İstemi Yılmaz
TT

Türkiye’nin Kıbrıs çelişkisi ve yeni vesayet

Türkiye, Kıbrıs’ı fiilen bölen Barış Harekatı’nın 47’inci yıl dönümünde Ada’ya çıkartma yaptı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve üst düzey siyasi-diplomatik yetkililer, KKTC lideri Ersin Tatar’ın davetiyle 19-20 Temmuz tarihlerinde Ada’yı ziyaret etti. Günlerdir beklenen müjde de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın KKTC Parlamentosu’nda gerçekleştirdiği konuşmayla ortaya çıktı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti iki açıdan oldukça önemliydi. İlki, komşu Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi’yle ilişkilerin geleceğini tayin etmesiydi. Atina bu müjde ve temaslara o kadar hayati bir rol biçti ki bir anlamda Ankara’ya karşı tutunulacak tavrı buna göre belirledi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Yunan mevkidaşı Nikos Dendias ile 31 Mayıs’ta bir araya gelmiş ve taraflar sınırın açılması konusunda mutabık kalmıştı. Fakat aylar öncesinde atılan imzalar bir türlü hayata geçmedi. Turist geçişi bir türlü başlamadı. Dendias’ın geçen hafta verdiği bir mülakatta sarf ettiği sözler gecikmenin “Kıbrıs düğümüyle” yakından ilgili olduğunu gösteriyor. Yunanistan, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz arama çalışmalarını bir anda durduran Türkiye’den Ada konusunda da aynı geri adımı atmasını bekliyor.
Ziyaretin diğer bir önemi ise Türkiye’nin Kıbrıs meselesindeki “yeni” duruşu. Ankara bir süredir Ada’da iki bağımsız devletin yer aldığı bir çözüm konusunda bastırıyor. Özellikle Türkiye’nin siyaseten bir taraf tutarak müdahale ettiği KKTC’deki son Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Ersin Tatar’ın kazanmasının ardından “iki devletli çözüm” daha gür bir sesle dile getiriliyor. Cenevre’deki müzakerelerden anlaşıldığı kadarıyla Tatar sayesinde artık KKTC de söz konusu yeni stratejiyi benimsemiş durumda. Fakat gerek son ziyaret gerek Kıbrıs siyasetiyle içli dışlı hali Türkiye’nin hiç de “bağımsız KKTC” istediğine işaret etmiyor.
“Ankara, KKTC’yi ayrı bir devlet olarak görüyorsa Ada’nın sakinlerini ilgilendiren bir konudaki müjdeyi neden Cumhurbaşkanı Erdoğan veriyor?” Bu soru, KKTC’deki muhalefet partilerine ait. 50 sandalyeli KKTC Meclisi’ndeki 12 milletvekiline sahip Cumhuriyetçi Türk Partisi ve 3 vekille temsil edilen Toplumcu Demokrasi Partisi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşma yapacağı oturuma katılmadı. Kıbrıs muhalefetinin boykot kararının gerekçesi ise “Türkiye ile Kuzey Kıbrıs arasındaki ilişkide dengenin şaşması”. Başka bir ifadeyle Ada’nın kuzeyinin Lefkoşa yerine Ankara’dan yönetilmesi.
Aslında Kıbrıs siyasetinde “Türkiye etkisi” hep vardı. Yine de Rauf Denktaş gibi nevi şahsına münhasır bir siyasi figür KKTC’yi yönetirken havanın biraz daha farklı olduğunu söylemek mümkündü. Denktaş’ın her ahvalde Ankara’daki muktedirlerle arası iyiydi. Bunula birlikte en azından hukuki şartlar gözetilmeye çalışıyordu. Biraz da Rumların eline malzeme vermemek için. Bugün geldiğimiz noktada ise Kuzey Kıbrıs’taki iktidar sufleyi Türkiye’den alıyor.
Vaziyeti kavramak adına KKTC’deki son gelişmelere bakmak yeterli. Örneğin KKTC Anayasa Mahkemesi’nin Kur’an kursları kararına verilen tepkiler Ankara’dan organize ediliyor. KKTC devlet televizyonunda Türkiye’nin hoşuna gitmeyen yorumlar yapan dört Kıbrıslı gazetecinin haftalık programı yukarıdan gelen emirle yayına veda ediyor. KKTC Cumhurbaşkanlığı eski Basın ve İletişim Koordinatörü Ali Bizden ve araştırmacı yazar Dr. Ahmet Cavit An gibi Kıbrıslı entelektüellere Türkiye’ye giriş yasağı konarak ambargo uygulanıyor. Buna sebep olarak ise G82 kodu yani “milli güvenlik aleyhine faaliyetler” gösteriliyor. Bugüne kadar Rumlarla ilişkileri veya federal çözümü destekledikleri gerekçesiyle Ada’nın kuzeyinde “istenmeyen adam” ilan edilen hiçbir Kıbrıslı aydına böyle bir muamelenin reva görülmediğini söylemek gerek. Elbette Kutlu Adalı gibi Ada’daki statükoyu sarsan çalışmalara imza atan bazı Kıbrıslı gazetecilerin suikasta kurban gittiğini biliyoruz. Ancak bugün geldiğimiz noktada “Türkiye’nin çözümüyle” ters düşenlerin dışlanması “normal” kabul ediyor.
Ada’da eskiden vesayetin adı orduydu. KKTC Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Başbakanlığından maada gücü elinde tutan ve oyunu yönlendiren bir vesayet mevcuttu. Artık vesayet tamamen el değiştirdi. Ankara’nın sözleri emir telakki edilir oldu. İlginç olansa Türkiye’nin “kendisine bağımlı KKTC” yerine bu durumun tam tersini yansıtan “bağımsız iki devlet” perspektifindeki ısrarı.
Açık konuşalım, Ankara iki devlet değil, kendisine bağlı bir “devletçik” istiyor.