Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Azalan kaynaklar, artan israf

Küresel ısınma son yıllarda çokça konuşulan, engellenmesi için uğraşılan problemlerden sadece birisi… Dünyanın ısısının normale göre 2 derece artması, dünyanın mevsimler başta olmak üzere tüm sistemini bozma ihtimali taşıyor ve kaynakların yok olması gibi önemli tehditler ile karşı karşıyayız. Ve küresel ısınma, belli bir bölgenin değil tüm dünyanın ortak sorunu, bu nedenle Paris İklim Anlaşması gibi anlaşmalar ile alternatif tarım yöntemleri gibi birbirinden oldukça farklı ama aynı amaca hizmet etmesi düşünülen projeler gündeme geliyor.
Küresel ısınma tehdidi yeni bir durum değil ancak olumsuz etkileri son yıllarda daha görünür oldu. Son yıllarda tüm dünya bir şeyi daha ortak şekilde tecrübe etti; COVİD 19 salgını. Daha yakın zamanda ise Rusya’nın, Ukrayna’yı işgali ile başlayan bir savaşa şahit olduk.
Küreselleşme öncesinde de dünyada ülkeler arası ilişkiler, bağımlılık vardı ama küreselleşme ile bu zirve noktasını gördü. Küreselleşme sadece bir ekonomik sistem değildi aynı zamanda kültürel olarak da Batı merkezli bir yaşam biçiminin dünyanın farklı birçok yerine ulaştırıldığını gördük. Bugün küreselleşme artık eski etkisinde olmasa bile geçmişte oluşturduğu etkilerini hem yaşıyoruz hem de sindirmiş durumdayız. COVİD 19 salgınının bu kadar yayılmasında elbette küresel dolaşımın oluşturduğu sınırlar ötesi her tür ulaşımın etkisi vardı. Azalan kaynaklar konusu da böyle… bir yerde azalan kaynak problemi varsa, o orada kalmıyor ve ora ile bağlantılı her noktayı etkiliyor. Küresel ısınmanın da etkisiyle, işte bu hepimizi etkileyecek kaynak azalması ve hatta kaynak kıtlığı son hızla üzerimize doğru geliyor.
Eş zamanlı olarak uluslararası ortamda da değişim yaşanıyor. Dünyanın “ağabeyi” rolünü üstlenmiş, bir dönem iyi oynamış ama artık iyice yorulmuş olan ABD, uzun süre bu “ağabeylik” rolünü Ortadoğu’da oynamıştı ama mesele başladığı yerden geri döndü ve Suriye’deki çekimser tavrı, izolasyon politikaları ile artık Ortadoğu’ya fazla müdahil olmayacağını deklare etti. Diğer yandan da Ortadoğu’dan tamamen ayrılmak, orayı gözden çıkartmayı istemiyordu ve herhangi bir maliyet, külfet altına girmeden, bölgeyi de gözden çıkartmadan son dönem büyüyen iki rakibi Rusya ve Çin ile Asya’da rekabeti sürdürmek istiyordu. Tam bu esnada yani kaynakların azaldığı, virüs salgının etkilediği, küresel boyutta ekonomik problemlerin olduğu bir dünya konjonktürü içinde Rusya, Ukrayna’yı işgal etti ve doğrudan olmasa da ABD ve Rusya karşı karşıya geldi.
Rusya ve ABD’nin ve hatta Avrupa’nın, Ukrayna işgali nedeniyle karşı karşıya gelmesi, azalan kaynaklar, virüs salgınının olumsuz etkisinin yanına bir şey daha ekledi; işgal nedeniyle yaptırımlara maruz kalan Rusya’nın elindeki kaynakları: Petrol ve doğalgaz… Rusya, ABD ve Suudi Arabistan'ın ardından dünyanın üçüncü büyük petrol üreticisi ve Rusya'nın ihraç ettiği yaklaşık beş milyon varil ham petrolün yarısından fazlası Avrupa'ya gidiyor. ABD, petrol konusunda Rusya’ya fazla bağımlı değil asıl bağımlılık Avrupa için geçerli ama Avrupa’nın da doğalgaz için Katar ya da Cezayir’e yönelme imkanı var tabi bu kısa sürede mümkün değil zira üretimi çok hızlı bir şekilde arttırmak kolay değil. ABD’nin alternatifi de Suudi Arabistan, Suudi Arabistan’ın petrol üretimini arttırmasını istiyorlar ancak Suudi Arabistan çok haklı olarak petrol fiyatlarının düşmesini istemiyor. Tabi tüm bunlar olurken küresel boyutta, bu tip kaynakların da fiyatı yükseliyor. Ve bu kaynaklara anında ulaşım sağlayamıyorsunuz zira meselenin teknik yönü var, boru hattı denilen şey birkaç haftada döşenmiyor. Bu durumda ortaya şöyle bir şey çıkıyor; Batı için eski önemini kaybeden, gözden çıkarılan Ortadoğu kaynaklar nedeniyle tekrar önemli bir hale geliyor. Yani, her daim kendilerine yer bulan stratejist görünümlü komplocular, tıklanma rekortmenleri, yarın olacağı dünden bildiğini iddia edenler aslında açıkta kalıyor çünkü yakın zamanda kadar Batı için önceliğin Asya olacağı konuşuluyordu, Asya önemini kaybetmemiş olsa dahi Ortadoğu’nun yeniden önemli olacağından kimse bahsetmemişti, öyle değil mi?
Azalan kaynaklara dönecek olursak, insanlık için tehlike çanları çalmaya devam ediyor. Tedarikçiler değişse bile kaynaklar bir şekilde azalıyor ve fiyatları artıyor. COVİD 19 bitmiş gibi davranılsa da bir süre daha bizimle olacağını söyleyenlerin sayısı az değil ve bu ve bunun gibi salgınlar üretimin aksamasına ve hatta durmasına neden oluyor. Tarım mevsim değişikliğine, azalan suya bağlı olarak daha az verimli bir hale geliyor ve bilimsel gelişmelere, gıda yeterliliğine bağlı olarak hem nüfus artmış durumda hem de ölüm yaşları yukarıya doğru çıkmaya devam ediyor. Yani bırakın petrolü, doğalgazı en az onlar kadar önemli olan buğdayın da bir yandan fiyatı yükselirken diğer yandan üretimi dağıtımı azalıyor… kaynaklar azaldığı gibi kaynaklara ulaşım da zorlaşıyor.
Tüm bunlar olurken bizler neler yapıyoruz?
Yönetici elitten, ulus ötesi büyük şirketlere ve sıradan vatandaşlara kadar hemen hemen hepimiz hunharca tüketmenin, israfın tarafı oluyoruz. Küresel ısınma, aşırı tüketim, kirletilen ve bunlara bağlı olarak azalan su kaynakları, buna bağlı gıda kaynağı azalması hiç dikkat edilmeyen ama aynı zamanda en büyük tehlike olan şekliyle başucumuzda duruyor. Bu bana bir filmin son sahnesini hatırlatıyor; iki yerli kabile kendi aralarında birbirlerini yok etmek için savaşırken, tam o esnada topraklarının deniz kıyısına beyaz adamın içi barut ve silah dolu gemisi yanaşmaktadır, tam birbirlerini öldürmek için birbirlerini yakalamak üzere olan iki kabile reisi hiç bilmedikleri bu düşmanın yaklaştığını gördüklerinde artık kendi aralarındaki savaşın bir anlamı kalmaz ve ikisi de bu ortak düşmandan kaçmak için ellerindeki okları bile fırlatarak ormanların derinliklerine doğru kaçarlar. Kaçacak vakit henüz varken, kaynakları koruyup, israfı azaltmaktan başka çaremiz yok. Çünkü düşman bu kez beyaz tenli ya da siyah tenli ayrımı yapmayacak ve israf edilen her damla suyun yokluğunu her birlikte yaşayacağız.