Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

İsrail zamanla, gruplar ise kendi aralarında yarışıyor

Filistinlilerin soru şeklinde yaygın bir nüktesi vardır: “Cezayir'den sonraki başkent neresi?”
Bekleme listesinde Rus mührü ile yenilenecek eski bir davetiye var. Cezayir'in bilindik cömert misafirperverliği biter bitmez, halk tası tarağı toplayıp misafirperverlik sıcaklığının dondurucu soğuklardan daha güçlü olduğu Moskova'ya doğru yola çıkacak.
Aynı soru ile nükteyi tekrarlayalım: Moskova’dan sonra hangi başkent gelecek?
Bakıldığında tablo bir karikatürü andırıyor ancak bu, Filistin uzlaşısı durumuna somutluk kazandıran en gerçekçi şey. Zira öncelikle bu dosyada faaliyet gösteren başkentlerin sayısı çok olduğundan ve 15 yılı bulan yatırımlarının süresinin uzunluğundan dolayı gelecek başkentleri belirlemek güç.
Denizlerin ve okyanusların ötesindeki birlik arayışı, Filistin siyasi sınıfının durumunun sefaletini somutlaştırıyor.
Bunun sebebi Filistin endişesinin Filistin topraklarına odaklanması ve İsrail tarafından Filistin halkına karşı tehlike gelmesi, bunun devam etmesi ve hızlanmasıdır.
İkincisi, endişe ve tehlike denizlerin ve okyanusların ötesinde değil, ülkenin kalbinde ve halkının omuzlarındadır.
Otellerinde uzlaşma yapılması için Filistinlileri davet eden ilk başkent Kahire, Mekke, Cezayir ve diğer bütün başkentlerin iyi niyetlerinden hiçbir kuşkum yok. Ancak iyi niyetli ev sahiplikleri ters sonuçlar doğurdu. Hatta bu ev sahiplikleri, vatan içerisinde birliğin ve sözümona bölgenin çözmek için öncelikleri arasına koyacağı tehlike karşısında omuz omuza vermenin bir alternatifi haline geldi.
Cezayir senaryosu bu dosyayla ilgilenen tüm başkentlerde denendi…
Önce ev sahipleri ve misafirler arasında ayrı ayrı ikili diyaloglar yapar. Sonra ev sahibi çıkan sonuçların herkesi toplantıya davet etmek için uygun olup olmadığını değerlendirir.
Görüşme yapılıp taraflar başka bir başkente gitmeye hazırlanmak için bulundukları başkentten ayrılırlarken ev sahibi için bir gün de olsa bir başarı işareti olan dostça cümlelerden oluşan övgüyle dolu bir bildiri yayınlarlar.
Grupların başarısızlığa rağmen başarı iddiasının müttefiki, bildirilerde söylenenlerden bir satırı bile kaydetmeyen hafızadır. Bu hafızanın bunu yapamayacağı için değil, bu bildirilerde geçenlerin üzerine bahis oynamanın bir işe yaramayacağını düşünmesinden kaynaklanıyor.
Ev sahibi ve konuk arasındaki bire bir görüşmelerden sonra -şu anda olmasa da- bir grup ile diğer grup arasında kesinlikle odalarda görüşmeler yapılır. Bunlar ifadelerin, argümanların, şartların ve özetlerin tekrarlandığı görüşmelerdir.
Başkentlerin diyaloglarından ve konuşma maratonlarından bugüne kadar elde edilen somut sonuçlar, gruplar ile çatışma sahasındaki gerçekliğin ayrı tellerden çaldığıdır. Burada mesele sadece İsrail'in işgalini daimi egemenliğe dönüştürmek için zamana karşı verdiği hummalı yarışta ne yaptığıyla değil, bunun ötesinde ne olduğuyla da ilgilidir.
Filistinli grupların yaptıklarının, söylediklerinin, hazırladıklarının ve halk olarak sırt çevirmekten başka bir çare olmayan ağır bir yüke dönüştüklerini açıkça itiraf etmeden Filistin durumunu yönetme liyakatına sahip olduklarına dair delil toplamalarının hiçbirini halk umursamıyor.
Bu yüke sırt çevirmek hiç yaşanmadı ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) sadece Filistin halkının temsilinde değil, daha da ötesinde, kendisine fiili vatana götüren manevi vatan sıfatı verildiğinde aşılamaz mutlak çoğunluğun efendisi olarak kabul edildiği zaman; devrim zamanında hayal bile edilemez.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen siyasi tabakanın sefaletinden daha ağır basan umut vaat eden pozitiflik taşıyan bir şey var: Filistin olgusu, anavatandaki ve sürgündeki toplumun gücü ile öne çıkıyor.
Bunu, söz konusu fiili gücün geleneksel siyasi ifadesindeki bariz bir zayıflık karşılıyor.
Siyasi sınıfı yaptığı veya yapmadığı şeylerle, vatan üzerinde inşa, sebat ve işgalle yaşamak ve ona boyun eğmek imkansız olduğu için sağlam bir zemin tesis ederek işgalle mücadele konusunda bireysel ve toplu becerilere sahip Filistin olgusunun güçlü ve normal büyümesinden ayırma olgusu pekişti. Mücadelenin her seviyesinde halk girişimlerde bulundu. Bu girişimler işgal gücünü anlaşmalar, kışkırtmalar, aldatmalar ve rüşvet ile aldığı güvenceden çok daha korkutuyor.
Hangi faktör Filistinlilerin haklarını tahrif etmeye çalışırsa çalışsın hakların garantisi olarak bundan daha önemli bir şey görmüyorum.
Filistin davasını yaşatan bundan başka bir sebep var mı?
Tarihi okunması gerektiği gibi okuyalım.