Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Tunus ne Nasırcı ne de İhvancı değildir: Burgibacıdır!

Burgiba döneminin geç evrelerine dahi şahit olanlar, Tunus’un Müslüman Kardeşler ve başkanı veya lideri (fark etmez) döneminde çektiği tüm zorlukları görüyorlar. Müslüman Kardeşler’in Tunus kolunun başkanı, ülkenin güneyindeki okullardan birinde öğrenciyken Nasırcıydı. Daha sonra Kahire’den Şam’a intikal ettiğinde Cemal Atasi’nin Sosyalist Birlik Partisi’ne katıldı. Üniversiteden mezun olduktan sonra Paris’e gitti. Orada kapıldığı siyasi rüzgarlarla İhvan (Müslüman Kardeşler) yönelimli olup çıktı. Ülkesine döndükten sonra uzun yıllar Tunus’un cezaevlerinden birinde yattı. Bunca yıldan sonra sonunda yolu Hartum’a düştü. Orada bir İhvan lideri olarak yıldızı parladı. Çok geçmeden 2011 yılında Zeynel Abidin rejiminin devrilmesinden, sonunun yakın olduğuna dair gerçek korkuların olduğu demokratik sürecin başlamasından sonra ülkesine geri döndü.
Habib Burgiba, Tunus’un ilk cumhurbaşkanıydı. 1957’de başlayan dönemi, Zeynel Abidin Bin Ali’nin kansız bir darbe ile kendisini devirdiği 1987 yılına kadar devam etti. Zeynel Abidin, 2000’deki ölümüne kadar kendisini Munastır’daki evinde zorunlu ikamete mahkum etti. Burada, Burgiba’nın Amman’dan sonra Eriha ve Kudüs’e uzanan uzun bir gezi kapsamında 1965’te Ürdün’ü ziyaret ettiği ve bazı Ürdünlü grupların kendisini protesto gösterileri ile karşıladığını belirtmek gerekir. Söz konusu gruplar sanki 8 yıl sonra yaptığı bir açıklamada, tarihte Doğu Ürdün diye bir şey olmadığı, İngiltere’nin Filistin’in çöl kısmını üzerinde yaşayan kabilelerle birlikte bölüp Doğu Ürdün adını verdiğini söyleyeceğini hissetmişlerdi. Elbette bu iftiranın kesinlikle doğru bir yanı yok!
İki ülke ilişkilerindeki bu kara bulutun çok geçmeden tamamen geçtiği, merhum Yaser Arafat (Abu Ammar) ve onunla birlikte üst düzey Filistin liderleri tarafından temsil edilen Filistin liderliğinin, Burgiba döneminde Tunus'u karargah olarak seçtiği biliniyor. O dönemde Arapların Kahire’yi boykot etmeleri üzerine Arap Birliği’nin karargahı da Tunus’a taşınmıştı. Böylece 1982'den 1994'e kadar her şey olduğu gibi kaldı. Bu tarihte FKÖ’nün (Filistin Kurtuluş Örgütü) İsrail devleti ile imzaladığı Oslo Anlaşması gereğince Filistin liderliği Gazze ve Batı Şeria’ya geçiş yaptı.
Tunus, Beyrut’tan ihraç edilmesinden sonra Filistin liderliğine kucak açtığında, dediğimiz gibi yönetimde Burgiba vardı ve kendisi daha erken bir dönemde Filistin sorunu için barışçıl çözüm önermişti. Bu önerisi nedeniyle devrimci ve ilerici (!) olarak tanımlanan Arap rejimleri ve milliyetçi partilerin “oklarına” maruz kalmıştı. Ancak Filistin liderliği Beyrut’tan başkent Tunus’a intikal etmeye zorlandığında Burgiba, yukarıda sözünü ettiğimiz Arap gezisinde bahsettiği görüş ve önerilerini gündeme getirmeye dahi çalışmadı. Çünkü Beyrut’tan “tehcir” edilmelerinden sonra Filistinlileri, yıllar önce yaptığı çağrıyı kabul etmeye zorlamak için topraklarında kabul ettiğinin söylenmesinden kaçınmak istiyordu.
Elbette eski Habib Burgiba ve Zeynel Abidin Bin Ali'nin Tunus'u, şimdiki Tunus değil. Burada, ülkede hüküm süren rejimden bahsediyoruz ve kendisi fiilen Tahran'daki ana referans rejimle bağlantılı ve halen de öyle olan "Müslüman Kardeşler" rejimiydi. Bu, bahsi geçen Arap ülkesinin pozisyonlarının ve kararlarının artık geçmişteki Burgiba pozisyonları ve kararları ile aynı olmadığı anlamına geliyor. Ama şimdi İhvancı pozisyonlarla da aynı değil. Buna karşılık tüm güçleri ve diğer partileriyle Tunus halkının geçmişi ve geleceği kesinlikle aynı. Filistinlilerin kendilerine uzun yıllar kucak açan bu ülkeye geri dönmek zorunda kaldıklarını varsayalım; Tunus halkı şüphesiz “eski” olanlarla çatışan yeni siyasi ve örgütsel bağları olanlardan (Gazze’yi kontrol eden Hamas’ı kastediyoruz) bağımsız olarak yine onlara kucak açar.
Bundan önce bu Tunus çok tehlikeli bir dönemeçten geçiyordu. Bir İhvancı grubun önde gelen ve tanınmış bir kadın parlamenter olan Abir Musa'ya yönelik barbarca saldırı olayına yakından bakarsak; Cumhurbaşkanı Kays Said önlem almasaydı bu ülkenin, şu andan tamamen farklı bir yöne gideceğinden bizim gibi diğerleri de emin olacaktır. İşler o şekilde devam etseydi bu güzel ülke kanlı, baskıcı yönetimlerin bir başka versiyonu olacaktı. Suriye ve “yoldaşların” birbirlerini yok edene kadar birbirleriyle savaştığı Güney Yemen gibi. Bu yoldaşlardan geriye sadece iki tane kaldı. Bir tanesini konuksever bir Arap ülkesi karşılamayı kabul etti, ikincisi ise aradan bunca zaman geçmesine rağmen, halen kendisini kabul edecek bir ülke arıyor.
Dört yıl Şam’da eğitim gören, asil ve prestijli bir ailenin evladı olan Dr. Cemal Atasi’nin öğrencisi olması gereken bu eski Nasırcı, söz konusu siyasi gerilemeyi yaşamamalıydı. Şimdi Müslüman Kardeşlerin zamanı değil ve örgüt, Gannuşi’nin kendisini uzaktan öğrencilerinden biri addettiği Cemal Abdunnasır’a en çok düşman olandı. Diğer Nasırcılar gibi Gannuşi de Hasan el-Benna’yı kendisini öldüren kurşunları hak eden bir İngiliz ajanı olarak görüyordu.
Aslında Gannuşi’yi erken bir dönemde tanıyanlardan hiç kimse, Nasırcılıktan sosyalizme, sosyalizmden de İhvancılığa evrileceğine, İngiltere’de geçirdiği birkaç yıldan sonra Nasırcılık ve sosyalizmden vazgeçeceğine asla inanmazdı. Bu yaşa ulaşmış olan Raşid Gannuşi’nin şu an kesinlikle bir durup kendini gözden geçirmesi gerekiyor. Samimi bir dinginlik içinde, karanlık hapishane hücrelerinde birkaç yıl bulunduğu uzun bir geçmişi gözden geçirerek, Nasırcılığa ve milliyetçiliğe bağlılığından sonra bu seçimi yaparak hata ettiğini görmeli. Müslüman Kardeşler en başından beri bir İngiliz hareketi olarak doğdu. Geçmişte tarihin seyrinin aksi yönünde hareket etti ve bugün de bunu sürdürüyor. Bu çağ onun çağı değil. Aynı şekilde, eğilimleri ve pozisyonları mevcut eğilimlerden farklı olan yükselen nesillerin partileri olan bir zamanların milliyetçi partilerinin de çağı değil.
Son olarak; bugün Tunus kesinlikle ne Burgiba’nın Tunusu, ne Marksizm-Leninizmi, ne de elbette “Müslüman Kardeşler” veya Özgür Düstur Partisi’ni kabul edecek bir ülke değil. Bugünün dünyası dünün dünyasından farklı ve bilindiği üzere bunca uzun yıldan sonra yalnızca bu ülkede değil, tüm Arap dünyasında ve genel olarak dünyada her şey değişti. Çin ve artık ne komünist ne de sosyalist olmayan bazı marjinal ülkeler dışında…
Bu evrendeki her şey değişti. Sovyetler Birliği bile tamamen ortadan kalktı ve komünizmi sonsuza dek kayboldu. Bu "büyük yoldaşların" yerini, rejimi küresel kapitalizmin temel bir sembolü haline gelen, Marksizm-Leninizmin onu ​​sonsuza dek terk ettiği ve yok olduğu Vladimir Putin aldı.