Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Taliban, Afganistan ve iyi ile kötünün ötesinde

Rusya Devlet Başkanı’nın Afganlara ithal değerlerini dayatmak istediklerini söyleyerek Batılıları eleştirdiği zamanki kadar, aklen ve kalben – Kur’an’ı Kerim’de kalp aynı zamanda bir aklıdır - kara mizahın dehşetini hissetmedim. Evet, yanlış duymadınız; ithal değerler!  Prensipte 2036'ya kadar Rusya'da iktidarda kalacak olan Başkan (Kral değil) Putin'e, Suriye'de askerleri tarafından kullanılan ve kendi deyimiyle  200’den fazla yeni türe ulaşan Rus silahlarının büyüklüğü hakkında yıllar boyunca tekrarlanan açıklamalarını sorabilmeyi çok isterdim. Batılılar; kadın, çocuk ve insan hakları gibi evrensel olan insani değer ve erdemler için duydukları korkuyu (ikiyüzlülükle) dillendirirken burada mesele “değerlerin asilliği” midir? Başkan Putin örneğin onlara şöyle diyebilirdi: Siz ikiyüzlüsünüz ve eğer gerçekten insani değerlere düşkün olsaydınız Afganistan ve Irak'ı işgal etmezdiniz. Hepimizin inandığı değerleri korumayı düşünmek için bolca zamanınızın olduğu 20 yıldan sonra bu şekilde geri çekilmezdiniz.
Durum Ebu Ala el Maari’nin de dediği gibi; bunlar üstü kapalı sözler. Anlamı da aklımızın olmadığıdır. Putin’in sözlerindeki üstü kapalı anlama göre bu Müslümanlar Batılıların bahsettiği, insanın insanlığını, haysiyetini ve özgürlüklerini ilgilendiren bu yüce değerlere inanmazlar. Başkan Putin ve esasında Fransızlar, İngilizler, Almanlar ve Amerikalılar, işgal eden ve sömürgeleştiren, medeniyeti yayan ve ilkellerin direnişi karşısında geri çekilen oryantalist kıyafetini giyindiler. Bu geri çekilişten sonra da işler, 1979’taki Rus işgalinden bu yana barış yüzü görmeyen ülkede olduğu gibi eskiye döner.
Bu bizi ilgilendirmez! Batı'nın (Rusya dahil) sorunları, Arap ve Müslüman olarak biz ilgililerin ya da ilgili olması gerekenlerin sorunlarından farklı. Şimdi yaşanan trajedide Batılıların tek ilgilendikleri, daha önce akın eden ve şimdi de yüz binler, hatta milyonlar halinde akın edecek mülteciler konusu. İşgalci medeniyetin mensupları belki sadece yarım milyon mülteciye kucak açabilirler. Çoğunluğa gelince; Pakistan, İran ve belki de Türkiye bu yüke katlansın...
İran'daki hümanist kardeşler ise daha önce Arap kardeşlerin ülkelerini işgal etmek için Afganistan ve Suriye'den gelen mülteci gençleri paralı asker olarak kullanmışlardı. DEAŞ ve el-Kaide teröristleri de belki medeni Avrupa’ya ulaşamadıkları için radikallere, fanatiklere ve katillere dönüşen bu gençlerden binlercesini saflarına katmışlardı. Bu, katilin kurban, kurbanın da katil olduğu, bu arada da zavallı kadınların aynı kaderi paylaşan yeni nesiller doğurduğu devasa ve iç içe geçmiş trajik bir sahnedir.
Sorun iki seçenekli. Birinci seçenek, insani ve deyim yerindeyse felsefi. İkincisi, sebepsiz ve nedensiz yere sonuçlara boğulsa bile gerçekçi ve pratik. İlk seçenekte, bir yanda erdemler ve değerler, diğer yanda gerçek ve liyakat arasındaki o eski karşıtlık yatıyor. Platon'un dört erdemi veya daha fazlası, insanın insanlığına, insanlığın varoluş ve kader birliğine göre tüm insanlar için (doğal) haklar mıdır? Bu eşitlikçi bakış, nihayetinde ancak Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde resmi olarak kabul gördü. Ama elbette uygulanamadı. Aksi takdirde, tüm biçimleriyle zayıflara karşı bu kitlesel savaşlar devam etmez ve Rusya Devlet Başkanı (ve onunla birlikte eski ABD Başkanı Donald Trump) silahlarının büyüklükleri ve öldürücü güçleriyle gurur duymazlardı. Öz aynı ama argümanlar farklı. Amerikalı savunma etiği, ülkesinin güvenliğine ve demokratik değerlere düşkünlük kisvesine bürünürken diğeri (Rusya) küresel pazarlarda silah gücünü sergilemek istiyor. Bir kez daha; bu bizi ilgilendirmez. Onların sorunları bizlerinkinden farklı. Çünkü dünya tüm örgütler, kurumlar ve deklarasyonlara rağmen bir olmayacak. Tüm barış ve adalet savunucuları, güçlüleri ve zenginleri savaşları durdurmanın, çevrenin iyiliğine, insan yaşamına ve onuruna önem vermenin gerekliliğine ikna etmek için insanlığın kader birliğinden söz ederler. Ama güçlüler bunu umursamıyor, rekabetlerine ve savaşlarına devam ediyorlar. Ruslar, Sovyet rejimi sırasında ve sonrasında stratejik nedenlerle Afganistan, Gürcistan, Ukrayna ve Suriye'ye askeri müdahalede bulundular. Amerikalılar da önce dolaylı ardından doğrudan Afganistan'a, daha sonra Irak'a aynı nedenlerle müdahale ettiler. Büyük güçlerin 20 yıldan daha kısa bir süre içindeki onlarca müdahalesi de cabası...
Bu nedenle her ne kadar kendisinden bahsetmek evrensel hale gelse de küresel alanda hak ve hak iddiasında bulunma konusunda eşitliğin bir etkisi yok. Uluslararası ilişkiler güç üzerine kurulmuştur ve halen de öyledir!
Afganistan'a geri dönelim... Pakistan, Soğuk Savaş'ın sonunda Ruslarla mücadele etmek için Amerikalıların ülkeye girmesine yardım etti. Daha sonra yeni endişeler ve çıkarlar, onu, komşu ülkede her zaman kalmayı hedeflemesine yol açtı. Taliban bunun ürünüydü. Batılılar Pakistan'a - daha önce Türkiye'ye teklif ettikleri gibi - yeni mülteci dalgasını kabul etmesi için maddi yardım öneriyorlar. Ancak Pakistan'ın taşımaya alıştığı mülteci yükü, diğer tehlike karşısında hafif kalıyor. Pakistan'da pek çok tutucu var ve yine ülkedeki Peştunların sayısı da çok fazla. Hal böyleyken; neden Afganistan’dan sonra Pakistan’da bir (dini) devlete sahip olmayı hedeflemesinler? Peki, tüm bunlarda biz Arapları ilgilendiren nedir? Televizyon kanallarında Batılı yetkililerin Kabil Havalimanı'ndan Batılı vatandaşları ve işbirlikçilerini tahliye etmedeki yardımlarından dolayı teşekkür etmek için BAE, Katar ve Türkiye'yi ziyaret ettiklerini izledik. Bu, söz konusu ülkelerin sadece Batılılar değil, Afganistan’ın yeni efendileri ile de ilişkileri olduğu anlamına geliyor. Bu da biz Arapların iki konuda rol alacağımıza dair umut veriyor. Birincisi, muazzam bir ihtiyacın görüldüğü insani yardım konusu. Arapların bu alanda benzer krizlerde ortaya çıkan büyük bir yetenekleri var. Başkan Putin'in Batılıların ithal değerleriyle ilgili korkuları neyseki bizim için geçerli değil çünkü dinimiz aynı, dolayısıyla muhafazakar Afganlarda hassasiyetlere meydan vermeyiz. Ayrıca gelişmiş ülkelerimiz, Amerikalıların son yıllarda her zaman başarısız olduğu “devlet inşası” süreçlerine katkıda bulunabilirler. Afganların, Pakistan ve bir dereceye kadar Türkiye’ye karşı ilişkilerinde olduğu gibi bize karşı çelişkili duyguları yok. Zira biz güç kazanmak veya nüfuzumuzu genişletmek için yardım etmiyoruz.
Amerikalıların şubat ayında geri çekilmek ve ülkeyi teslim etmek için Taliban ile anlaşmalarından bu yana kurtulamadığım bir endişe var. Afganların önemli bir bölümünün Taliban'ın yönetimi ele geçirmesine gerçekten sevindiğini düşünmüyorum. Buna karşılık Arap ve İslam dünyasında sahva ve aşırılık yanlılarının birçoğu Taliban’ın yönetimi ele geçirmesi karşısında temsili bir sevinç gösterdi ve propaganda yürüttü. Taliban yönetimi İran'daki yönetime benziyor gibi. Taliban, barışçıl ve herkese açık beyanlarının ve sloganlarının pratik sonuçları olduğunu kanıtlayana kadar böyle görünüyor.
Demek istediğim, Afganistan'daki durumla ilgili gelişmeleri dikkatlice düşünmeli ve din ile ulus devlet ilişkilerini, dini ve politikalarını dışlayarak veya görmezden gelerek değil, karşılıklı kucaklama yoluyla yönetme yöntemlerini yeniden gözden geçirmeliyiz. Taliban’ın sloganlarının el-Kaide ve DEAŞ’ın sloganlarıyla herhangi bir açık ilişkisi yok. Ancak liderleri din adamları veya mollalardan oluşuyor  ve imkan ile kapasite mevcutsa kontrolsüz şiddete geri dönmenin yanı sıra ayartılma da mümkün.