Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

İran, Taliban dersini mi yoksa Türk dersini mi takip eder?

Gerçek ne bu ne de diğeri...
İlk ders, iletişim ve müzakere kanallarının açılması ve daha sonra ABD ile anlaşmanın bağlantılı pozisyonlarında sertliğin ve kararlılığın yumuşama yolunu açacağını öğretiyor. İran'daki devrimci rejimde olduğu gibi zaten yönetimdeyseniz ve Afganistan'da olduğu gibi başkalarının yönetimi size teslim etmesini beklemiyorsanız iş daha da kolaylaşır.
İkinci ders ideolojiyi azaltmanın, ortak çıkarlar, ekonomik kalkınma ve yatırımlar diline dönüşün, komşu ülkelerle normalleşmenin kapılarını açtığını, ekonomiyi iyileştirmenin yollarını sağladığını, hâkimiyetin tanınması değil de yönetimde devamlılık fırsatlarının artmasına ve güçlenmesine ufuk açtığını öğretiyor.
İran'ın nasıl bir yol izleyeceği henüz bilinmiyor. Ancak daha önceki deneyimler doğrultusunda ilk seçeneğe meyilliyim. İlk seçenek de Washington'ın pozisyonunu değiştirmesi ve İran’ın siyasi sisteminin kimliğinin özüne dokunmayan tavizler vermekle yetinmesi ümidiyle sert olmak ve sabretmektir. Bu anlamda söz konusu seçenek, iki taraf arasındaki "stratejik sabır" ile birbirini takip edecek turlar demek.
Ancak bir yanda Taliban ve Türk devleti ile diğer yanda İran arasında önemli farklılıklar var.
Taliban, herhangi bir sınır ötesi hayali olmayan, Peştun kabile tabanına sahip bir Afgan ulusal hareketi olarak kökenlerine geri dönüyor gibi görünüyor. Küresel cihatçı proje tarafından kullanıldığının, 11 Eylül suçundan sonra bu nedenle iktidarı kaybettiğinin, bugün bu küresel cihattan yardım almadan ve ona minnet duymadan yeniden iktidara geldiğinin farkında. Taliban'ın "yerelliği", siyasi ve sosyal projesinin gerici derinliğini ortadan kaldırmıyor ve küresel olarak siyasi İslam gruplarına sağlayacağı ilhamın tehlikesini hafifletmiyor. Ancak Taliban, bir sonraki duyuruya kadar dış projesi olmayan bir iç hareket olarak kalmaya devam ediyor.
Türkiye ise bölgede köklü bir ülke; NATO üyesi ve ABD'nin İncirlik askeri Üssü’ne ev sahipliği yapıyor. Karşı karşıya olduğu ciddi ekonomik ve parasal bocalamaya rağmen gelecek vaat eden büyük bir ekonomiye sahip.
En önemlisi Türkiye devlet olarak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti'nin politikalarında yaşanan dönüşümden bu yana birçok ideolojik özellik kazanmış olsa da ideolojik bir sistem değil. Nitekim son aylarda Türk siyaset metnini takip edenler, Türk siyaset kurumunda neo-Osmanlı söylemine hakim olan ideolojik ve romantik dilin temelini ortak çıkarlar, yatırımlar ve ekonominin oluşturduğu mevcut dilin lehine olacak biçimde seyreldiğini fark edeceklerdir. Eski parlaklığının zirvesinde, seçkin bir ekonomik başarı deneyimi yapan ilk Erdoğan kurallarına bir dönüşe tanık oluyoruz gibiyiz. Eski hükümet ortağı Davutoğlu, bu kurallar için "sıfır sorun stratejisi" olarak adlandırdığı teorik bir çerçeve geliştirmişti.
Türk ekonomisi turizmle birlikte, ihracat ürünleri tarafından yönetiliyor ve bu da dışarıyla olan bağlantıların herhangi bir sıkıntıdan tamamen arınmış olmasını gerektiriyor. Olan şu ki, Türkiye'nin komşu ülkelerle ilişkileri zehirlendi ve bu çevre o kadar fena çöktü ki başta Suriye, Lübnan ve Irak  olmak üzere bu ülkeler Türk malları için bir pazar olmaktan çıktı.
Türkiye ideolojik bir ülke olmadığı için özellikle Müslüman Kardeşler'in Mısır, Sudan, Tunus ve Libya'daki ardı ardına yenilgilerinden sonra kendisini etkileyen “ideolojik dönüşümden” kurtuluş yolculuğuna başlaması nispeten kolay oldu. Siyasi pozisyonlarını yumuşatarak ve Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile anlayış alanlarını genişleterek acil ekonomik ihtiyaçlarına cevap vermekte zorlanmadı.
Diğer yandan İran, derininde ideolojik bir rejimdir. Şu an birçok müzakere yürütüyor ve "olumlu" mesajlar gönderiyor. Ancak rejimin özelliği nedeniyle ideolojisine sıkı sıkıya bağlı...
İran'ın geleneksel uluslararası ilişkilerin kurallarına göre kendisine çekidüzen verme olasılığı konusunda iyimser olanlar, genellikle ülkenin merhum Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani deneyimini örnek veriyorlar. Rafsancani dönemi, Humeyni’nin BM’nin savaşı bitirme kararını kabul etmesini “zehir yudumlamak” olarak özetlediği İran-Irak Savaşı’nın İran’ın yenilgisiyle sona ermesinden sonra gelmişti. İyimserler bu deneyime dayanarak rejimin ideolojik doğasını görmezden gelmeye teşvik ediyorlar.
Rafsancani dönemi, bölge ülkeleriyle bir uzlaşı aşaması, savaş sonrası yeniden imar ve parçalanmış ekonomiyi yeniden inşa etmeye odaklanan bir iç gündem ile öne çıktı. Ancak Riyad ve Tahran arasında gelecek vaat eden bir müzakere aşamasının zirveye ulaştığı bu dönemde aynı zamanda Suudi Arabistan'daki el-Huber saldırıları da yaşandı. Keza İran'ın en parlak yüzü olan, halefi Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi'nin dönemi de Beyrut'ta eski Başbakan Refik Hariri'nin öldürülmesine tanık olunan dönemdi. İran'ın sözlerini ve eylemlerini yargılarken her zaman bir kriter olarak rejimin devrimci DNA'sına geri dönmemin nedeni budur.
Dahası bugün İran, ne birçok savaş alanındaki genişlemesinin boyutu ne de komutası altında olan milislerin büyüklüğü, çoğu Arap ülkesine dağılan veya faaliyet gösteren milyarlarca dolarlık bir bütçeye sahip ana gruplarının sayısı bakımından Rafsancani’nin İranı değil.
Bu milislerin yaptıkları, İran'ın Körfez ve Arap Maşrık bölgelerindeki siyasi ve stratejik hedeflerine hizmet etmenin yanı sıra, İslam Cumhuriyeti'ne ateşkes ve (başkası bu görevi yerine getirirken) saldırganlığı durdurmayı iddia etme gücü sağlıyor. İran tüm sahalarda mevcut ama aynı zamanda doğrudan müdahil olmadığı için aynı zamanda mevcut değil de. Hepsinde yönettiği ve faaliyetlerini koordine ettiği paralı askerler ve milisler aracılığıyla varlık gösteriyor. Geçtiğimiz birkaç gün bunun pervasız bir örneğini sundu. Yeni bir Suudi Arabistan-İran diyalog turu haberleri, Suudi Arabistan’a yönelik ve bazıları Abha Havalimanı’nı hedef alan füze ve insansız hava araçları saldırılarıyla aynı zamana denk geldi.
İran ile ilgili sorun, doğasının ideolojik bir rejim olması. Dolayısıyla değişirse, rejimin kendisinde de bir değişimin yolunu açacak. Bu da İran ile anlaşmayı her zaman iki çatışma arasındaki bir ateşkes hali yapıyor. Peki, bu sefer yeni ve değişen bir şey var mı? Yaşayıp göreceğiz.