Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Dünya gezegeninde yangın

Texas'ın Houston kentinde 10 gün geçirdim ve son 7 yıllık ziyaretlerime kıyasla hava normalden çok daha sıcaktı. Genel olarak, şehirdeki yüksek sıcaklık bir boğulma hissi yaratıyor çünkü bilinmeyen nedenlerle nefes almak ağır bir yağ kokusu solumak gibi. Bunun sonucunda insan, bazı bölgelerde daha önce yaşadığı serin ve soğuk günlere dair sürekli rüyalar görmeye başlıyor. Bu bölgelerin arasında veya başında bugünlerde geleneksel olarak ılımlı bir havanın yanı sıra yeşilliklerin açtığı ilkbaharın habercisi gibi serin bir dokunuş taşıyan bir havası olan ama şimdi yüksek sıcaklıkların kaydedildiği Boston geliyor. 
ABD gezimin bir sonraki durağında da durum farklı değildi, o da çok sıcaktı. Bunun nasıl bir şey olduğunu ancak klimalı bir binadan çıkıp güneş altında kalmış bir araca binenler bilir. İçimdeki iyimser, Houston ve Boston’ın yanı sıra ABD genelinde hava tahminlerinin pek umut verici olmadığını gördü. Sıcaklıkların arttığı tartışmasız, ama asıl panik kaynağı yaşadığımız gezegende nelerin olduğu! Son yıllarda Amerikan politikasını takip edenler, elbette, ölümcül Kovid salgını ve  Afganistan ile Irak'tan çıkışın da konuşulduğunu, ama kamuoyundaki esas tartışma konusunun iklim haline geldiğini göreceklerdir. Bu konunun Amerikan çevrelerinde sıcak bir biçimde tartışıldığını ve her zamanki gibi iki görüş arasında bölünmüş olduğunu gördüm. Bir grup, bilim adamlarının dünya gezegeninde insan yaşamını tehdit eden bir küresel ısınma durumu olduğu konusunda hemfikir olduklarını söylerken, diğer grup, mevcut ısınma durumunun, gezegenimizin tanık olduğu olağan döngülerden sadece biri olduğunu düşünüyor.
Bölünme resmi olarak siyasi arenaya Obama yönetiminin Paris İklim Anlaşması'nı imzalaması ve imzalanması için çağrıda bulunmasıyla girdi. Paris Antlaşması’nı imzalayan dünya ülkeleri, önümüzdeki dönemlerde küresel iklimin soğuması için endüstrilerinin saldığı karbondioksit bileşenleri azaltmayı kabul ettiler. Ne var ki, beklenmedik kararların sahibi Başkan Trump, yönetime geldiğinde antlaşmadan çekilmeye karar verdi. Bu da pratik olarak antlaşmayı etkisiz hale getirdi, çünkü Çin ile birlikte ABD, dünyayı en çok kirleten ülkeler. Ancak mesele o kadar acil hale geldi ki Başkan Biden’ın yönetime gelir gelmez aldığı ilk kararlardan biri, iklim anlaşmasına geri dönmek oldu.
Meselenin aslı şu; dünyanın temel ısı kaynağı güneş yıldızıdır, ancak dünya üzerinde yaşayan insanlık bir dizi sanayi devrimleri gerçekleştirdi ve bunlar da güneşe ek olarak bir ısı yaymaya başladılar. O zamandan bu yana dünyanın sıcaklık bağışıklığı kademeli olarak zayıflamaya başladı, çünkü bilindiği üzere sıcak hava her zaman yukarı çıktığından, orada birikip çoğaldığında gezegenimizin koruyucu kuşağını delip bağışıklığını kaybetmesine yol açtı. Dünyanın başına gelen hasardan yaygın olarak insanlık sorumlu tutulurken, ana ısı kaynağı güneş her zaman masum görüldü. Gelgelelim 22 Mayıs’ta Bloomberg’de Brian Sullivan imzasıyla yayımlanan “Güneş Fırtınaları Geri Döndü” başlıklı makalede şöyle deniyor; “Birkaç gün önce güneşin yüzeyindeki lekelerde meydana gelen patlamalar sonucu milyonlarca ton süper sıcak madde uzaya saçıldı ve bunların 90 milyonu dünyaya yöneliyor.” Yazar ardından şunu ekliyor, “ Geçen yıl güneş 11 yıl sürecek yeni döngüsüne başladı. 2025 yılında zirveye ulaşmasıyla, insanlar için kaosa neden olacak güçlü bir uzaylı hava hayaleti büyüyor. Bu da, 17 yıl önce meydana gelen son büyük fırtınadan bu yana teknolojiye daha bağımlı hale gelen bir dünya için kaos tehdidi taşıyorç” Güneş ısısından kaynaklanan ek tehlike, fırtınaların manyetik doğasının, uyduların, telsiz ve diğer iletişim araçlarının bağlantılarını karıştırması ve çalışmalarını bozmasıdır.
Bu makalenin yazarı şüphesiz bir doğa bilimcisi değil, dolayısıyla bu konuda bir görüş bildiremez. Ama uluslararası şehirde böyle şeyleri anlayan binlerce kişi var. Dolayısıyla bizim için önemli olan, sıcaklık artışlarının sorumlusunun sadece dünya olmadığıdır. Aksine seller, ardından köy ve şehirlerdeki yıkımlar, iletişim ağlarındaki çöküşler gibi sonuçları güneşle de bağlantılı. Nükleer teknoloji ve iklim bilimlerinde uzman bir grup bilim insanı 1974’te bir Kıyamet Günü Saati tasarladılar. Kıyamet anı geldiğinde dünya yıkılıp, insanın ürettiği teknolojiler nedeniyle yerküre ve insanlık yok olacak. Bilim adamları Kıyamet Saati gece yarısı 12’yi vurduğunda kıyametin gerçekleşip bildiğimiz dünyanın yok olacağını tasavvur ediyorlar. Bu sanal saati yılda 2 kez toplanan bir komisyon yönetiyor. Komisyon, dünyanın durumundaki gelişmelerin incelenmesinden ve Kıyamet Saati fikrini destekleyenlerle birlikte istişarelerden çıkan sonuca göre saati ayarlıyor. Bu fikri destekleyenler arasında 15 Nobel Ödülü almış isim de bulunuyor. Kıyamet Saati’nin kaydettiği en kötü an belki de  ABD ve Sovyetler Birliği’nin nükleer silah denemeleri yaptığı 1953 yılıdır. O yıl saat, 12’ye 2 dakika kala şeklinde ayarlanmıştı. Dünya için belki de en güvenli saat ise iki ülke 1991 yılında  Stratejik Nükleer Silahların İndirimi Anlaşması’nı imzaladıklarında kaydedildi. 1991’de Kıyamet Saati gece yarısından önce 17 dakikaya kadar geriledi. Her ne kadar bu süre insan hayatında uzun bir süre olmasa da.
Doğrusu şimdi bu saatin ne durumda olduğunu bilmiyorum. Ama ilk olarak şundan eminiz ki, kıyamet günü gelecek, buna şüphe yok. İkincisi, kıyamet gününün ne zaman kopacağını Allah bilir, insanın bunda bir payı yoktur. Tek yapmamız gereken, pek de sevindirici olmadığını gördüğümüz olguları takip etmek. Bu durum, insanlık için ortak bir meydan okumayla karşı karşıya olan küreselleşmede belki de yeni bir fasıl açma çağrısıdır. Örneğin Suudi Arabistan, bir enerji kaynağı olan ama aynı zamanda karbondioksitten arındırılmış ya da karbonsuzlaştırılmış (Decarboniztion) petrol üreterek, dünyada yaşananların çoğundan fosil enerjinin sorumlu olduğu yaygın görüşü ile yüzleşmeye dayanan ortak bir küresel bilimsel çaba gösteriyor. Küresel arenada petrol ve neden olduğu karbondioksitin oranı yüksek, ancak büyük ölçekli yangınlara yol açan birçok insan uygulamasının yanı sıra, otomobillerden klimalara insanın mesafeyi, zamanı ve hava durumunu kontrol etmek için kullandığı cihazların da bu yükselişte payı var. Geçen yıl Suudi Arabistan G20 başkanlığını üstlendiğinde bu tür konuların çoğu tartışma konusu oldu. Kovid-19 salgını küreselleşmeyi çok çeşitli konularda teste tabi tuttu. Öyle ki gezegenin sorunlarına, küreselleşmeye ve birçok şeye ışık tutmanın lokomotifi oldu.
Şaşırtıcı olan, onca acıya ve gürültüye rağmen, çok az kişinin nereden başlanması gerektiğini araştırmasıdır. ABD’nin de geri dönmesiyle Paris Antlaşması, insan ırkının hayatta kalmasıyla ilgili büyük zorluklarla başa çıkabilir mi? Arap ve Ortadoğu bölgesi düzeyinde ise, ısı artışı, susuzluk ve su kıtlığı bölgesel düşünceleri katalize ediyor, zira tanık olunan felaketler çok fazla ve uyarıcı!