Mina Ureybi
2009- 2011 yıllarında Şarku'l Avsat'ın Washington temsilciliğini yaptı.
TT

Kabil'in çöktüğü gün ve Washington’a güvenmek

15 Ağustos 2021, Taliban'ın Afganistan'da fazla savaşmadan iktidara geldiği tarih olarak hatırlanacak. Bu tarih, Kabil'de devletin çöktüğü, ABD'ye ve müttefiklerine olan bağlılığına güvenen herkesin kaybettiği gün olarak kaydedilecek. Tarihin bir günde kesinleşmediğine, Afganistan'daki durumun gelişeceğine ve yeni devletin özelliklerinin önümüzdeki aylarda belirginleşeceğine şüphe yok. Ama ulusların gidişatını belirleyen çok önemli saatler vardır ve bu saat de ABD'nin gidişatını ve dünyanın ona bakışını belirliyor.
ABD Başkanı Joe Biden, Afganistan'daki hızlı gelişmelerle ilgili 2 günlük sessizliğini bozduğunda, kısa bir konuşma yaptı ve 3 temel mesaj gönderdi; birincisi, bu kararın uygulanma şekli ve neden olduğu kaos da dahil olmak üzere geri çekilme kararından memnun olduğu. İkincisi, ABD'nin genellikle bahsettiği insan hakları ve demokrasi ilkeleri bir yana, Amerikan çıkarlarına yönelik doğrudan terörist saldırıların önlenmesini ülkesinin öncelikli hedefi olarak gördüğü. Üçüncüsü, ABD’nin siyasi sistemler inşa etmeyi umursamadığı.
Buna karşılık, Taliban’ın Kabil’e girmesinden sonraki ilk açıklamasında Taliban Sözcüsü Zabihullah Mücahit; "Büyük bir gücü yendik" dedi. Bu 4 kelime, Biden'ın açıklamalarına ve yıllardır gerileyen ABD pozisyonuna yanıt veriyor. El-Kaide lideri Usame bin Ladin, 11 Eylül 2001'de ABD'ye saldırdığında, ABD'nin gücünü kırmak istemişti ve Ağustos 2021'e gelindiğinde gücü gerçekten de kırıldı.
ABD'nin hala büyük bir güç olduğuna ve dünyanın en ön saflarında yer almasını temin eden askeri ve ekonomik kapasiteye sahip olduğuna hiç şüphe yok. Ancak Sovyetler Birliği'nin yenilgisinden bu yana, ABD kendisini "vazgeçilmez bir ülke", dünya için vizyonu olan bir ülke olarak görmeye başladı. ABD'nin itibarı son yıllarda birkaç darbe aldı. Irak'taki Ebu Gureyb Cezaevi skandalı ve ABD Başkanı Barack Obama'nın Suriye'deki savaşı durdurmak için harekete geçmemesi gibi. Ama bu hafta durum farklıydı. ABD'nin 20 yıl boyunca terörizm ve aşırılıkçılık karşısında insan hakları bayrağının taşıyıcısı olduğu konusundaki ısrarından sonra karşı karşıya kaldıkları belirsiz bir gelecekten kaçmak isteyen masum siviller, Kabil Havalimanı’ndan havalanan Amerikan askeri uçaklarının etrafını çevirmişti. Washington kaotik geri çekilişiyle bu bayrağı yere düşürdü.
Bugünlerde Afganların en fazla tekrar ettikleri kelime ihanet. ABD'nin geri çekilmesi bekleniyordu, ancak geri çekilme yöntemi, Afganları ve dünyanın geri kalanını en az Afgan siyasi sisteminin hızlı çöküşü kadar şaşırttı. Geçtiğimiz aylar boyunca Afganistan'da sadece 3,500 Amerikan askeri vardı, bu da Afgan topraklarını kontrol etme sorumluluğunun çoğunun Afgan kuvvetleri ve polisinin omuzlarında olduğu anlamına geliyor. Ancak Amerikan askerlerinin varlığı, ABD’nin taahhütlerine bağlılığının kanıtıydı. Bu askeri varlık ayrıca Afgan güçlerine lojistik ve istihbarat desteği, hava koruması sağlıyordu. Bir gecede tüm bu destek çekildi ve bu desteğe dayanacak şekilde eğitilen Afgan güçleri yalnız bırakıldı.
Modern imparatorluk, geniş askeri üslere değil, ittifaklara, bir süper gücün itibarına ve müttefiklerine olan bağlılığına dayanır. Eski ABD Başkanı Barack Obama'nın 2009'da başkanlığı devralmasından bugüne, Amerikan imparatorluğu, bir gerilemeye tanık oluyor ve 15 Ağustos 2021’de bu gerileme doruk noktasına ulaştı.
Kabil'deki sivil otoritenin hızlı çöküşü, ABD'ye, hatta herhangi bir dış güce güvenebilme imkanına dair kalan tasavvurların da çöküşünü temsil ediyor. Hasar ABD'den daha büyük. NATO güçleri ve Batı büyükelçilikleri Kabil'den çekilirken, Çin ve Rusya kaldı.
ABD’nin "müttefikleri" Afganistan'daki gelişmeleri yakından takip ediyor ve olanlardan dersler çıkarıyor. Politikacılar çekilme kararı aldığında, askeri liderlerin tüm taahhütleri geçersiz hale gelir. Bu, Irak ve ABD'nin askeri ve siyasi desteğine bağımlı olan diğer Arap ülkeleri için de geçerli. Bu nedenle Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi'nin Pazartesi günü yaklaşık 4 yıl önce DEAŞ'tan kurtarılan Musul'u ziyaret etmesi dikkat çekiciydi. Kazimi ziyareti ile Bağdat'taki liderlerin kendisini ihmal etmeleri üzerine Irak devletinin otoritesinin çöktüğü bu şehre ve dışarıya bir güven mesajı göndermek istedi.
Vietnam Savaşı'na tanık olan ve bu nedenle olup bitenlere şaşırmayan bir nesle karşılık, dünyayı kavradığı ve tanıdığı andan itibaren en büyük ve önemli gücünün ABD olduğunu gören bir nesil de var. Hatalarına rağmen ABD, diğerlerinden daha fazla olumlu bir değişim umudunu temsil ediyordu. Bugün bu nesil, Washington'un gücü olsa bile olumlu bir değişime öncülük etmek istemediğini fark etti. Geçen 20 yıldan sonra, belki de dünyadaki istikrarı destekleyen “ABD rüyası” sayfasını çevirmenin zamanı geldi.
Asıl şaşırtıcı olan, ABD Başkanı’nın bu yılın sonunda bir demokrasi zirvesine ev sahipliği yapmayı planlaması. Bu zirve gerçekleşene kadar Afganistan'da demokrasinin son tezahürleri de  kaybolmuş olacak. Dolayısıyla Biden’ın düzenleyeceği zirvenin adının silinmesi ve selefi Donald Trump'ın daha dürüst ve bugün yaşananlara daha uygun olan “Önce ABD” sloganına dönmesi belki de daha uygun olurdu.
Tabii ki, bu durum ABD ile sınırlı değil. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, güçlü açıklamalarına ve Lübnanlılarla tekrarlanan görüşmelerine, Lübnan'ın çöküşünü önleyecek bir çözüme ulaşma sözü vermesine rağmen, herhangi bir değişiklik gerçekleştirmekte başarılı olamadı. Tabii ki, ne Fransa Cumhurbaşkanı ne de ABD Başkanı, kararlı yerel politikacılar olmadan hiçbir ülkede bir şey başaramazlar.  Bu durumda, bu yabancı liderler daha sonra tutamayacakları sözler vermekten kaçınmalılar.
Teröre karşı savaştan 20 yıl, kapitalizmin komünizmi yenmesinden 30 yıl sonra, tüm dünya yeni bir dönemeçten geçiyor. Afganistan'da tanık olduğumuz gelişmeler, bölgesel çevresini ve Arap dünyasını yıllarca etkileyecek. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Salı günü Afganistan'da olanlardan "ders almamız gerekir" dedi. Afganistan’da olanlardan bugün sadece NATO’nun değil, herkesin ders alması gerekiyor.