Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

ABD: Yeniden konumlandırma

Medyaya ve uluslararası siyasete hâkim olan Afganistan'daki depremin yanı sıra, ABD ve müttefiklerine yönelik tutumundan da aynı güçte bahsedildi. BBC Arapça bu dosyayı tartışmaya günler ayırdı. Programının mottosu birden fazla tekrarlanan ve ABD’nin müttefiklerini terk ettiğini ima eden eski Mısır cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’e nispet edilen “ABD ile örtünen çıplak kalır!” sözüydü.
Mübarek’in bunu gerçekten mi söylediğini yoksa koşulların baskısı altında öylece aklından geçen bir fikir mi olduğunu kimse tam olarak bilmiyor. Hiç kimse Mübarek’in ABD’nin 30 yıldan fazla bir süre başarılı bir müttefiki olduğunu hatırlamıyor. Aksine bu söz ABD karşıtları kampı tarafından geniş çaplı bir memnuniyetle karşılandı. Bu kamptakiler tüm ülkeler arasından ABD ile aynı ilişkide (müttefiklik) olanlar yalnızca onlarmış gibi Körfez ülkelerini de es geçmediler. Öte yandan, Afganistan'dan çıkışın aldığı kafa karıştırıcı format, “ABD'nin dünyadaki zayıflığı” fikrini bazıları için gerçek bir veri haline getirdi. Birçok güç Afganistan modelinin tekrarlanabileceğini düşündü. Oysa bir modelin tekrarlanması bir hayaldir. Her deneyimin kendine has bir özelliği vardır. Ne Afganistan Vietnam’dır ne de Vietnam Irak’tır. Aynı zamanda, daha önce İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yaşanan Almanya ve Japonya deneyimleri de bu üçünden farklıdır.
Deneyimleri mercek altında incelemeye dönecek olursak, durumun olduğu gibi sonuçlanmasına neden olan bazı boşlukları görebiliriz. Almanya ve Japonya modellerinin başarısı çok sayıda çalışmanın konusu oldu. Almanya'nın kalkınma ve kültürde Batı deneyimine benzer olduğu, bu nedenle zorlu başlangıçlara rağmen onu ilerleme yoluna sokmak için fazla çaba harcanmak zorunda kalınmadığı konusunda ittifaka varıldı. İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD’nin Genelkurmay Başkanı olan General George Marshall'ın planı ve ardından ABD Dışişleri Bakanı, Almanya’nın yaşadığı tökezlemeden sonra ayağa kalkmasında en büyük paya sahipti. Japonya’da General MacArthur, Japon toplumunu anlamak için birkaç sosyologdan yardım aldı. Bunların başında, ulusal karakterle ilgili “birlik ve itaat” adını verdiği “psikolojik eşitlik" teorisini geliştiren, ardından Japon toplumu hakkında “Krizantem ve Kılıç” kitabını yazan antropolog Ruth Benedict geliyor. Irak’ta genel vali olarak Paul Bremer atandığında bunun tam aksi yaşandı, çünkü Bremer’ın diğer toplumlar hakkındaki bilgisi zayıftı. Yönetim kurulunun başında bir diplomat olan Henry Kissinger’ın bulunduğu bir kriz araştırma şirketini yönetiyordu. Dolayısıyla genel vali görevine atanması profesyonellikten ziyade partizanca bir karardı. Bu yüzden, kararları şaşkın ve sıkıntılıydı ve diğer faktörlerin yanı sıra Irak deneyiminin tökezlemesine neden olmuştu. Almanya (Avrupa) ve Japonya’da deneyimli ve vizyon sahibi askerler bu misyonu üstlenmişti, Irak’ta ise teorisyen bir sivil.
Küresel çatışmaların dayattığı konulara yaklaşımda değişimin unsurlarını, Amerikan demokratik sisteminin son çeyrek yüzyılda yapısal bir kusurla karşı karşıya kaldığını fark edebiliriz. Demokrasinin, hatalarını düzelttiği söylense de hatalar arttı ve sistem daha da bölücü ve kutuplaştırıcı hale geldi. Mesela seçimleri kaybeden ve görevden ayrılan başkan (Donald Trump) yenilgisini kabul etmeyi reddetti. Dahası halefi için düzenlenen devir teslim törenine katılmadan başkentten ayrıldı. Bu, krizin derinliğini açığa çıkaran bir görüntüydü. Söz konusu yapısal kusuru gösteren diğer kanıtlar da buna ilave edilebilir. Washington'daki düşünce merkezlerinin çokluğu nedeniyle Amerikan kurumlarının biriktirmiş olması gereken deneyimin eksikliği hissediliyor.
Irak rejimini devirmek için girişilen savaştan önce bu merkezlerden biri İngiliz başkentinde bir inceleme semineri düzenlemişti ve konu gelecek Irak savaşıydı. Tartışmalar sırasında bu satırların yazarı, “bir sonraki günü” yani rejimin devrilmesinden sonraki aşamayı tartışmanın öneminden bahsetmişti. Ne var ki semineri düzenleyenler başka bir fikirdeydi; bunun bir önemi olmadığı! Batı demokrasileri "kamuoyu yoklamalarının sonucunun” esiri haline geldiler. Oysa kamuoyu yoklamaları, bu demokrasilerdeki çoğu politikacının inanmak istediği gibi tek gösterge değil, göstergelerden biri olabilir. Buradan yola çıkarak, Afgan toplumunu anlamadaki yetersizliğin apaçık ortada olduğu söylenebilir. Donald Trump’ın seçtiği kolay çözüm de seçilmiş hükümetin ve dünyanın tanıdığı meşru temsilcinin arkasından da olsa muhalif güçle (Taliban) müzakere etmek oldu. Başkan Biden göreve geldiğinde, hem bir önceki yönetim anlaşmaya varmış olduğu hem de partisi içindeki dış yüklerden kurtulma ve yerel ekonomik koşullara odaklanmak yönündeki genel popüler baskı nedeniyle anlaşmayı uyguladı.
Ancak hala ana soruyu yanıtlamadık, o da; ABD'nin dünyayı etkileme yeteneği açısından gücü sona erdi mi yoksa ermedi mi? Bazıları kesin evet veya hayır cevaplarını sevseler de,  sağlam metodolojik eğilim, kesin olduğu için bu seçeneğe yönelmemeyi gerektirir. Özellikle de çelişkiler ve çatışmalar yaşayan Arap bölgemizle ilişkisi söz konusu olduğunda. İlişkileri organize eden ve stratejik olanı anlık ve acil olandan ayıran ortaklıkların olması daha olası. ABD büyük bir ülke ve bugün dünyanın belki de en güçlü, yıkıcı güç konusunda en donanımlı ve bir dizi ekonomik, siyasi, askeri ve stratejik dosyada etkili ülkesi. Afgan deneyiminin gözden geçirilmesiyle idealizmden ayrılmak, siyasette ve yönetimde Batı modelini ihraç etmenin etkinliğini değerlendirmek mümkün olabilir. Farklı kültürlere sahip, uygar insani etkileşimin ana hatlarını korurken kendi modelini geliştirebilecek diğer halklar, Batı deneyimini tamamen kopyalamak zorunda değil.
Afgan dosyası henüz bitmedi, kapıları daha yeni açıldı. Yeni hükümetin açıklanmasıyla birlikte ülkenin uluslararası terörizm için güvenli bir sığınak haline gelme olasılığı var. Büyümeye başlayan iç direnişle birlikte mevcut rejime karşı küresel bir ittifakın gerçekleşebileceği de göz ardı edilmemeli. Çünkü mutasyona uğrama ve dönüşme yeteneği, inandığı ve dar bir şeriat anlayışıyla sınırlı olan ideoloji tarafından kısıtlanmış durumda. Tartışılan diğer senaryo ise, çeşitli etnik, mezhepsel ve kültürel unsurlar arasında, komşuların başını ağrıtacak, uzun süreli bir iç savaşın patlak vermesi. Şu anda her şey yumuşak bölgede ve önümüzdeki birkaç hafta içinde dünya farklı bir deneyim yaşayacak. Herkes bunun olacağı konusunda endişeli, çünkü herkes için farklı olduğu kadar korkutucu.
Son söz; ABD Savunma Bakanı'nın Körfez bölgesine yaptığı acil ziyaret, bir teşekkürden daha fazlasını içeriyor. Bu ziyaret güveni yeniden tesis etmek ve taahhütlere bağlılığı teyit etmek içindi.