Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Türkiye ekonomik bir kurtuluş savaşı veriyor(!)

Türkiye şimdi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yaklaşık 20 yıldır egemen olduğu politikasında potansiyel bir dönüm noktasına yaklaşıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, düşük faiz oranlarının ekonomi için roket gibi bir yakıt işlevi göreceğine, büyümeyi yalnızca ekonomik faaliyeti değil, aynı zamanda onun siyasi zenginliğini de artıracak düzeyde ateşleyeceğine dair bir bahis oynuyor.
Yine de çoğu ekonomist ateşle oynadığını ve feci bir yangını tutuşturma riskini aldığını söylüyor.
Bu arada Türk halkı yüksek enflasyondan ve birikimlerinin değer kaybetmesinden bıkmış görünüyor.
Uzun zaman önce ortaya çıkan iktisat teorisine göre, enflasyon keskin bir şekilde yükseldiğinde, doğru eylem yolu, artışı soğutmak için faiz oranlarını yükseltmektir. Ancak Erdoğan, yeterli kanıtlara karşı çıkarak fazileri yükseltmenin eflasyonu daha da kötüleştireceğini savunarak faizleri düşürmekte ısrar etti. 
Kendisine yakın yetkililer, faiz oranlarını tekrar tekrar düşürerek onun önerilerini uygularken, sonuçlar ekonomik modellerin öngördüğüyle oldukça uyumluydu; yüksek enflasyon ve değer kaybeden para birimi.
Liranın çöküşü ürkütücüydü. Para birimi bu yıl değerinin neredeyse yarısını kaybetti ve bu kayıpların neredeyse yarısı, sadece son birkaç hafta içinde, Erdoğan'ın yükselen enflasyon ortamında beklenmedik bir şekilde faiz oranlarını düşürmesinden sonra meydana geldi.
On yıldan daha kısa bir süre önce, bir dolar satın almak için sadece 2 lira yeterliydi. 2020 sonunda dolar kuru 7,7 lira oldu. Şimdi ise dolar yaklaşık 13 liranın üzerinde. Bu yükselişin gerçek etkisi, yerel para biriminden tasarrufların büyük oranda azalmasıdır.
İthal malların fiyatları yükseldi, yerli ve kamu şirketlerinin yabancı para cinsinden borçlarını ödeme maliyetleri keskin bir şekilde arttı.
Uzmanlar, liranın toparlanmaması durumunda şu anda yüzde 20 olan enflasyonun yüzde 50'ye ulaşabileceği konusunda uyarıyor ve Türkiye'nin yakında bir ödemeler dengesi kriziyle karşı karşıya kalabileceğine dikkat çekiyorlar.
Düşük faiz oranları büyümeyi teşvik etme ve ihracatı daha rekabetçi hale getirme eğilimindedir. Ancak Erdoğan'ın yaklaşımının faydalarının maliyetlerden daha fazla olması ihtimali çok az.
Türkiye Merkez Bankası, enflasyonun yüzde 20'lere yükselmesine rağmen, Erdoğan'ın istekleri doğrultusunda Eylül ayından bu yana borçlanma maliyetlerini 4 puan düşürdü. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ekonomistlerin genel olarak “faiz artırımı fiyatları düşürür” söyleminin aksine yüksek faiz oranlarının enflasyona neden olduğunu uzun süredir savunuyor.
Faiz oranı indirimleri, Merkez Bankası’nın bağımsızlığına ilişkin endişeleri artırırken, ülkenin geleneksel olmayan para politikası, Türk varlıklarından çıkan yabancı yatırımcıları alarma geçirdi.
Türk vatandaşları, yükselen enflasyondan korunmak için birikimlerini dövize ve altına çevirmek konusunda acele ediyorlar. Çok korkuyorlar. Yüzde 21'in üzerindeki enflasyon oranı ile birlikte temel malların fiyatları yükseldi, 83 milyondan fazla insanın yaşadığı ülkede birçok insan geçimini sağlamak için mücadele eder oldu.
Değer kaybeden lira, fiyatların yükselmesine neden olarak, hammadde ithalatına bağlı olan Türkiye'de ithalatı, yakıtı ve günlük malları daha pahalı hale getirdi. Bu arada, kiralar fırladı ve çoğunlukla dolara bağlanan ev satış fiyatları da gittikçe artıyor. Her sabah fırın ve bakkallardan daha ucuza ekmek satan büfelerin önünde uzun kuyruklar oluşuyor. Bir Türk vatandaşı: “Eskiden 10 ekmek alırdım, şimdi 5 tane alıyorum. Et almaya çalışmaktan vazgeçtik” diyor.
Erdoğan faizleri "bütün kötülüklerin anası ve babası" olarak nitelendirdi. Türk lider, para biriminin çöküşü için Türk ekonomisini yok etmeye kararlı yabancı güçleri suçladı ve hükümetinin "ekonomik kurtuluş savaşı" yürüttüğünü söyledi.
Erdoğan 1930'lardan bu yana kapitalist dünyadakinden farklı bir ekonomi politikası benimsedi.
Dünyada geçerli olan ekonomik teori, enflasyonu kontrol etmenin bir aracı olarak faiz oranlarına dayanır.
Böylece, enflasyon oranı yükseldiğinde, merkez bankası faiz oranını yükseltir, bu da borçlanma maliyetinin artmasına ve faiz getirisinin yüksek olduğu bankalara ödeme yapabilmek için piyasalardaki likiditenin çekilmesine neden olur. Böylece ticari hareketlilik ve onunla birlikte enflasyon azalır.
Eğer ekonomi durağan ve büyümüyorsa, merkez bankası sorunu tam tersi bir süreç ile çözer, yani faiz oranlarını düşürür, bu da birikimlerin yüksek faiz cazibesini yitiren bankalarda tutulması yerine piyasada değerlendirilmesi için motivasyon sağlar. Faiz silahının, faizin artmasıyla yükselen paranın değeri üzerinde etkisi vardır, aynı şekilde bunun tersi de geçerlidir.
Erdoğan'ın ekonomi teorisi, Princeton Üniversitesi’nden ekonomi profesörü Irving Fisher'ın yüksek faiz oranlarının düşükten ziyade daha yüksek enflasyon oranlarına yol açtığı, düşük faiz oranlarının da enflasyonu önlediği düşüncesine dayanıyor.
Bu teoriyi uygulamak adına, Türk Cumhurbaşkanı son iki yıl içinde bu teoriyi uygulamadıkları için üç merkez bankası başkanını görevden aldı ve 2019'da yüzde 30’u bulan faiz oranı yüzde 15'e düşürüldü.
Bu faiz indirimi ile Türk lirası, ABD doları karşısında değerinin yüzde 45'ini kaybetti. Yoksulluk sınırının altındaki insan sayısı 1,5 milyon arttı. İşsiz gençlerin oranı yüzde 22'ye ulaştı.
Erdoğan'ın umutsuz davranışları, kısmen, teorisinin başarısızlığına bir tepkidir. Zira kamuoyu yoklamaları, Türklerin çoğunun ekonomistleri desteklediğini gösteriyor. Ekim ayında yapılan bir anket, yüzde 80'den fazlasının ekonominin yanlış yönetildiğine inandığını ortaya koydu.
Bu olumsuz görüşün kendisini AK Parti taraftarı olarak tanımlayan seçmenlerin yüzde 60'ı tarafından da paylaşılması Erdoğan için endişe verici bir gelişmedir. Gerçekten de, Cumhurbaşkanının performansına onay derecesi gittikçe geriliyor, öyle ki Ağustos ayında yapılan bir ankette sadece yüzde 38 çıktı. AKP'ye destek veren seçmenlerin sayısı yaklaşık üçte bir oranına geriledi.
Aslında çoğunluk, Erdoğan'ın 2017 referandumunda iktidarını uzatmak ve kontrolünü sıkılaştırmak için getirdiği başkanlık sistemine tepkili. Yoksulluk ve eşitsizlik 2018'den bu yana arttı ve 2020'de koronavirüs pandemisinin ortaya çıkışı bu eğilimleri yalnızca hızlandırdı. 2019'daki hükümet rakamları, 17 milyon insanın yoksulluk içinde yaşadığını gösterdi. Dünya Bankası, yoksulluğun 2019'da yüzde 10,2'den 2020'de yüzde 12,2'ye yükselerek yaklaşık yüzde 20 oranında arttığını söylüyor. Yoksulluktaki bu artışın GSYİH’deki artışa rağmen gerçekleştiğini de belirtmek gerekir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, eşitsiz hale gelen bir ekonomiye öncülük ediyor.
Erdoğan'ın sağlığı hakkındaki spekülasyonlarla dönen söylenti değirmeni, popülist Cumhurbaşkanı için işleri daha da kötüleştiriyor. Sosyal medya ve saygın yayınlar, şimdi, muhtemelen gizli bir hastalık nedeniyle fiziksel durumunun kötüleşip kötüleşmediğini açıkça tartışıyorlar.
Erdoğan Türk demokrasisinin içini boşalttı, büyük kurumların kontrolünü ele geçirdi ve seçim yarışında eşit olmayan bir oyun alanı yarattı. Ancak, demokrasinin bazı temel unsurları, özellikle seçimler varlığını koruyorlar. Bu, Erdoğan'ın sorunlarının şimdi muhalefete olası bir iktidar yolunu açabileceği anlamına geliyor.
Ekim ayı başlarında, 6 muhalefet partisi, 2023'te yapılacak yeni genel seçimde Erdoğan ve AKP'yi yenmek için birlikte çalışma kararı aldı. Erdoğan'ın iktidar partisine ve müttefiklerine karşı oluşturulan bu ittifak, kamuoyu yoklamalarına göre oylarını artırıyor.
İttifak üyeleri erken seçim çağrısında bulunuyor ve kötü ekonomik yönetimi nedeniyle Erdoğan'ı "ihanet" ile suçluyorlar. Erdoğan ise erken seçim çağrılarını reddetti ve planlandığı gibi seçimlerin 2023'te yapılacağında ısrar etti ve bu hafta hükümetin 50 bin yeni iş fırsatı yaratacak program üzerinde çalıştığını ve asgari ücreti artırmasını beklediğini söyledi. Bugünkü muhalif ittifak, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ve onun Gelecek Partisi gibi Erdoğan'ın önde gelen eski müttefiklerinden bazılarını da içeriyor. Bu kişiler, Erdoğan ile olan en önemli felsefi çelişkilerinin altını çizmeye odaklanıyorlar; yargı ve medyanın bağımsızlığını yeniden kazanması ihtiyacı dahil olmak üzere liberal demokrasiye bağlılık.
Erdoğan destekçilerinin egemenliğinde olan Türk medya organları, durmaksızın ülkedeki koşullara ilişkin stilize edilmiş görüntülerin propagandasını yapıyor. Ne var ki propaganda, tıpkı başkan gibi, ikna edici parıltısının bir kısmını kaybetmiş görünüyor.
Erdoğan'ın ekonomik politikasının destekçileri, faiz indiriminin düşük enflasyon ve istikrarlı büyüme sağlayarak açgözlü yüksek faiz döngüsünü kırmadan önce biraz zamana ihtiyacı olduğunu söylüyor. Ancak, Türkiye içindeki politika eleştirmenleri ve Dünya Bankası, Fisher'in teorisinin doğru olsa bile, bu teorinin ABD ekonomisi için ortaya atıldığını ve Erdoğan'ın politikasının hatasını anlamadan önce çok acı çekecek olan Türkiye için uygun olmadığını söylüyorlar.
Türkiye Cumhurbaşkanı’nın siyasi geleceği ve partisinin geleceği için risk oluşturan ekonomi politikasında neyi amaçladığı belli değil.
Farklı ekollerden iktisatçılar şunda hemfikirler; Ekonomisi 800 milyar doları aşan Türkiye çok yüksek enflasyondan muzdarip ve bu devam ederse, özellikle gençler arasında yoksulluk ve yoksunluğun artması nedeniyle toplumsal bir patlamaya yol açabilir.
Bu gençlerin 9 milyonu 1990'dan sonra doğdu ve 2023 seçimlerinde yasal oy kullanma yaşına ulaşacaklar.