Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

Hadi Amr'ın görevi

ABD’li diplomat Hadi Amr'ın Kudüs ve Ramallah'ta bulunması -büyük farklılıklara rağmen- bize ABD-Filistin ilişkilerinin altın çağını hatırlatıyor. O sıra Gazze'de ve Ramallah'ta (Yaser Arafat'ın karargâhı), başkanlar, dışişleri bakanları ve Kongre'deki seçkin özel elçiler düzeyinde ziyaretçiler ağırlanmıştı.
Filistinlilerin bu tür resepsiyonlara alışmasıyla, Dennis Ross'ın ve onun düzeyindeki isimlerin ziyaretleri neredeyse hiç bahsedilmeyen rutin bir olay haline geldi. O sıra Beyaz Saray'ın kapılarının Filistinlilerin ziyaretlerine açılmış ve öyle ki merhum Devlet Başkanı Yaser Arafat, “Ben, Beyaz Saray'ı en çok ziyaret eden başkanım” ifadesini kullanmıştı. Arafat, yalnızca en çok ziyaret eden değil, aynı zamanda bir ABD başkanına kendi evinde ‘hayır’ diyen ilk ve belki de son kişi olduğunu hatırlatmayı da ihmal etmemişti.
Filistin-ABD ilişkilerinin altın çağı Camp David'le birlikte doruğa ulaştı. Başkan Bill Clinton bu süreçte, kendisini nihai bir Filistin-İsrail anlaşmasını sağlamaya adadı. Arafat ve Ehud Barak Camp David'in iki yıldızıydı. Bill Clinton başarısız oldu ve Beyaz Saray'ın kapılarını Arafat'a kapattı. Bu kapılar Abbas ile birlikte her ne kadar bir süreliğine yeniden açılsa da hiçbir sonuç alınamadı.
Günümüzde temaslar geriledi, ziyaretçi sayısı düştü ve tartışma konuları da azaldı. Nitekim altın çağda, nihai anlaşmanın önündeki engellerin nasıl aşılacağı konusunda (iki devletli çözüm, Kudüs, mülteciler, sınırlar vb.) çokça tartışmalar yapılırdı.
Hadi Amr'ın dönemi öncesinden farklıydı. Gazze ile ilgili tartışmalar kırılgan sükunetin nasıl korunacağı ve bunun nasıl yeniden inşa edileceği etrafında dönüyordu. Batı Şeria'ya gelince, sıfırdan başlamak için güvenin nasıl yeniden sağlanacağı hakkında konuşuluyordu. Son savaşın geride bıraktıklarının yeniden inşasını bekleyen Filistinliler pek bir gelişme görmüyorlar. Aksine gördükleri tek şey, mevcut durumun savaştan önceki duruma kıyasla her açıdan yetersiz olduğudur. Nizar Banat'ın öldürülmesinin sonrasında sokakların alevlenmesinin yansımalarından endişe duyan Ramallah rejimi ise, taleplerinde alçakgönüllü davrandı ve iki devletli çözümün yerini İsrail'in arşivlediği eski vaatlere geri dönüş aldı.
Başkan Mahmud Abbas liderliğindeki ılımlı Filistinliler, bahisleri, müzakere yolunda ilerleme umudunu canlandıran bir Amerikan rolü üzerine oynamaya devam etseler bile, yaşadıkları uzun deneyimin onlara gösterdiklerinden yola çıkarak, bahislerinin gerçekçi sınırlarını diğerlerinden daha fazla fark ediyorlar. Rabin, Peres ve hatta aşırı esnekliği ve taviz verme konusundaki istekliliğine rağmen Olmert döneminde hiçbir şey alamadılar. Dolayısıyla şu ana kadar elde edilemeyenleri, -her ne kadar hükümetin bileşenleri arasında Meretz, İşçi Partisi ve Birleşik Arap Listesi bulunuyor olsa da- Bennett-Lapid döneminde elde edileceğini düşünmek makûl değildir. Bunun sebebi, yalnızca Netanyahu'yu devirmek amacıyla birleşen koalisyon ile bu koalisyonun nüfuzunu Filistinlileri memnun edecek bir çözüme ulaşmak için genişletme yeteneği arasındaki farktır. İsrail hükümetinin bu talepleri karşılamak için ne tür bir hazırlık yaptığından yola çıkarak duruma baktığımızda hiçbir şey bulamayacağız.
ABD’nin isteksiz ve İsrail’in umursamaz olduğu bir dönemde gerek iç olaylar gerek birbirini takip eden olumsuz gelişmelerle zayıflayan Ramallah rejiminin, Amerikan çabasıyla temas halinde olmaktan başka seçeneği yok. ABD’nin bu konudaki etkinliğinin sınırlarının farkında olmasına rağmen yapabileceği pek bir şey görünmüyor. Dolayısıyla konuşma ve elçilik düzeyindeki düşüşü görmezden gelmek kaçınılmaz bir durumdur.
ABD’nin kayıtsız olduğu Trump döneminde, Hadi Amr'ın ziyaretlerine ve üstlerinin konuşmalarına, her ne kadar donukluğun söz konusu olduğu ana meseleyi yerinden oynatmasa da, en azından Filistin siyasi projesine hakim olan boşluğun bir yönünü kısmen de olsa kapatmasından dolayı iyi gözle bakılıyordu. Elbette bu düşüncenin temelinde, ‘hareket, berekettir’ ilkesi yer alıyordu.
Sahadaki durumu ve eylemleri olduğu hal üzere değerlendirir ve ötesine geçmezsek, İsrail’in tutumu ile Netanyahu'nun eylemlerinin hiçbir şekilde farklı olmadığını göreceğiz. Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ile bir araya gelen Lapid'in görüşmenin ardından yaptığı açıklama bunun pratikteki delilidir: “Ben şahsen iki devletli çözümü destekliyorum ama şartların buna izin verdiğini düşünmüyorum.”