Hazım Sağıye
TT

ABD’nin ve Afganistan’ın başarısızlığı ve bizim başarısızlığımız!

Eğer direnişçi olsaydım ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, beni iki sorunla karşı karşıya getirirdi:
İlki şaşkınlık şeklindedir: 1970’lerin ortalarında Vietnam yenilgisini tekrarlayan bir Amerikan hezimetinden bahsetmek benim için cezbedici olacaktı. Şu göğüs kabartan ifadeleri söylemek bana cazip gelecekti: “ABD, hezimeti tadarak çıktı.” Ya da “İmparatorluğun başı çamura belendi.”
Aynı şekilde ABD’nin bu yenilgiyi İran, Çin ve Rusya’ya zarar vermek için tezgahladığını belirtmek benim için cezbedici olacaktı. Buradaki “cezbedici” sözcüğü, kötülüklerin ve fenalıkların yapıcısı olarak ABD’nin “şeytani” yönünü ifade etmektedir.
Klasik direnişçi şaşırmaz. O, iki çelişkili analizle sorunu çözer: ABD, zayıf olduğu için yenildi ya da kötü olduğu için kendi kendini yenilgiye uğrattı.
İkinci sorun ise ABD’yi yenenin, bir “Ulusal Kurtuluş Hareketi” olduğu varsayılıyor. Bir solcunun, bir Marksistin ya da kendisini laik olarak tanımlayan bir milliyetçinin Taliban’ı bu sıfatlarla nitelendirmesi zordur. Öyleyse çözüm nedir? ABD’yi yenilgiye uğratan tarafı gizlerken ABD’nin uğradığı yenilgiyi övüp bunu gizemli halklara nispet etmeliyiz. Şii değil de sadece radikal-Sünni İslam, şu ifadeyi dile getirmeli: “ABD’nin Taliban tarafından yenilgisi kutlu olsun.”
Her neyse konumuz bu değil. Tüm belirsizlikleri ve karışıklıklarıyla ve tüm çelişkili açıklamaları ve olasılıklarıyla ABD’nin başarısızlığı uzun süre siyasetin konusu olacak ve hakkında stratejik analizler yapılacak. Tabi bu durum, hem ABD’de hem de uluslararası çevrelerde Afganistan’daki gelişmelerin önemini kesinlikle azaltmıyor. Ancak bize şu başlığı sunuyor: “Taliban Afganistan’ı.”
Bugün Taliban’ın “değerlendirmeleri” ve “dönüşümleri” hakkında söylenenlere ve Taliban liderlerinin “kendi değişimleri” hakkında söyledikleri şeylere rağmen geçmiş sicil, Taliban kontrolündeki Afganistan’ın geleceğine güven vermiyor. Şu altı şeyden emin olmadan önce çok şey yapılması gerekiyor:
- Bu ülke, etnik gruplar arasında ya da grupların kendi içinde kanlı bir iç kaosa sürüklenmeyecek. Pençşir Vadisi’nden nakledilenler bu tahmini güçlendiriyor.
- Afganistan’ın komşularıyla ilişkileri, çok gergin olmayacak ve iç çekişmeleri artıran savaşlardan uzak olacak.
- Afganistan’daki kadın ve kızların durumları kötüleşmeyecek ve ceza türleri yeniden uygulanmayacak.
- Eğer iç savaştan uzak durup rejim kurulursa bu rejim, 2001 yılına kadar olduğu gibi tüm Afganlar için büyük bir hapishaneye dönüşmeyecek.
- Bugün toplam nüfusun altıda birini oluşturan göçmen ve mültecilerin sayısı artmayacak. Yine göçmen ve mülteciler, yurtiçinde ve yurtdışında şiddet ve savaş sebebi olmayacak. Bugün göç etmeye ya da kaçmaya çalışan binlerce insan, bu durumun bir göstergesidir. 
- İslam’ın dünyadaki imajı ve Batı’daki Müslümanların durumu, Taliban nedeniyle daha da kötüleşmeyecek. “İslam hariç” ve “Araplar hariç” teorilerinin yanı sıra “Medeniyetler Çatışması” naraları atılmayacak.
Afganistan’dan el-Kaide gibi öncü bir grup çıkıp New York ve Washington’a saldırmadan önce yukarıdaki hususlar gerçekleşebilirdi. Rejimi ayakta tutmak ve rejimin yeniden yıkılmamasına çalışmak için bu olaylar, 2001 yılında olduğu gibi tekrar yaşanmayabilir. Fakat bu olaylar, Taliban’ın ideolojik doğasından ya da İslami gruplar arasındaki rekabetten dolayı yeniden meydana gelebilir.
Bunu bir kenara bırakıp fark edilmesi zor olana odaklanalım. Büyük bir ihtimalle istikrarlı bir yönetim için gerekli olan güvencelere rağmen Taliban’ın son zaferine yol açan ve Araplar olarak bizi doğrudan ilgilendiren bazı meseleler ortaya çıkıyor:
Birincisi; Taliban’ın Kabil’e geri dönüşü, başka bir bildiriye kadar Afganistan’daki umudun zayıf bir umut olduğunu gösteriyor. Öte yandan Arapların Taliban’ın geri dönüşünü kutlaması ise toplumlarımızdaki Afgan odaklarının zayıf olmadığına işaret ediyor. Bunu zulme, yoksulluğa ve hayal kırıklığına bağlıyoruz… Bu doğru. Ancak felaket sonuç aynı.
İkincisi; Taliban’ın geri dönüşü, olası büyük bir tıkanıklığa işaret ediyor: Değişim, ne “ulus inşa etme” ve “demokrasiler kurma” projeleriyle dışarıdan ne de şu durumda içeriden mümkündür. Özgürlük uğruna çıkan devrimler başarısız oldu. Sadece Taliban kazandı!
Üçüncüsü; Taliban, Batı sömürgeciliğine ya da Batı emperyalizmine karşı değildir. Aksine Taliban, Batı’ya, kadın özgürlüğüne, eğitime ve aydınlanmaya karşıdır… Bunlara karşı düşmanlık siyasi değil, tam tersine hayati ve insanidir. Bunun için Amerika ve onun politikasıyla ilgili düşünce, detaydan başka bir şey değildir.
Dördüncüsü; DEAŞ ve benzerleri henüz yenilmemişken Taliban Kabil’e geri döndü. Esed rejimi gibi rejimlerin, Irak’ta Şii milislerin hakimiyetinin ve Lübnan’da Avn ve Hizbullah’ın zorbalığının olduğu bir ortamda Taliban, Sünnilerin derin bir hayal kırıklığı yaşamasına yol açabilir. 1979 yılındaki Humeyni devrimine ya da 1990 yılında Saddam Hüseyin’in Kuveyt işgaline yönelik halkın göstermiş olduğu etkileşimi hatırlayalım…
Tüm bunlar, Afganistan’ın başarısızlığının ve büyük ölçüde de bizim başarısızlığımızın ne kadar sağlam ve derin bir varoluşsal sorun olduğunu gösteriyor. Bunun için direnişçiler, sadece Amerika’nın başarısızlığıyla ilgilendiklerinde minimum düzeyde tüm bölgemizi özellikle de 38 milyon Afgan’ı aşağılamış oluyorlar. Kendini aşağılamak ise zaten tartışmaya kapalı bir konudur.