İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

İki partinin dönüşünden sonra İngiliz siyaset sahnesi

İngiliz İşçi Partisi, 2019’da aldığı ezici bir seçim yenilgisinin ardından 2020 baharında eski lideri Jeremy Corbyn tarafından temsil edilen sol popülist liderliğinden kurtulduğundan bu yana birçok veri değişti.
Tarafsız gözlemciler ve partinin aklı başında üyeleri bu yenilgiyi bekliyorlardı. Partinin oy oranı yüzde 32'ye düştü ve bu, 2015'ten bu yana aldığı en düşük orandı. Bunun sonucunda 60 sandalye kaybetti ve 202 sandalye ile yetinmek zorunda kaldı. Bu da, 1935'ten bu yana elde ettiği en düşük sandalye sayısıydı.
Seçim, eleme ve hesap verme mekanizmalarına sahip, ayrıca, genel yönelimlerin tartışıldığı yıllık genel kurultaylar düzenleyen köklü demokratik partilerde bu tür çöküşlerin nadir olduğu doğru. Ancak ne sağ ne de sol partilerin bu tür çöküşlere yol açan ideolojik ve kişisel sapmalardan daimi olarak güvende olmadığı da doğrudur.
Gerçekten de, Corbyn'in İşçi Partisi tabanında beslediği - ve beslendiği - muazzam popülist asilik, Muhafazakar Parti içindeki sağcı asilikten çok farklı değil. Tony Blair, 1997 yılının Mayıs ayı başlarında İşçi Partisi'ni soldan uzaklaştırıp merkeze yönlendirdiğinde, Margaret Thatcher'ın  mirasçıları olduklarını iddia edenler, ılımlı işçiler karşısında katı muhafazakarları harekete geçirmek için daha da ileri gitmekte, yani aşırı sağ mevzilerine yönelmekte yarıştılar.
Ama bu konuda belki de hafızalara en yakın görüntü, ABD'deki Donald Trump olgusudur. Trump, geleneksel Cumhuriyetçi rakiplerini süpürüp geçmekle yetinmedi, Amerikan demokrasisinin temellerini parçalamaya çalıştı. Bu bağlamda, Washington'daki merkez otorite ile eyalet valileri arasındaki ilişkiyi zorlamaktan çekinmedi. Yargıyı siyasallaştırmak ve son olarak da sokağı harekete geçirerek şiddete kışkırtmak için yorulmak bilmeden çalıştı.
Jeremy Corbyn'in istifasıyla dogmatizmi ve popülizmi ile yıkılan katı emekçi sol, davranışsal olarak Trump'ın sağcılığından neredeyse hiç farklı değil.
Aralarındaki fark görünmüyor ya da sadece adlarında (sol ve sağ) ortaya çıkıyor. Dahası, İngiltere'nin -Brexit olarak bilinen- Avrupa Birliği'nden çekilmesine ilişkin oylama, Avrupa entegrasyonu ve yabancı emeğe açık olma fikirlerine aşırı muhafazakar sağ tabandan hiçbir şekilde daha az düşman olmayan katı bir sol emekçi taban olduğunu ortaya çıkardı. Tıpkı aşırı sağı destekleyen grupların izolasyonist, hatta ırkçı nedenlerle Avrupa'ya düşman olmaları gibi, vasıfsız emekçi sınıfından bazı solcular (korumacılar) da, Doğu Avrupa ülkelerinden gelen herhangi birini geçim kaynakları ve işleri için doğrudan bir tehdit olarak görüyorlar.
İşçi Partisi liderliğindeki değişikliği, İngiliz ve İngiliz olmayan siyasi analistler, yakından takip etti. Yeni liderin geleneksel ideolojik solun kalıntılarıyla nasıl başa çıkacağı bilhassa merak konusuydu. Partinin 5 lideri (John Smith, Neil Kinnock, Tony Blair, Gordon Brown ve Ed Miliband) ideolojik solu köşeye sıkıştırmayı ve marjinalleştirmeyi başardı, ama - ve bu normal - onu tamamen ortadan kaldıramadılar.
Gerçekten de yeni lider Sir Keir Starmer, Corbyn'in mirasına karşı ihtiyat ve kararlılık karışımı bir yaklaşımı seçti. Çünkü Corbyn'in sapmalarını hiçbir şekilde kabul etmeyen, ancak safları bölmemek için geçici olarak onunla yürümeye devam eden, eninde sonunda zayıflayacağından şüphe duymadıkları aşırılık dalgasının zayıflamasını bekleyen gerçekçi solun kalıntısı bir grubun var olduğunu hissediyordu.
Starmer, Corbyn'in marjinalleştirdiği ve sadakatlerini şüphe altında bıraktığı ılımlılarla birlikte bu pragmatik solculara elini uzattı. Kısa sürede kamuoyu yoklamaları, halkın partiye bakışında belirgin bir iyileşmeyi ortaya koydu. Hatta bazıları açıkça ciddi bir alternatif olmak için gerekli güvenilirliği yeniden kazandığından bahsetmeye başladı.
Öte yandan, Starmer'ın meclis tartışmalarındaki performansı etkiliydi ve basına verdiği röportajlar sırasında da fikirleri tutarlı ve mantıklı görünüyordu. Ancak çoğu kişiye karizması olmayan, ister parti içinde ister kendinden önce Corbyn gibi fanatik ve tabanları için itici bir rakibe sahip oldukları için - şüphesiz - mutlu muhafazakarlara karşı olsun, doğrudan yüzleşmelerden kaçınan bir karakter gibi göründü.
Partinin liderliğine geçmesini müteakip gerçekleşen seçim deneyimleri, Kovid-19 pandemisi ve Boris Johnson'ın Muhafazakar hükümetinin hataları ortasında gerçekleştiğinden, Starmer'ın İşçi Partisi'nin performansına etkisinin derinliğine dair çok net bir resim sunamadılar. Bu koşullarda ve birçok hata yapan muhafazakar bir hükümete karşı ondan daha iyi bir performans beklenip beklenemeyeceğini ortaya çıkaramadılar.
Aslında, iki büyük İngiliz partisi arasında ideolojik farklılık olmadığından söz etmek haksızlık olur. Çünkü, İşçi Partisi liderliğinde ılımlılık ve merkezciliğe doğru eğilim yoluyla somut bir değişikliğin olduğu doğru olabilir, ama bu, üst düzey bakanlarının etnik, kültürel ve dilsel çeşitliliğe dayanan arka planlarına rağmen Muhafazakar Parti liderliği için geçerli değil. Tarihsel olarak İngiltere'nin geleneksel siyasi seçkinleri için bir platform olan parti saflarına bugün, büyükbabasının babası Müslüman bir Türk olan bir başbakanının liderlik ettiği biliniyor.
Esas ve önemli olan Maliye ve İçişleri Bakanlıklarının başında Hindistan kökenli bir kadın ve erken bakan bulunuyor. Kovid-19 salgını sırasında merkezi bir rol oynayan Sağlık Bakanlığı görevini Hindistan kökenli Müslüman bir bakan üstlenmiş. Milli Eğitim Bakanı Irak Kürt kökenli. İş ve Enerji Bakanı ise Gana asıllı.
En son kamuoyu yoklamaları, iki büyük partinin popülaritesi arasında çok az fark olduğunu gösteriyor. Popülerliği etkileyen faktörlerin, entegre ve programlı yönelimlerden ziyade tesadüfi faktörler, ani ve beklenmedik olaylar veya adımlar olduğu dikkati çekiyor. En önemli kamuoyu yoklamalarından birine göre, iki tarafın puanlarındaki küçük fark yaz boyunca çok fazla oynamadı. Muhafazakarlar Ekim ayında Maliye Bakanı Rishi Sunak'ın yıllık bütçesini açıklamasının ardından konumlarını biraz iyileştirdiler. Gelgelelim bu küçük ilerleme, Muhafazakar Bakan Owen Paterson’ın skandalından sonra hızla buharlaştı. Yukarıda adı geçen kamuoyu yoklamasına göre, Paterson 4 Kasım'da istifa ettikten sonra, Muhafazakarlara verilen yüzde 36.1 desteğe kıyasla İşçi Parti’ye destek yüzde 36.6, Liberal Demokratlara ise yüzde 9.3’tü.
Bugün bu yüzdelere göre seçimler yapılsa –seçim bölgelerinin şekil ve boyut farklılıkları da göz önüne alınarak- Muhafazakarlar (80 sandalye kaybederek) 285 sandalye, İşçi Partililer (67 sandalye kazanarak) 269 sandalye kazanırlardı. Yani her iki taraf da tek başına bir hükümet kurabilecekleri mutlak çoğunluğu garanti edemezlerdi.
Herhangi bir sürpriz veya beklenmedik sarsıntıdan uzakta, İngiliz siyaset sahnesi heyecan ve coşkusunu koruyacak, ancak bugün yeni olan, ülkenin gerçek rekabete ve elbette, değişmek istiyorsa alternatiflere geri dönmüş olmasıdır.