Cuma Bukleyb
TT

“İnsanlığı kurtarmak” konulu korku filmleri

İskoçya'nın Glasgow kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nın (COP26) geçen haftaki açılış oturumu uzun bir korku filmi izlemekten çok da farklı değildi. En azından ben şahsen böyle hissettim. Dünyanın farklı kıtalarını temsil eden konuşmacılar birbiri ardına sahne aldı ve hoparlörlerin önünde durarak korku dolu tehditler savurdular ve izleyicilere zehirli uyarılarla hitap ettiler. Konuşmacıların her biri dünyanın sonunun yakın olduğu uyarısını verdi. Sanki Ortaçağ'dan gönderilmiş misyonerler gibiydiler ve dünyayı vuracak son sarsıntının haberini verdiler. Bu tehditleri izleyenler korku ve dehşetten oturdukları yerde büzülüp kaldılar. Korkunun kaynağı, dünyanın sonuna ilişkin tekrarlanan tehditler değil; bu hızlı sona götürecek olan insanlık dışı yoldu. Pek çok izleyici, yapmakta üşendiği şeyi dünya yok olup gitmeden bir an önce gerçekleştirmek için “Bunun hemen yapmalıyım” diye düşünmüş olabilir.
Salgınlar, sel baskınları, yangınlar, kıtlıklar ve sayısız felaketler büyük bir ekranda izleyicilerin gözleri önüne getirildi. Amaç, bizi dünyanın iyi durumda olmadığına ve insan ırkının hızla yok olma yolunda olduğuna ikna etmekti. Bu talihsiz sonda iyi ve kötü olmak bir şeyi değiştirmiyor, aksine herkes aynı kâseden aynı anda ölümü ve yıkımı tadacaktır.
Konferansa 120 devlet başkanının ve 197 ülkenin temsilcisinin katılımı, 2015'te Paris'teki İklim Değişikliği Konferansı'nda yaşananları hatırlatıyor. Fakat sonucunda ortaya çıkan tavsiyeler ve anlaşmalar bugüne dek kâğıt üzerindeki bir mürekkepten ibaret kaldı. Nitekim İngiltere Veliaht Prensi Charles da konuşmasında bunu vurguladı. Gerçekte olan şey, kömür madenlerindeki ve fabrikalardaki üretim çarkların dönmeye ve çevreyi kirletmeye devam etmesiydi. Çeşitli medya kuruluşlarındaki yorumcular, uluslararası olayı gölgeleyen paradokslara maruz kaldılar. Bunlar arasında en öne çıkanı, Glasgow’un resmi katılımcıların yanı sıra protestocular ordusuyla dolup taşmasıydı. Nitekim farklı kıtalardan 25 binden fazla resmi katılımcı, dünyayı çevresel olarak tehdit eden kirliliği azaltacak gerekli önlemleri tartışmak ve bir anlaşmaya ulaşmak için geldi.
Medyada çıkan haberlere göre şehrin otelleri 15 bin yatak kapasitesine sahiptir. Organizatörler, konukları ağırlamak için komşu şehirlerden yardım almak zorunda kaldılar. Çoğu uçakla veya özel jetlerle şehre geldi. ABD Başkanı Joe Biden, bin kadar refakatçiden oluşan büyük bir heyet ile geldi ve konferans salonuna 25 lüks arabayla geçti. İngiliz medyası, gelen uçak ve araçlardan ötürü şehirde yaşanan kirliliği kameraya almak için birbiriyle yarıştı. ABD Başkanı'nın şimdiye kadar Kongre'den iklimle ilgili bir yasa tasarısını geçirememiş olmakla birlikte böyle kalabalık bir şekilde konferansa gelmesi dikkat çekiciydi. Belki de bu yüzden oturumları takip etmekten ziyade konferans salonundaki koltuğunda dinlenmeyi ve uyumayı tercih etti.
Bir başka ironi de Çin ve Rusya devlet başkanlarının ortada görünmemeleriydi. Oysa dünyadaki çevre kirliliği oranında Çin birinci, Rusya ise dördüncü sırada yer alıyor. Bu durum konferansın ciddiyetine ilişkin bir dizi soruyu da beraberinde getirdi. Ayrıca burada, zengin devletlerin iklim politikalarındaki değişikliklerle ilgili önceki vaatlerini yerine getiremedikleri konusunda yoksul ülkeler tarafından gündeme getirilen tartışmalar da var.
İnsaflı olmak gerekirse, artan karbon emisyonları ve bunların küresel ısınma üzerindeki etkileri hakkındaki uyarılar, dünya ülkelerinin önünde tehlike çanlarını çalmasından ötürü dikkati hak ediyor. Dünyanın ve gelecek nesillerin karşı karşıya olduğu çevresel tehlikeler, basın tarafından korku ve dehşet yaratmak amacıyla üretilen bir şey değildir. Ancak 2015 Paris Konferansı gibi önceki deneyimler, yoksul ülkelerin yeteli kapasiteye ve kaynaklara sahip olmadığını ve zengin ülkelerin ise anlaşmalara bağlı kalmadıklarını gösterdi. Yalnızca, üretim seviyesini yükseltmek ve seçmenleri artırmak söz konusu olduğunda bununla ilgileniyorlar. Zira seçmenlerin yüksek yaşam standardını sürdürme arzusu, fabrikalarda üretim çarklarının dönüşünü artırma hevesini besliyor. Politikacıların kaderlerini riske atıp konumlarını ve ayrıcalıklarını kaybetmeleri kolay bir iş değil. Onlar için seçmenlerin kendilerine ve partilerine olan desteğini kaybetmek, kirlilik oranında bir veya iki derece artıştan çok daha zordur!