Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Yeni kahramanların zamanı

İnsan son nefesini vermek üzere olan yıla üzülmez ve onu hayatından silmesine izin verilse tereddüt etmez. Yaşamın tadı, doğal, sıcak ve güzel, can sıkıcı şeyler makul, kabul edilebilir ve tahammül edilebilir olduğunda ortaya çıkar. Maskelerin ardında yaşamak, gerekli olsa bile hoş bir yaşam değil. El sıkışmaktan, sarılmaktan, bir masanın etrafında toplanmaktan kaçınmak eğlenceli değil. İnsan sıcaklığı, sıcaklıkların en güzeli, bu yaban ve kötü, sanki her insanla çevresi ve en yakınları arasına dikenli teller çekilmiş gibi bir annenin çocuklarına ve torunlarına sarılmaktan, komşularına yaklaşmaktan çekindiği bir dünyada neredeyse tek teselli.
Yalnızlıkla dostluk dostluk değil ve gerçek sevgi duvarlarla yaşanmaz. İnsan, yuvasının duvarları arasında kalmak için yaratılmadı. Onun kaderi kuşlar gibidir, yani dolaşmak, uçmak, göç etmek ve dönmektir. Bu aynı yerde gidip gelme, devrilme tehlikesi altındaki ağaçların acısını hatırlatıyor.
Yılın son günlerinde insanlar hesaplarını gözden geçirirler. Şehir ve ömür bankasındaki bakiyelerini kontrol ederler.
İş insanları, kaçırılmayan anlaşmaların gelirleri ile kaybedilen anlaşmaların hayal kırıklıklarını gözden geçirirler. Politikacılar, son popülerlik istatistiklerini, kamuoyu eğilimlerini, dezenformasyon bilimindeki son gelişmelerin altını üstüne getirirler.
Çalışanlar, yaşam pahalılığını ve alacakları teşvikleri sorgularlar. İşverenler ise işçilerin beklentilerini boşa çıkarmak için yarım bir gülümseme takınırlar.
Bir gazetecinin yıl sonunda yapabileceği en iyi şey, gitmeye hazırlanan yılın olaylarını gözden geçirmeye girişmemektir. Bunu yaptığında, birçok acı verici sahne bulacaktır. Acıların geçit töreni onu umutsuzluğa düşürecektir. Cimri vatanlarından ya da başarısız hükümetlerinden umudunu kesmiş gençlerin denizde yüzen cesetlerine dönüp bakmak umutsuzluğa düşmek için yeterlidir. Son iki gün içinde sahiplerinin İngiliz topraklarına ulaşamayıp boğulmalarının ardından Erbil'e dönen cesetler bunun en iyi kanıtıdır. Deniz haindir, karaya benzer, zalimdir. Gazetecinin yapacağı gözden geçirme onu, ABD-Rus-Çin üçgeni içinde dönenler ve yeni yıldaki muhtemel sonuçları üzerinde durmaya sevk edebilir. Keza nükleer müzakereler, gazeteciyi Ortadoğu'nun daha ne kadar İran zamanına ve taşıdığı istikrarsızlaştırma rüzgarlarına göre yaşayacağını sorgulamaya itebilir.
Kendime “bu gözden geçirmeden kaç” dedim ve İngiliz komşum Saxton ile parkta bir randevu ayarladım. Ömrünü musiki ve edebiyat bahçeleri arasında bir seyyah gibi geçiren bu adam, artık tek başına yaşıyor ve sadece ihtiyacı olanı almak için dışarı çıkıyor, bastonu dışında hiç kimse ile arkadaşlık etmiyor. Melodiler ve parlak başlıklarla dolu bu Avrupalının, koronanın öldürücülüğü ile Omikron’un ihanetine maruz kalmasından korktum.
Komşum buluştuğumuzda şunları söyledi: “Ben ölümden korkmuyorum. Doksanların başında, bu ziyaretçinin her an sızması doğal ve güçlü bir ihtimal haline geliyor.  Ama ölümcül bir darbe ile salgına karşı zaferini ilan etmeden bu dünyayı terk etme olasılığı beni rahatsız ediyor. Biliyorum dünya tarihi hiçbir zaman tozpembe olmadı. Şiddetli savaşlar, yıkıcı istilalar, yok edilen şehirler ve medeniyetler, öldürmek insanlık tarihinin daimi misafiri oldu. Ölüm kimi zaman insan zulmünün, çoğu zaman bizzat doğanın felaketlerinin ürünüydü”.
Ardından ekledi, “Koronanın ölümcül salgınlar dizisinde henüz ilk sırayı işgal etmediğini ve büyük olasılıkla da bunu başaramayacağını çok iyi biliyorum. Dünya, on milyonlarca kurban alan salgınlar tanıdı. Veba, Kovid-19’dan daha korkunçtu ve kurbanlarının sayısı onu çok aştı. Geçen yüzyılda İspanyol gribi 50 milyon insanı öldürdü ve dünya nüfusunun dörtte birine bulaştı. Dünya, 5 yüz yıl önce çiçek hastalığının 56 milyon insanın ölümüne neden olduğunu unutuyor. Bütün bunlar doğru ama şu anki katliam daha acı çünkü insan aya gittikten, birçok sırrı çözmeyi başardıktan, salgın hastalıklarla mücadele etme gücüne olan güvenini ikiye katlayan bu bilimsel ve teknolojik devrimlerden sonra gerçekleşiyor”.
Çocukken İkinci Dünya Savaşı felaketini yaşayan Saxton şunları da anlattı, "Korona savaşı daha tehlikeli ve şiddetli. İkinci Dünya Savaşı'nda bir sığınakta veya bir duvarın arkasında saklanabilirsiniz. Kırsal bölgelere kaçabilir veya tarafsız ya da saldırıya uğramayan ülkelere sığınabilirsiniz. Korona savaşında müstahkem veya güvenli alanlar yok, ölüm okyanuslardaki en uzak adalara dahi ulaştı. Dünya savaşında silah cepheleri, erkekler ve dayanışma duyguları vardı. Korona savaşı ise insanı panik ve korku içindeki bir adaya dönüştürdü. Bu savaşta insan bir bombadan veya bir füzenin şarapnelinden korkmuyor, çocuğunun, kardeşinin veya iş arkadaşının soluğundan korkuyor. Sanki tehlike her yerde var ve etrafında hareket eden her şey bir tehdit unsuru. Dünya savaşında, yıpratma savaşının sonuçlarının kaçınılmaz olarak ortaya çıkacağına, düşmanın adının bilindik olmasına, bir adresinin bulunmasına, bir gün bitkin bir halde barış, teslim olma veya ateşkes isteğinde bulunacağına güvenirsiniz. Bu hesaplar korona gibi bilinmeyen ve isimsiz bir düşmana karşı geçerli değildir.
Saxton şuna dikkat çekti, “Doksanlarında insan ölümden korkmamalı. Korona ya da başka bir sebeple olsun, bu kaçınılmaz bir sondur. Asıl trajedi, insanlığın ilerlemesine olan güveninin sarsılması, dayanışma düğümünün kopması, normal hayatın özelliklerinin yerle bir edilmesi, insanların maskeler ardında saklanan dehşete düşmüş varlıklara dönüşmesidir. En çok korktuğum şey, daha sonra salgın yaşlanıp, rehinelerinin boyunlarını sıkan eli gevşediğinde ortaya çıkacak insani, ekonomik ve eğitimsel kayıpların boyutudur. İşsizliğin ve yoksulluğun artması, umutsuzluk duygularının birikmesi önümüzdeki yıllarda patlayacak mayınlardır”.
Sohbetimiz bu minvalde devam etti ama 90 yaşındaki tecrübeli komşumun en çok son cümleleri dikkatimi çekti ve düşündürdü, “Benim kahramanlarım; Strauss, Beethoven, Chopin, Mozart’ın yanı sıra Balzac, Proust, Flaubert ve Stendhal idi. Onlar hayran olunmayı ve aldıkları unvanları hak ediyorlardı. Ama şimdi yeni, isimsiz kahramanların, salgınla mücadelede ön hatta yer alanların, hastanelerde hastaları bir seri katilin pençelerinden kurtarmak için mücadele eden erkek ve kadınların hayranıyım. Hayatımı müzisyenlere ve yazarlara hayran olarak geçirdim ama salgın zamanında dünya sadece bilim adamları ve doktorlar tarafından kurtarılıyor”.
Acı verici koşullarda mücadele eden ve bazen özverilerinin bedelini hayatlarıyla ödeyen sağlık ekipleri üyelerini temsil eden yeni kahramanlar fikrini beğendim. Onların azimleri olmasaydı, seri katilin zaten milyonlarla ölçülen kurbanlarının sayısının rekorlar kıracağı yeni kahramanları dünyanın takdirle eğilip selamlaması, bu yıl için en iyi son olacaktır.