Rami er-Rayyes
Lübnanlı gazeteci
TT

Büyük çöküşlerin çağı!

Ukrayna'daki savaşın gidişatını, izlenecek siyasi ve askeri yönelimleri, bu yönelimlerin uluslararası siyasete yansımalarını ve Orta Doğu'da beklenen etkilerini tahmin etmek için henüz çok erken olabilir. Rusya tarafından Ukrayna’da direkt ve hızla çöküşlere yol açacak ani ve hızlı bir askeri operasyon gibi görünen şeyin aslında öyle olmadığı ve en nihayetinde Rusya ‘zafer’ kazansa bile bunun çeşitli düzeylerde ağır bedelleri olacağı anlaşıldı.
Hiç şüphesiz Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından uluslararası ilişkilerin seyrini kontrol eden ve bu ilişkilerde baskın olan tek kutupluluk, ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan dönemin sona ermesinin ve özellikle Rusya’nın askeri olarak doğrudan Suriye savaşına girmesinin ardından Moskova'nın Orta Doğu'daki nüfuzunun yavaş yavaş genişlemesiyle kırıldı. Rusya’nın Suriye savaşına girmesi düşmenin eşiğine gelen Suriye rejiminin yeniden ayaklanmasını sağladı. Rusya’nın Libya ve diğer bazı bölgelerdeki rolü de en az Suriye’deki rolü kadar önemliydi.
Avrupa'nın ABD’ye neredeyse tamamen boyun eğmesi, Çin'in gelişmiş uluslararası ekonomik sıraları işgal etmekle meşgul olması ve ABD’nin birçok dönüm noktasında Orta Doğu’ya yönelik politikalarının başarısız olması; bunların hepsi eski bir emperyal geçmişe ve Sovyetler Birliği'nin Soğuk Savaş ve vekalet savaşları ile hummalı kutup rekabetinde kendisini gösterdiği komünist dönemde sahip olduğu muazzam gücün tarihine dayanan Rusya'nın rolünün ivmesini ve gücünü geri kazanmasına yardımcı olmuş olabilir.
Rus ekonomisinin sert ekonomik yaptırımlar, SWIFT (Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication - Dünya Bankalar Arası Finansal Telekomünikasyon Derneği) uluslararası finans sisteminden çıkarılması ve çeşitli sektörlerde fiyatlarda görülecek önemli ölçüde artış ve ulusal para biriminin değer kaybetmesi nedeniyle büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalacağı kesin. Ancak daha kesin olan şey en çok zarar gören tarafın Rusya’daki otoritenin değil, orta sınıfın olacağıdır.
Son yıllarda uluslararası çatışmalarda yoğun bir şekilde kullanılan yaptırım uygulama sistemi, yöneticilerin değil, her zaman halkların toplu olarak cezalandırılmasına yol açmıştır. Irak'a uygulanan yaptırımlar bunun doğru olduğunun en bariz örneklerinden sadece biri. Irak’ın eski Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’in rejimi, yaptırımlarla değil, 2003'te ABD’nin doğrudan askeri işgaliyle devrilmiştir.
Büyük ihtimalle Batı'nın ekonomik yaptırımlar ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in ve rejiminin düşeceğine güvenmesi, delilik değilse bile hayalden başka bir şey değil. Yaptırımlar Irak'ta Saddam'ı devirmediyse, Rusya'da Putin'i nasıl devirsin? Bu noktada sonuçlarının yönettikleri halklar için felaket olup olmadığını bir tarafa bırakırsak, bazı liderlerin makamlarına ve koltuklarına tutunmaya dayalı yüksek motivasyon aldıkları davranışlarını nereye koyacağız?
Orta Doğu'da, bazıları coğrafi mesafenin uzak ve önemsiz olduğunu düşünse de Avrupa'nın eteklerinde dönen savaşın gidişatından etkilenecek birçok mesele var. Küresel köy düşüncesi bu önemli anlarda etki ediyor. Ekonomik anlamda iç içe geçmişlik ve karşılıklı ticari alışveriş yapılması savaşlar patlak verdiğinde en çok etkilenen alanlardan sayılıyor. Endişe verici ekonomik ve sosyal krizlerden musdarip olan Lübnan, Suriye, Yemen ve diğer sıkıntılı Arap ülkeleri, birden fazla düzeyde ekstra bir kayıp yaşayacaklar.
Öte yandan İsrail, Suriye'deki gelişmelere ilişkin Moskova ile olan anlaşmalarını savaşın patlak vermesinin sonucunda etkilenmesinden korumanın yollarını arıyorsa, o zaman Filistin unutulmuş bir konu olarak kalacak. Bu konuda kayda değer bir ihlal yaşanması beklenmiyor. İsrail, Rusya tarafına ve Suriye’nin doğal olarak cevap verme hakkını saklı tuttuğunu ifade ettiği -ki Şam, 50 senedir işgal altındaki Golan Tepeleri’ni kurtarmak için kılını bile kıpırdatmadan bu hakkını saklı tutuyor- tekrar tekrar yaptığı yapmacık kınama açıklamalarına bakmaksızın hedeflerini, Şam’daki bölgeleri ve Suriye’nin geri kalan kısımlarını bombalamaya devam edecek.
Batı'nın İsrail'in vahşiliğini ve Filistin halkına yönelik saldırganlığını göz ardı ederek tarih boyunca benimsediği çifte standart politikasının ışığında, geçen yüzyılda halkların kendi kaderini tayin etme hakkını destekleyen ve işgali, sömürgeciliği ve apartheid rejimini reddeden solcu seslerin çoğunu kaybeden Washington'dan veya Avrupalı ​​müttefiklerinden pek bir şey beklenmiyor.
Büyük sorun şu ki, patlak veren savaşta yaptırımlar, savaşı engellemek için yeterli değil. Askeri olarak savaşa dalınması, durumu, her zaman nükleer kulüp üyelerinin aslında kullanmayı düşünmeyerek sadece ima ettikleri bir kart değerinde olan tehlikeli nükleer seçeneklere açık hale getirerek savaşın yalnızca daha fazla alevlenmesine ve tırmanmasına yol açacaktır. Nükleer bomba kartı, 2. Dünya Savaşı'nın son aşamasında Hiroşima ve Nagasaki'de olduğu gibi feci sonuçlar doğurmasından ötürü savaşta gerçekten kullanılacak bir araç olmayarak sadece caydırıcılık ve uluslararası siyasi nüfuzu ikiye katlamak için kullanılan güçlü bir karttır.
Yeni dünyanın daha az güvenli, daha az istikrarlı, daha yoksul ve daha savaş dolu olacağı aşikar. Asgari derecede uluslararası istikrarı korumaya yönelik yazılı olmayan siyasi kurallar yavaş yavaş yok oluyor. Büyük çöküşler çağındayız.