Ekrem Bunni
Suriyeli yazar
TT

Suriyelilerin kaçma hikayelerinden bir hikaye!

Gözlerini açar açmaz görüntü netleşmeye başladı. Yanında beyazlar içinde iki adam onun uyanmasını izliyorlardı. Birisi, belki de kendini güvende hissetmesi için gülümsüyordu. Diğeri, yabancı bir dilde sorular soruyormuş gibi mırıldanıyordu. Ama birkaç kez "Suriye" diye tekrarladığında başka bir şey eklemesine gerek duymadılar, başlarını salladılar ve gittiler.
"Tek kurtulan sensin."
Bir saat sonra aynı hastanede çalışan Iraklı bir doktordan bu cümleyi duydu.
Sınır muhafızları seni ve arkadaşlarını Białowieża Ormanı’nın- Belarus-Polonya sınırında-eteklerindeki kar yığınlarının arasından çıkararak, buraya getirdiler. Bir süre sessiz kaldı, sonra “Üzgünüm, arkadaşların öldü, seni kurtardığımızda ise son nefesini vermek üzereydin” diye ekledi.
Belarus sınırını geçerek Polonya üzerinden Batı Avrupa'ya ulaşma fırsatının bulunduğu haberinin yayılmasının ardından başkent Minsk'e gitmek üzere Şam'dan yola çıktıklarında 3 arkadaştılar.
Kız kardeşi onu seyahat etmeye teşvik etmiş, satıp yolculuk parasını denkleştirmesi için ona bileziklerini vermişti. Kız kardeşinin bu davranışı, kocasının zorla kaybolmasının ardından iki küçük çocuğuna bakmak zorunda olduğundan büyük bir fedakarlıktı.
Kocası 4 yıl önce, her zamanki gibi işine gitmek için evinden çıkmış, ama geri dönmemişti. İş arkadaşları kız kardeşine kocasının o gün işe hiç gelmediğini söylemişlerdi. Kız kardeşi eşinin kaybolduğuna dair karakola ihbarda bulunmuştu. Eşi siyasetle ilgilenmiyordu ve şüpheli bir faaliyeti yoktu. Denildiği gibi; sadece evinden işine, işinden evine gidip geliyordu. Kız kardeşi her sabah onunla ilgili bir haber, bilgi olup olmadığını sormak için karakola gidiyordu, ta ki polislerden biri sempati göstererek, her gün karakola gelerek kendisini yormamasını, adresinin onlarda kayıtlı olduğunu ve kocası hakkında yeni bir şey öğrendiklerinde hemen onu arayacaklarını söyleyene kadar. O zaman biraz sakinleşti ve kendini her gün gitmekten alıkoydu. Ama yine de ara sıra şüpheye düşüyor, doğrudan sorarak araştırmaya devam edip etmediklerinden emin olma, onlara sorununu hatırlatma isteği duyuyordu.
Kim bilir onu unutmuş ya da onun sorunu yerine başkalarıyla meşgul olmuş olabilirlerdi. Komiser onu çağırıp, rejim karşıtı gösterilere katılıp katılmadığı, muhalefete mensup akrabaları ya da arkadaşları olup olmadığı, yerinden edilenlere veya kuşatma altındaki bölgelerden kaçanlara herhangi bir maddi veya ayni yardımda bulunup bulunmadığı gibi kocasının faaliyetleri hakkında sorular sorduktan sonra karakola gitmekten nihai olarak vazgeçti. Çünkü komiser tüm bu sorulara olumsuz yanıt vermesi üzerine kafasını esefle sallamış ve polisin eşinin kaybolmasından sorumlu olmadığını açıklamıştı. Dahası bir sır açıklar gibi rejimin öfkesine uğramış bir şehirden olduğu için kontrol noktalarından birinde tutuklanmış olabileceğini eklemişti. Sonra, onun gözlerindeki korku belirtilerini görür görmez, onu rahatlatmak için aceleyle, masum olduğu sürece onu en yakın zamanda serbest bırakacaklarını söylemişti.
Aniden, şiddetli bir öksürük nöbetine tutulduğunda kız kardeşinin çektiği acılara dair hatıra şeridi kesildi. Öksürük, onların yanı başında bilincini kaybetmeden önce karlar ortasında yatan iki arkadaşının öksürüklerini, kesik kesik soluklarını ve inleme seslerini hatırlattı. Minsk'e ulaştıklarında, orada yaşayan ve dolar olması şartıyla bir miktar para karşılığında sınırdan kolayca geçmeleriyle ilgilenecek bir Suriyeli ile tanıştıkları andaki sevinçlerinin büyüklüğünü ve kahkahalarını hatırladığında gözleri doldu.
Iraklı doktorun kendisine başkente nakledilip, oradan da ülkesine iade edilmek üzere sınır dışı edilmeden önce bir gün daha hastanede kalacağını söylemesi üzerine büyük bir acı duydu. Güvenlik merkezinde kendisine dönüş yolculuğunun tarihini, pasaportunun ve üniversite diploması dahil olmak üzere sahip olduğu tüm evrakların yola çıkana kadar kendilerinde kalacağını söylediklerinde, dünyanın bütün dağları üstüne çöreklenmiş gibi hissetti. Uçak biletine bakarken nefesi kesildi, çünkü yorucu ve acılı sorular kalbini sıkıyor ve düşüncelerini boğuyordu. Nasıl biriktirdiği ve sahip olduğu her şeyi kaybetmiş bir şekilde geri dönebilirdi? Kız kardeşi, iki küçük çocuğu veya ona dua eden, seyahat etmeye ve kaçmaya teşvik eden akrabalarının ve komşularının yüzüne nasıl bakacaktı? İki arkadaşının ailesinin, daha da önemlisi onlara kötülüğe kapılmaktan korunmayı ve gurbette birbirlerinden başka kimselerinin olmadığını öğütleyen arkadaşının annesinin gözlerine nasıl bakabilecekti? Dahası nereye dönecekti, kendisi oradaki hayatın zorluklarından ve fahiş fiyatlardan, kurtuluş umudunun yokluğundan, iş imkanlarının olmamasından, gıda, giyecek ve ilaç gibi hayatın en temel ihtiyaçlarının bulunmamasından, su kıtlığından ve elektrik kesintilerinden kaçmamış mıydı? Silahların ağırlığı altında azarlanan ve çeşitli şantajlara maruz kalan insanların saflarına mı geri dönecekti? Yahut ülkelerinde onları sadece daha fazla acı, yıkım ve kaybın beklediğinin ayrımına vararak kendisi gibi ülke dışına kaçmalarını sağlayacak pasaportu almaya çalışırken aşağılanan, hor görülen Suriyeli gençlerden oluşan kuyruklara katılmak için mi geri dönecekti? Yüzlerce Suriyeli doktorun son zamanlarda, Avrupa’ya değil, paradoksal olarak yaşamın ve insani durumun, hayati tehlikelerin Suriye’ye göre daha az kötü olduğu bir sığınak haline gelen Somali’ye kaçmak için ülkelerini terk ettiğini bildiği halde nasıl geri dönebilirdi?
Bazılarının şartsız ve koşulsuz kapılarını açtıktan, yüz binlercesini toplumlarına dahil ettikten sonra Batılı ülkelerin çoğunun, daha fazla Suriyeli mülteciyi kabul etme arzusunun sınırlı olduğunu biliyordu. Ancak bu ülkelerden birine sızma ve Suriye'ye dönmeme konusunda kararlıydı. Uçak biletini yırttı ve tekrar sınıra ulaşmak için hazırlanmaya başladı.   Hastanelerinden birinde tedavi gördüğü köye giden bir otobüse bindi. Karanlığın örtüsü ve soğuk rüzgarların altında, o eski sınır ormanının ilk ağaçlarına doğru sürünmeye başladı. İlk başta, biriken karların arasından hevesle ve heyecanla yol alıyordu. Büyük bir azmi ve kararlılığı vardı. Ancak saatlerce süren zorlu yürüyüşün ardından tüm bedenine saldıran şiddetli soğuğu hissetmeye başladı. Kendisini yorgun ve bitkin hissediyordu. Biraz durdu ve nefeslendi. Onu bekleyen kayboluş ve ölüm olsa bile, geri dönme fikrini aklından çıkardı. Hayalini, Avrupa’ya ulaşma, kurtulma, kız kardeşi ile iki çocuğuna iyi olduğunu, acı yaşamlarında onlara yardımcı olacak bir miktar para gönderdiğini söylediği bir mektup yazma hayalini gerçekleştirmekten onu alıkoyacak endişe ve umutsuzluğa ruhunda yer yoktu. Karar verdi ve karanlık yavaş yavaş aydınlanırken, yağan karlar ufku kaplarken ağır ağır da olsa yeniden yürümeye başladı. Ne bir ufkun ne de umudun olmadığı geriye hiç bakmadı. Tek derdi, o sonsuz beyazlıkta ileriye doğru uzanan yolu takip etmekti.