Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

İran rejimi ve köktendincilik dönemi

Köktendinci dönem Ortadoğu'da ve dünyada güçleniyor ve pekişiyor.
Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi bölgenin önemli ülkelerinin sivilleşme ve modernleşme girişimlerine rağmen, tarihin doğası ve küresel güçlerin dengesi hakkındaki bilinçlilik, daha fazla ince kavrayış, daha güçlü farkındalık, uyumsuz zaman zaman da çelişkili pek çok ayrıntının ele alınmasını gerektirir.
Kırk yıl geçmesine, 8 Amerikan başkanının değişmesine, uluslararası bir Soğuk Savaşın sona ermesine ve uluslararası sistemde büyük bir değişiklik olmasına rağmen İran'ın teokratik rejimi değişmedi. Temel ilkesi olan "devrimi ihraç etmek", hegemonya kurmak ve nüfuzunu genişletmek için herhangi bir sınırlama, aktif diplomasi, müzakere ve uzlaşı çabasına karşılık vermedi.
Hızlı ama aceleci olmayan bir karşılaştırma yapacak olursak, birkaç ay öncesine kadar İran rejimi, kendisini istemeyerek bölgesel faaliyetlerini azaltmaya zorlayan ve en önemli savaş sembollerinin tasfiyesi (Irak’ta Kasım Süleymani) kertesine varan katı ABD yaptırımları altında inliyordu. İran rejimi, Arap ülkelerinde kendisine bağlı milislerinin gerçekleştirdiği herhangi bir terör eylemi veya faaliyetinden korkuyordu.
Yetkilileri, rejimi vurmak için bahane olarak kullanılabilecek her eylemi reddeden, hiçbir ilgisi olmadığını belirten açıklamalar yapıyorlardı. Bugün ise rejim tüm düşmanca politikalarına geri döndü, nükleer tesislerini genişletti, Irak, Yemen ve Filistin'deki milislerini harekete geçirdi. Ahvaz'daki muhalefeti çirkin yollarla ezmeye çalışıyor ve geçenlerde New York'ta olduğu gibi ABD'deki muhaliflere suikast düzenlemeye çalışıyor.
Bu “aşağılanma”dan “şımartılmaya” hızlı yolculuk, İran rejimiyle başa çıkmanın en iyi yolu konusunda önceki ile şimdiki ABD yönetiminin vizyonları arasındaki birçok farklılığı özetliyor. Bölgede bizi ilgilendiren, iki Amerikan partisi arasındaki anlaşmazlığın doğası değil, her birinin stratejisinin bölgemiz, ülkelerimiz ve halklarımız üzerindeki etkisidir. Mevcut strateji ise İran'a daha büyük bir hareket, faaliyet ve etki alanı tanıyor ve gelecekte de tanıyacak.
İran rejimi ve milislerinin ünlü sloganı "ABD'ye ölüm! İsrail'e ölüm!"dür. Ancak tüm stratejileri, politikaları, pozisyonları, ittifakları, milisleri, siyasal İslam grupları ve Sünni dini şiddet örgütlerinden takipçileri, en önemli hedeflerinden birinin “Suudi Arabistan'ı hedef almak” olduğunu kanıtlıyor.
Anayasası, Humeyni’nin vasiyeti ve konuşmaları, rejimin sembolleri ve Arap ülkelerinden takipçilerinin konuşmaları olsun bunu ispatlıyor ve bu, sayısız detayı takip eden ve gözlemleyen hiçbir gözün kaçırmayacağı bir husustur.
Dünyada İran rejimini yayılmacı ve yıkıcı politikalarından alıkoyabilecek ABD dışında hiçbir büyük ülke yok. Çin, İran rejimini kendisine güçlü bir şekilde bağlamaya başladı. Rusya'nın Suriye ve başka yerlerde onunla ittifakları var. Avrupa ülkeleri İran'a karşı stratejik olarak önemli bir şey yapmaktan acizler, ABD'nin arkasında duruyorlar, stratejik farkındalıktan çok ekonomik açgözlülük tarafından yönlendiriliyorlar. Bugünkü sorun, ABD'nin İran rejimine birçok taviz vermeye hazır olması.
Müslüman Kardeşlerin ve onunla birlikte Sururiyye vb. siyasi İslam grupların çoğunun toplumları etkilemeye geri dönme ve üzerlerindeki güçlerini geri kazanma çabaları, Taliban’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirmek için geri dönüşü, İran rejiminin Trump yönetimi döneminde durmayan ama yavaşlayan genişlemeci politika ve stratejilerine geri dönüşü ve diğerleri, bölge ve dünyada köktendincilik döneminin geri dönüşüne dair büyük göstergelerdir.
Küresel solun İslamcı köktendincilik ile ilişkisi iyi biliniyor ve Müslüman Kardeşlerden Humeyni devrimine örneklerini hatırlamak kolaydır. Amerikan liberal solu İran ile nükleer anlaşmayı imzalayandır, bugün bu kusurlu ve yıkıcı anlaşmayı yeniden hayata geçirmek için onunla müzakere eden de odur. Viyana müzakerelerinde dönenlerle ilgili tüm açıklamalar, çözülemeyecek temel ihtilaflardan değil, üstesinden gelinebilecek ihtilaflardan bahsediyor. Dünya, özellikle bölge ülkeleri ve halkları bunun etkilerini uzak değil yakın gelecekte görecektir. Aklı başında kişi, kendisinin rakibidir ve burada, gelecekteki etkilerini anlamak, kavramak için daha fazla inceleme ve analiz gerektirmeyen açıklanmış politikalar ve net stratejilerden bahsediliyor.
Yakın gelecekte bölgedeki Arap devletlerine düşman iki proje, yani mezhepçi proje ve köktendinci proje, Suudi Arabistan’ın İslam dünyası liderliği rolünü küçültmek amacıyla Malezya, Pakistan ve bir Arap ülkesinin aralarında olduğu bir dizi İslam ülkesiyle siyasi ittifak kurmaya çalıştı ama başarılı olamadı. Ne var ki bu tür fikirler köktendinci dönemde kendisine yeniden yer bulabilir.
Obamacılığın iki büyük ulus olarak Farslılar ve Araplarla ilgili siyasi görüşü tamamen farklı. Farsları uygar bir millet olarak görürken, Arapları tam tersine (uygar olmayan) bir millet olarak görüyor. Tarih, milletler ve halklar konusundaki idraki ve esasında üzerine inşa edildiği felsefe açısından bu, oldukça dar bir bakış açısı. Ancak önemli olan, onunla tartışıp zayıflığını kanıtlamak, dağılmasını sağlamak değil, gerçeğe ve geleceğe dair pozisyonlarını ve vizyonlarını ona dayandırabilecek herhangi bir karar verici üzerindeki etkisinin farkına varmaktır.
ABD sınıflandırmasına göre Husi milisleri artık terörist değil, Lübnan Hizbullahı, İsrail ile gelecekteki herhangi bir savaş için takipçilerini seferber ediyor, Hamas, İran'dan gelecek tek bir işaretle Gazze Şeridi'ni yakmaya hazır.
Bu nedenle İsrail, İran rejimiyle yüzleşmeye en hazırlıklı ülke gibi görünüyor. İsrail'in nükleer proje, liderleri ve bilim adamlarına karşı İran içinde düzenlediği saldırılar, acı verici siber saldırılar, Suriye’de İran kamplarının ve İran tarafından yönetilen milislerin sürekli bombalanması, tüm bunlar İran tehdidi konusundaki farkındalığın Arap ülkeleriyle sınırlı olmadığının göstergeleri.
İran Şii köktendinciliği, Pakistanlı Mevdudi ve Mısırlı Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub tarafından tesis edilen Sünni köktendincilikten büyük ölçüde etkilendi. İran, el-Kaide ve DEAŞ’ı destekledi ve önümüzdeki süreçte bu ikisi tekrar sahneye dönecekler. Taliban’ın da dönüşüyle ​​birlikte köktendinci canlanma daha geniş ve tehlikeli olacak.
Köktendinci dönemin yeniden canlanmasına, İran’daki gerçek destekçisine göz yumulması, Arap ülkelerine baskı yapılması, suçlarının sonuçlarından sorumlu tutulmaları, Batı’nın Arap ülkelerinin köktendincilikle sert bir şekilde mücadele etmesine karşı çıkışı eşlik edecek.
Arap ülkeleri köktendinci grup ve örgütleri terör örgütü deklare etti ve liderleri ile unsurlarının peşine düştü. Ancak hepsi de kendilerine İran ve başka yerlerde, en önemlisi de Batı ülkelerinde kendilerine bir sığınak ve hami buldular.
Bu gruplar, doğaları gereği faaliyetlerini durdurmazlar, aksine her koşul altında, Arap ülkelerini devirmeyi, içlerinde kaos ve terörü yaymayı amaçlayan siyasi etkiye ulaşmaya çalışırlar.
Son olarak, tarihte meydana gelen büyük olgular ve dönüşümler, dikkatli bir göz, analiz ile izlenip okunmaya gereksinim duyar.
Fakat sahne tamamen karanlık değil ve bir mümin aynı delikten iki kez ısırılmaz.