Hazım Sağıye
TT

Düzeltilmesi imkânsız olanı düzeltme çabaları!

Sovyetler Birliği'nin yıkılışının yıldönümünde, bu birliğin asla doğmaması gerektiğine inanan kimseleri hatırlıyoruz. Onların hepsi ‘sağcı’ değildi. Aralarında ‘solcu’ olanlar da vardı. Onlar arasında en önde gelen isimlerden biri de ‘Marksizmin Papası’ lakabıyla anılan, Çek bir babayla Avusturyalı bir annenin çocuğu olan Karl Kautsky idi.
Kautsky, birkaç yıl sonra Sovyet Cumhuriyeti'ni ortaya çıkaran 1917 Bolşevik Devrimi'ne karşı çıktı. Rusya'da sosyalizmin inşası için gerekli koşulların oluşmadığını; teröre, kurucu meclisin dağıtılmasına, basının susturulmasına dayalı güvenlik rejiminin bu büyük eksikliği doldurmaya çalıştığını söyledi. Gerçekten de Rusya'daki işçi sınıfı, kelimenin Marksist anlamıyla sosyalist bir sistemi taşıyamayacak kadar zayıftı. Birçoğu iç savaşta öldürüldü. Hayatta kalanlar ise, yeni rejimin kadrosuna girdiler. Dahası daha ileri ülkelerde, özellikle Almanya'da ‘proleter devrime’ bel bağlamak netice vermedi. 1918-1919'da devrimci atmosfer dağıldı ve iki radikal lider olan Rosa Luxemburg ve Karl Liebnecht suikasta uğradı. Alman sosyalistlerinin büyük çoğunluğu, demokratik ve sendikal mücadeleyle, imparatorluğun dağılmasıyla ve alternatif olarak Weimar Cumhuriyeti'nin güçlendirilmesiyle ilgileniyordu.
Ekim Devrimi'nin liderleri olan Lenin ve Troçki, eski öğretmenleri Kautsky'ye sert çıktılar ve onu karaladılar, ateşli bir şekilde devrimi ve yeni çağı savundular. İlki Kautsky'i sapkın olmakla suçlayıp dünyanın onu bu unvanla tanımasını sağlarken, ikincisi ise kendince iç savaş koşulları gerekçesiyle Yeni Ahit’i (ya da yeni dönem) savundu. Bir diğer eleştiri, Kautsky'nin tarihin ‘bilimsel yasalarına’ daha az bağlı olduğu yönündeydi. Yeni rejimi gerici ve otoriter bir rejim olarak konumlandırıyordu. Osmanlı, Habsburg ve Alman imparatorluklarının çöküşüyle ​​imparatorluk dönemi sona ermişti. Rusya'da Bolşevik Devrimi çarlık imparatorluğunu korudu ve komünist bir kılıfla yeniden üretti.
İmparatorlukların çöküşü zamanındaki bu imparatorluğun davranışlarına, sadece içeride değil, dışarıda da güvenlik bilinci hakimdi. Stalinizm, İkinci Dünya Savaşı'ndan kısa bir süre sonraki kuruluşu öncesinde ‘tek bir ülkede sosyalizmi inşa etmek’ üzere ortaya çıktı. Bu proje, Stalin'in ölümünden sonra Berlin Duvarı'nın inşasıyla sonuçlandı ve bunun ıslahının neredeyse imkânsız bir görev olduğu erkenden anlaşıldı. Ekim Devrimi'nin liderlerinden biri olan Nikolay Buharin, belki de bunu ilk deneyen isimdi. Buharin, hapishanede Stalin’i aşağıladığı meşhur mektubunu yazdıktan sonra 1938'de idam edildi. Ardından Nikita Kruşçev geldi ve gerek yurtiçinde gerek yurtdışında dikkate değer reformist adımlar attı. Ancak 1964'te Leonid Brejnev ve onun Stalinci fanatik grubu tarafından devrildi. Üçüncü isim ise, ulaşır ulaşmaz çöken kireçlenmiş bu binaya elini uzatan Mihail Gorbaçov'du. Onun imparatorluk merkezinde denediği şey, çevredeki diğer reformist komünistler tarafından örnek alındı. Burada en azından iki tanesini hatırlayalım: 1956 devrimini bastırdıktan iki yıl sonra idam edildiği için reform girişimleri gerçekleştirilemeyen Macaristanlı Imre Nagy ile 1968'de Prag Baharı’nın bastırılmasının ardından parti ve devletten uzaklaştırılan Çekoslovakyalı Alexander Dubcek idi.
Polonya, eksiksiz iki örnek sundu. Birinci örnek, anti-Stalinist komünist Vladislav Gomulka ile temsil edildi. 1956 Ekim Devrimi ya da Poznan kentindeki işçi protestoları sonucunda partinin liderliğini üstlendi. Adı, ‘Polonya’nın sosyalizme giden yolu’ ile ilişkilenen Gomulka, yolun ortasında hızlıca durdu ve Sovyet mantosunun içine girdi. 1970’te işçi ve halk protestoları onu bir düşman olarak hedef aldı. İkincisi, 1981'de olağanüstü hâl ilan eden General Jaruzelski’yle temsil edildi. Fakat 1989'da Orta Avrupa'da devrimci dalganın başlamasıyla birlikte ‘Yuvarlak Masa’ diyaloğu yapıldı. Komünist rejim çökene kadar bu böyle devam etti ve ardından General Jaruzelski siyasetten ayrıldı.
Avrupa’daki komünist partilerinin deneyimleri de aynı şeyi söylüyor. İtalyan Komünist Partisi bu deneyim açısından en zenginiydi. Parti, 1970'lerin ortalarında Fransız ve İspanyol komünist partileri ile Avrupa Komünizmi konusunda uzlaştılar. Aynı zamanda, Hıristiyan Demokratlarla ‘tarihi anlaşmayı’ sonuçlandırdılar. Reformist lider Enrico Berlinguer kendisi için istediğini fazlasıyla elde etti. Berlinguer, partiyi sosyal demokrat bir partiye dönüştürmek istedi. Sovyetler Birliği'nin çöküşü, isim ve içerik olarak dönüşüm görevini tamamlamak için bir fırsattı.
Bugün Vladimir Putin, Vladimir Lenin değil. Lenin’in derdi, Rusya ve komünizmdi. Putin ise, milliyetçilik, popülizm ve Ortodoks Hristiyanlık ile canlandırdığı ‘Rusya’ ile ilgileniyor. Ona göre kendisine pratik bir avantaj sağlayan şey buydu. Ancak Ukrayna sınırında yaşananlar, bu tek ağırlığın sıradan veya basit olmadığını gösteriyor. Ortada engelleme ve yavaşlatma gibi bir şeyin olduğu görülüyor. Reform ve ilerleyememe konusundaki çaresizlik…