İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Ukrayna krizi hakkında söylenmeyenler?

1990'da bir hafta sonu, hatırladığım kadarıyla eşimle birlikte İngiltere'nin batı kırsalında mezun olduğum okulun kampüsünü ziyaret ettik. Okula gitmek ve sevgili öğretmenlerimle görüşmek adetimdi. Onlardan biri de -bugün 80'li yaşlarının ortalarında- Rus asıllı seçkin bir profesör ve değerli bir dostumdur. Ailesine “Beyaz Ruslar” deniyordu. Beyaz Rusya veya Belarus ile hiçbir ilgileri yoktu. “Kızıl” Bolşevik Devrimi'ne karşı çıkmış ve zaferin ardından Rusya'yı terk etmek zorunda kalmışlardı.
Burada, Çarlık Rusyası'nın Maşrık’taki eski din ve kültürlerle ilgilendiğinden, Şam’daki Rum Ortodoks Melkitleri himaye altına aldığından söz etmek gerekir. “Moskova Okulları” da dahil olmak üzere bu temaslar ve bağlantılar, Bolşevik karşıtı birçok Rus'un bölgemize yerleşmesiyle sonuçlandı. Adı Theodore olan “Beyaz Rus” öğretmenim, komünizme olan güçlü düşmanlığına ve dilini iyi konuşup sevdiği Lübnan’ın Arap ortamında yaşamasına rağmen Rus uyruklu olması ve ana diline hâkim olmasıyla her zaman gurur duyardı. Sonra bir İngiliz meslektaşıyla evlendi ve çalışmak için İngiltere'ye taşındılar.
Sovyetler Birliği'nin, Estonya, Letonya ve Litvanya gibi Baltık devletleriyle başlayan kademeli düşüş dönemiydi. Kafkasya, Orta Asya ve Moldova Cumhuriyetleri’nin bu sürece katılması çok sürmedi. Moskova'dan gelen haberlere göz attığım sırada aklıma öğretmenime bunun hakkında ne düşündüğünü sormak geldi. Bana, “Sevgili İyad, çok iyi biliyorsun ki Sovyet devletini hiçbir şekilde desteklemedim ve tecrübesine de inanmıyorum. Er ya da geç çökeceğini bekliyordum” diyerek cevap verdi. Ardından kararlı bir ses tonuyla şunları söyledi:
“Baltık cumhuriyetlerinin ayrılması ve bağımsızlığıyla ilgilenmiyorum. Orta Asya ve Kafkas cumhuriyetlerinin ayrılmasından da hiç endişe duymuyorum. Bunların hiçbiriyle ne kültürel ne dilsel ne de duygusal olarak hiçbir bağım yok. Ancak Ukrayna ve Beyaz Rusya'ya da bu ayrılık ve bağımsızlık virüsünün yayılmaması beni endişelendirir. O zaman, kimliğimin ve mirasımın yenildiğini ve tehlikede olduğunu gerçekten hissederim. Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya ortak bir kimliğe sahiptir. Biz ortak bir tarihi ve kaderi paylaşan tek bir halkız!”
Bu sözler mevcut sahneyi okumamı etkiledi ve hafızamın derinliklerine kazındı. Avrupa'da ve dünyanın pek çok yerinde sürekli değişen sosyal dokuya dair okumalarımı gözden geçirdim ve aynı zamanda üç Slav cumhuriyetinin önemini ve Kremlin için özel yerini hatırladım. Kremlin, Birleşmiş Milletler'de Sovyetler Birliği'nin yanı sıra Ukrayna ve Beyaz Rusya'yı temsil etmekte ısrar ediyordu. Halk düzeyindeki milli duygulardan bahsetmiyorum bile.
Üstelik demografik iç içe geçiş, etnik karışım ve kültürel ilişkiler siyasi sınırlarla kuşatılmayan gerçeklerdir. Günümüzün büyük Avrupa ülkelerinin çoğu etnik, mezhepsel ve dilsel azınlıkları içerir. Bu azınlıklardan bazısı, İsviçre veya Almanya’da olduğu gibi başarılı federal formüllere göre bir arada yaşıyor. Buna karşılık bu türden başarılı ‘bir arada yaşama’ örneğinin olmadığı durumlar da var. İngiltere ve İspanya gibi ülkelerdeki ayrılıkçı milliyetçi partiler ve hareketler bunun somut örnekleridir.
Onlarca belki de yüzlerce Avrupalı coğrafi ve tarihi isim, savaşlar, derebeyliklerin birleşmesi, imparatorlukların dağılması, alternatif oluşumların ve devletlerin oluşması sonucunda sahneden silindi. Bu nedenle bu isimleri yalnızca ya tarih kitaplarında okuyoruz ya da lehçe ve terimleri karşılaştırırken veya moda, yemek ve halk sanatlarının farklılaşmasında görüyoruz. ‘Avrupa'nın kalbi’ diye nitelendirilen, özellikle yüzyıl içinde iki dünya savaşını kaybettikten sonra kıtanın çalkantılı tarihine ve sürekli değişen haritalarına tanık olan Almanya'da durum gerçekten böyle.
Almanya’nın tarihindeki belki de en ünlü coğrafi adı Prusya'dır. Peki, doğuda Rus sınırlarından Hollanda’ya kadar uzanan büyük Prusya bugün nerededir? Bu büyük siyasi yapı, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kayboldu.
Sonra Avrupa tarihinde önemli bir isim daha var: Saksonya. Ancak şimdi üç eyalete dağıtılmış olmasının dışında Alman idari bölümlerinde ona rastlamıyoruz: Saksonya, Saksonya-Anhalt ve Aşağı Saksonya.
Almanya için bahsettiğimiz bu durum İtalya, Fransa ve elbette Rusya için de geçerlidir. Burada, Ukrayna krizi ışığında sayısal hesaplamalar her ne kadar kritik bir öneme sahip olsa da kimlik, duygusal bağlılık ve kültürel aidiyet gibi meselelerin de unutulmaması gerekir. Belki de tüm bu meseleleri ‘kader birliği’ şuuru başlığı altında toplayabiliriz.
Araplar olarak, yoğunlaşan kuşatmaya ve zayıflatma girişimlerine doğal bir tepki olarak ortaya çıkan kader birliği duygusunu tam olarak anladığımızı düşünüyorum. Buna göre Vladimir Putin gibi siyasi ve milliyetçi geçmişe sahip biri, Soğuk Savaş’ın Sovyet İmparatorluğu'nun yenilgisi ile sona erdiği fikrini asla hazmetmedi ve onun yıkıntıları üzerinde tek kutuplu bir Amerikan hakimiyetinin yükselmesini kabul etmedi. Putin, uzun bir süre reddettiği bu gerçeklik karşısında büyük bir esneklikle yaşadı. Boris Yeltsin'in mirasını devraldığı günden beri iki şeye odaklandı: Mümkün olan en kısa sürede, mümkün olan tüm araçlar ve ittifaklarla iç yapıyı yeniden inşa ve muzaffer rakibi ABD’nin yorulmaya başlamasını beklemek.
Rus lider yirmi yıl içerisinde bu arzusunda uzun bir yol kat etti. Rusya'nın askeri gücünü etkin bir şekilde yeniden yapılandırdı ve kırılganlık belirtileri göstermesinin yanında özellikle dünya düzenin geleceğine ilişkin bakış açılarında neredeyse çelişkili bir durum arz eden iki başkanlık döneminin ardından ABD karşısında ulusal gurur ve ulusal güvenlik duygularını uyandırmaya yatırım yaptı. Şüphesiz Putin, ya bir rakip olarak ya da ortak düşman karşısında müttefik olarak Çin'in yükselişinin kaçınılmaz etkilerinin de farkındadır. Belki de bu, Rusya Devlet Başkanı'nın dün Pekin'deyken göndermeyi planladığı sinyaldi. Buna karşılık Joe Biden’in yönetiminde olan Washington, iki eski komünist devle ilişkilerinde önceliklerini belirleme konusunda hala kafası karışık bir haldedir.
Her halükârda, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) sınırlarının Ukrayna'yı da içine alacak şekilde genişlemesi, Rusların gözünde olduğu kadar Rusya'nın servetinden ekonomik olarak faydalanan bazı Avrupalılar için de haksız bir provokasyondur. Bununla birlikte Avrupa ülkelerinin NATO’nun içinde karşı karşıya gelmede çıkarları yoktur. Nitekim “Atlantik” mantığında "kolları esneterek" puan kazanılabilir. Putin, içine düşmüş olabileceği ‘bıçak sırtı’ politikasından son iki haftada kaçındığını söylüyor.