İstemi Yılmaz
TT

Türkiyesiz Demokrasi Zirvesi

Donald Trump’ın başkanlığı döneminde Ortadoğu’daki askeri ve siyasi varlığını azaltarak Pasifik’e odaklanan ABD dış politikası, Joe Biden’ın Beyaz Saray’a gelişi ile birlikte vites değiştirerek istikametini sürdürüyor. Tıpkı Cumhuriyetçi selefi Trump gibi Biden da Pekin ve Moskova’nın giderek artan etki alanını daraltmak adına harekete geçmiş durumda. Tek fark, Biden’ın kendi tarz-ı siyasetini uyguluyor olması.
Beyaz Saray, geride bıraktığımız hafta, Biden’ın son uluslararası projesini yeniden gündeme getirdi: “Demokrasi Zirvesi”. Aralık ayının 9 ve 10’unda çevrimiçi olarak düzenlenecek toplantı, 100’den fazla ülkeyi bir araya getirecek. Amaç, dünya genelinde özellikle Trump sonrası oluşan popülist yıkıma karşı demokrasiyi ve insan haklarını yeniden ana akım siyasetin sarsılmaz değerleri haline getirmek. Başka bir ifadeyle “demokrasiye sadakat zirvesi”.
Washington’ın belirlediği çerçeveye göre katılımcı ülkeler toplantı boyunca demokratik ilerlemeye katkı sunacak taahhütlerde bulunacak. Bir sene sonra gerçekleştirilecek zirvede ise söz verilen reformların yerine getirilip getirilmediği kontrol edilecek.
Her ne kadar Amerikalı yetkililer “kendilerinin de demokrasi konusunda eksiklikleri olduğunu” itiraf etseler de “demokrasi” ve “ABD” kelimelerinin yan yana gelmesi hala daha akıllarda soru işareti yaratıyor. Zira bu zamana kadar Ortadoğu’daki işgallerden Latin Amerika’daki CIA operasyonlarına, Kafkasya’daki mali destekli renkli devrimlere kadar ABD’nin pek çok projesi “demokrasi” kılıfıyla hayata geçirildi.
İsminden maada zirveyi ilgi çekici kılan bir diğer nokta ise katılımcı listesi. Davetiyelerinin hazırlanıp postalanmaya başladığı etkinliğe katılması istenenler arasında Polonya gibi giderek otoriter eğilimler gösteren bir AB ülkesi, Hindistan gibi aşırı Hindu milliyetçisi Başbakan Narendra Modi’nin ayrımcılığı körüklediği Asya devi, suçlularla mücadeledeki sert yöntemleri sorgulanan Rodrigo Duterte’nin Filipinler’i, Filistin’e saldırıları hız kesmeyen İsrail ve ne kadar demokrasi olduğu tartışılan Irak var.
Katılacaklar kadar davet edilmeyenler de dikkat çekici. Avrupa’da göçmen ve Brüksel karşıtı popülizmin bayraktarı Viktor Orban’ın Macaristan’ı, pek çok Ortadoğu ülkesi ve Türkiye çağırılmadı. Özellikle Roma’daki Biden-Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan görüşmesi sonrası ilişkilerin düzeldiği söylenen Ankara’nın davet edilmemesi “ABD’nin bakışını göstermesi adına” önemli bir işaret. Washington açıkça Türkiye’nin “demokrasi” cephesinde yer almadığı mesajı veriyor.
Türkiye açısından demokrat görülmemek bir sorun teşkil etmeyebilir fakat zirveye katılamamak aynı zamanda yeni Amerikan projesinin de uzağına düşmek demek. Trump döneminde Pekin’e karşı başlatılan ekonomik savaş, Biden ile birlikte askeri alana da sıçradı. Önce Pasifik bölgesini kontrol etmek adına Japonya, Hindistan, ABD ve Avustralya’dan oluşan dörtlü inisiyatif kuruldu. Ardından Avustralya’yı “Çin tehdidine karşı” nükleer denizaltılarla donatan, ABD ve İngiltere’nin başı çektiği AUKUS Askeri Anlaşması ilan edildi. Sıradaki adım, Demokrasi Zirvesi’yle Çin-Rusya karşıtı paktın siyasi üstyapısını kurmak. Tıpkı Soğuk Savaş sırasında Komünist Enternasyonal’e karşı Truman Doktrininin devreye sokulması gibi.
ABD Başkanı, Demokrasi Zirvesi’nde, Rusya’yı da ekleyerek genişlettiği düşman cepheyi “otoriter yönetimler” olarak damgalayarak demokrasi söylemini silah olarak kuşanacak. Böyle bir tabloda zirveye dahil edilmeyen Türkiye’nin hangi kampta itildiğini söyleyemeye gerek yok. Ancak hala kesin bir kanıya varmak için erken. Ordusu, ekonomik bağları ve etnik-dini etki alanıyla Türkiyesiz bir Batı kampı düşünülemez.