki örneği maalesef otoriter) dindar kesimi dönüştürmeyi başaramadığı gibi bir anlamda da daha marjinal boyutların oluşmasına neden oldu.
Dine, daha özel ifadeyle İslam’a geldiğimizde, İslam, kendisine tabi olan kişilerin hayatlarının her noktasını Allah’ın buyrukları üzerinden şekillendiren bir inanç sistemi oluşturuyor. Bu anlamda iman etmek sadece dil ile değil, kalp ile olmakla sağlandığı gibi kazancınızdan tutun da yiyeceğiniz şeylere kadar hepsini belirliyor. Ama burada önemli bir nokta var; bu şeriat dediğimiz düzenin kurucusu Allah ve Hz. Peygamber (SAV) ve muhatapları da kendilerine iman eden Müslümanlar. Ama bizim dindarların bazısında, aynen otoriter laiklerimizde de olduğu gibi, kendi inancını yek doğru kabul etmekle mesele bitmiyor, illa kendi inancını, ideolojisini öteki olana da dayatma problemi var, bunun sonucunda dayatmacı laikler ile dayatmacı dindarlar arasındaki gerilim bitip tükenmeyen bir hale geliyor, sonsuzluğa ulaşıyor.
20 yıldır iktidarda olan AK Parti yönetimi, son yıllarda siyasi yönetim biçiminde otoriter yönelimlerini arttırdı. Türkiye, daha önce de maalesef bu otoriter yönetim biçimlerine zemin olmuştu; dindar insanların fişlendiği, kamusal alanın dışına itildiği bir Türkiye’den tam AK Parti etkisiyle kurtulduk derken bu kez kendimizi AK Parti’nin bir takım ayrıştırıcı, baskılayıcı siyasetinin içinde bulduk.
Bu ifade ettiklerime bağlı olarak bir süredir Türkiye’de “siyasal İslam” üzerinden tartışmalar yürütülüyor. AK Parti’yi siyasal İslamcı kabul eden, çoğu kez ‘Siyasal İslam nedir?’ diye sorduğumda bir cevabı olmayan, iktidarı eleştirirken iktidarın yanlış icraatları üzerinden değil de bu eleştirilere İslam’ı da katarak eleştiren kalabalıklar görüyorum. Bu bana bazen kitaplardan okuduğum, bazen bizzat tecrübe ettiğim otoriter laiklik reflekslerini ve icraatlarını hatırlatıyor. Ve herhangi bir birikimi olup olmadığını bilmediğimiz bazı kişilerin sırf seküler ya da laik olduğu için peşinen kendisini medeni kabul ettiği, otorite olduğunu sandığı, söz sahibi olmayı yek hak olarak kendinde gördüğü ancak Müslüman dindar kesimi ise sürekli kendisi tarafından yönetilmesi gereken, bidon kafalılardan oluşan bir kitle olarak gördüğü hatasıyla karşılaşıyoruz. Ve bu yanlış ve irrite edici durumun hatalı olduğunun farkında olabilen de çok az kişi var.
Genellikle son dönemde duyduğumuz bir ifade var, DW bu ifadeyi yaptığı kısa bir röportaj üzerinden başlığa taşıdı “Siyasal İslam beni ateizme itti” gibi ifadeler, bunun benzerini “bu iktidar yüzünden dinden soğuduğum, dinden çıktım” gibi ezberler üzerinden de görüyoruz. Başta da belirttiğim gibi din anlayışımız, inancımız içinde bulunduğumuz ortamı hem etkiler hem de ondan etkilenir. Bu etkiye bağlı olarak tavır almak haklı, doğru olmasa da anlaşılabilir bir durum. Ama bu tavrın oluşturduğu dil sorunlu… “Alayına isyan” ile yola çıkıp, sorunlarınızı doğru tespit edip, doğru şekilde dile getirmediğinizde sorunlarınızı çözemezsiniz. Örneğin bir doktora gittiğinizde şikayetinizi net şekilde anlatırsanız, şikayetiniz üzerinden bir tedavi belirlenir ancak “her yerim ağrıyor” dediğinizde o her yerin ağrısının tedavisini bulmak sizin uzun süre hastalıktan mustarip biçimde inlemenize neden olacaktır.
İktidarla sorununuz varsa bunu iktidarın yanlış bulduğunuz politikaları üzerinden dile getirin aksi halde İslam’ı hedef aldığınızda, Müslümanları şeytanlaştıran bir dil seçtiğinizde ve hatta inancınızı değiştirme sebebiniz olarak kendinizi değil de başkalarını fail olarak gösterdiğinizde düzen sağlamak için açtığınız ağzınız, düzen bozma maksadıyla açılmış gibi görünüyor. Dahası, eğer niyetiniz iktidar eleştirisi üzerinden yola çıkıp fırsattan istifade İslam karşıtlığınızı kusmaksa, bu bir çeşit ırkçılık faaliyeti olan durumun sonucunda iktidarı dolaylı yoldan desteklemiş olursunuz ve geriye homurtudan başka hiçbir şey kalmaz.
Hatırlatayım, FETÖ’nün kendisini cemaat diye pazarladığı dönemde, Türkiye’deki laikler –şimdilerde hepsi biz Fetullah konusunda uyarmıştık, dikkate almadınız konforuna sığınmaya çalışsa da- FETÖ’yü eleştirirken, Fetullah’ın kadrolaşması üzerinden değil İslam karşıtlığı üzerinden bunu yaptığı için, bu eleştiriler karşısında hem çok dikkate alınmadılar hem de FETÖ’nün moral destek bulmasına neden oldular. Yanlış anlaşılmasın, burada kastım iktidar ve  FETÖ arasında bir benzerlik kurmak falan değil, muhalif dilin insanların manevi duygularını hedef alarak yaptığı hataların sonuçlarını göstermek.
Muhalefetin çektiği dili belasıdır derken elbette tüm muhalif söylemin İslam karşıtı bir dil kullandığını iddia etmiyorum ancak her gün en az on beş yirmi tane iktidar eleştirisi arasına sıkıştırılmış İslam karşıtı yorum okuyoruz. Bu yorumların karşıtlık dozu bazen gerçekten aşırı bir boyuta geliyor ve dindar kesim de aynen seküler kesim gibi kendi yaşam biçiminin tehdit altında olduğunu düşünüyor. Elbette kastım bir taktik olarak, takıyye yaparak gerçekten varsa İslam karşıtı tutumları saklayıp, sonra olur da işler değişirse dindarların kafasına tokmak indirmek için gerçek düşüncelerin saklanması gerektiği değil. Kastım dünyadaki ruhlar kadar Allah’a giden yol varken, her insanın inancı kendi bünyesinde şekilleniyorken, bu durumun kabul edilmesi, dindarların bir rövanşizm hedefi haline getirilmemesidir. Yine de tercih sizin tabi; başörtüsüz kadınların eline gitar, başörtülülerin eline örgü verip bi de başörtülülerin nerede çalışıp çalışmayacağına karar verebileceğinizi sanıyorsanız, siyasi eleştirilerinizi siyasal İslam’ın ne olduğunu dahi bilmeden siyasal olarak değil ama İslam üzerinden vermeye niyetliyseniz, bi de bu otoriterliğiniz üzerine dinin otoriter olduğundan dem vuruyorsanız, size Türkiye’deki otoriter laikliğin, dini otoriterlikten bir farkı olmayan politikaları hayata soktuğunu tek tek hatırlatacak binlerce insan bulabilirsiniz. Bunun sonucunda da hepimizi yıpratan, savaş yorgunu haline getiren bir asırdır devam eden yanlış bir tartışmayı bir asır daha tartışılacak hale getirirsiniz. Hep birlikte öğrenmemiz gereken şey çok basit; kendi hayatınla ilgilen, sekülerlerin yaşamına da, dindarların tercihlerine de müdahale etme, çünkü ettiğin müddetçe eleştirdiğinden bir farkın kalmıyor.