İstemi Yılmaz
TT

Sırada Türkiye mi var?

Avrupa seçim atmosferine girdi. Değişim kapıda. Özellikle muhafazakâr partiler tarafından idare edilen, siyasi düzeni sosyal demokrat-Hristiyan demokrat ikiliğine dayanan ülkelerde iktidarın rengi kızıla dönecek gibi gözüküyor. Almanya gelecek hafta yeni hükümetini, Fransa ise bir sene içerisinde yeni cumhurbaşkanını belirlemek adına sandığa gidecek.
Değişime “evet” diyen ilk ülke, geçtiğimiz hafta düzenlenen genel seçimlerle Norveç oldu. Sekiz sene muhalefette geçen molanın ardından İşçi Partisi sandıktan birinci çıkarak 169 sandalyeli parlamentoda 49 milletvekili elde etmeyi başardı. İktidar olmak için 85 koltuğa ihtiyaç duyulan ülkede İşçi Partisi’nin Merkez Parti ve Sosyalist Sol ile koalisyon hükümeti kurması bekleniyor. Sosyal demokratların iktidara geldiği bir senaryo, İskandinav ülkelerinin tamamını kızıla boyayacak.
Almanya’da gelecek hafta düzenlenecek genel seçimlerde de benzer bir tabloyla karşılaşabiliriz. Kamuoyu yoklamalarına göre, son yıllarda giderek eriyen Sosyal Demokrat Parti yüzde 26’yla birinci, Hristiyan demokratlar CDU/CSU yüzde 20’yle ikinci, Yeşiller ise yüzde 15’le yarışı üçüncü sırada tamamlayacak.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine 8 aylık bir süre kalan Fransa’daysa solun ortak adayının ikinci tura kalarak Emmanuel Macron’u devirmesi güçlü bir ihtimal. Ancak sol oldukça dağınık bir halde. Boyu Eğmeyen Fransa partisi lideri Jean-Luc Melenchon, Paris’in sosyal demokrat Belediye Başkanı Anne Hidalgo, François Hollande kabinesinin eski Ekonomi Bakanı Arnaud Montebourg, Komünist Parti’den Fabien Roussel adaylığını açıklayanlar arasında. Bunlara bir de Yeşiller Partisi’nin önseçimini kazanacak isim eklenecek.
Aslında bu siyasi kabuk değişimini ABD’de Demokrat Joe Biden’ın Donald Trump karşısında aldığı seçim zaferiyle başlatmak mümkün. Fakat ana temayı iklim değişikliğiyle mücadele ve gelir eşitsizliği oluşturuyor. Bahsi geçen ülkelerdeki sol aktörler, her şeyden önce çevre kriziyle mücadele edeceklerinin sözünü veriyorlar. Bir nevi Yeşiller’in silahını Yeşiller’e karşı kullanıyorlar. Ekolojistlerin vaziyetten yararlanamamasının nedeniyse seçmen gözünde “makro sorunlara” kayda değer cevaplar verememeleri.
İktidara göz diken yeni sol, fosil yakıta dayalı enerji yatırımlarını sıfırlamak yerine yeşil enerjiye ağırlık vermeyi taahhüt ediyor. Düşük gelirli ailelere vergi indirimi sağlamayı, kamu hizmetlerinin maliyetini azaltmayı ve zenginlerden alınan vergiyi artırarak gelir eşitsizliğini ortadan kaldırmayı hedefliyor. ABD Temsilciler Meclisi üyesi Alexandria Ocasio-Cortez’in Met Gala’ya üzerinde “Zenginleri vergilendirin” yazan bir elbiseyle katıldığı düşünüldüğünde, endüstri devlerini ürküten söylemin nasıl yayıldığı daha iyi anlaşılacaktır.
Varlık üzerinden vergi artırımı hesabı sizleri yanıltmasın. İktidarın eşiğindeki aktörler eski tip işçi partileri değil. Özellikle liderleri başka bir dünyadan, hatta rakip kamptan gelen isimler. Norveç İşçi Partisi’nin başında ülkenin ünlü armatörlerinden birinin oğlu ve milyon dolarlık bir servetin varisi olan, Paris’te tahsil görmüş Jonas Gahr Stoere bulunuyor. Alman sosyal demokratların dümeninde de ekonomik kriz sırasında Yunanistan’a kök söktüren kemer sıkma politikalarının mimarı Olaf Scholz oturuyor. Örnekleri İngiltere, Fransa veya Avrupa’nın başka bir ülkesine doğru giderek çoğaltabiliriz.
Kıtanın sosyal demokrat partileri iyi eğitimli, yüksek gelir grubundan gelen, teknokrat tipli liderleriyle farklı bir tondan konuşuyor. Yıllarca işçi sınıfının oylarına talip partiler, vaat, söylem ve hassasiyetleriyle artık prekaryaya dahil olmuş kentli orta sınıflara hitap ediyor.
Biden etkisiyle başlayan, Avrupa’nın kapı araladığı değişim koronavirüs pandemisinin yıkımın eşiğine getirdiği ekonomiler için bir kaçış yolu. Mali tablolardaki kötü gidiş geniş toplum kesimlerinin kesesini boşalttıkça “sosyal devlet” daha da anlamlı bir hale geldi. Virüsün pençesindeki dünya sağlık hizmetlerinin bir hak olduğunu hatırladı. Değişime tepki göstermesi beklenen sermaye ise şimdilik sessizce rıza gösteriyor. Zira alt gelir gruplarının kalabalıklaştığı senaryolar Sarı Yelekliler gibi ani ve devamlı öfke patlamalarına, Donald Trump’ın ABD Başkanı olduğu siyasi depremlere yol açabiliyor.
Zenginlerden daha fazla vergi alınması, gelir eşitsizliğinin giderilmesi, hayat pahalılığıyla mücadele Türkiye’de de yankı bulacak türden talepler. Fakat Türkiye’deki hiçbir aktör geniş toplum kesimlerinin sahipleneceği projeler veya talepler üzerinden siyaset yapmıyor. Hamaset, popülizm, şahsi düşmanlıklar politik dengeleri esir almış durumda.
ABD, Norveç, Almanya, Fransa... Dönüşüme adım atmış veya değişimin eşiğindeki ülkeler. Listeyi genişletebiliriz.
Ne dersiniz, değişim rüzgârı Türkiye’ye de uğrar mı?