İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

Putin'in Rusya’sı ve kimlik soruları

Bugün Ukrayna topraklarında Rusya ile Batı dünyası arasında devam eden savaşın arka planına bakıldığında, tarihin günümüzle bağ kurduğu görülüyor.
Putin, ‘Rusya'nın güvenliğini transatlantik genişlemeden korumak ve Rusça konuşan Ukrayna vatandaşlarının haklarını savunmak’ için savaşıyor. Ancak Rus kimliğinin tarihsel köklerini ve Avrupalı ​​komşularıyla olan belli belirsiz ilişkilerini göz ardı etmemek gerek. Bu ilişkilerin bir tarafında, uzlaşma ve kültürel bağların yakınlaştırılmasıyla birlikte sınırları Atlantik kıyılarına kadar uzanan Avrupa hırslarından duyulan endişe nedeniyle bir koruma aranırken; diğer tarafta Rusya ile her alanda rekabet eden yeni bir imparatorluk haline gelen büyük bir güç var.
Rus liderler tarih boyunca ülkenin kimliğini belirlemek için hararetle çalıştılar. Avrupa kıtasının doğu sınırında yer alan bu ülkenin geniş topraklarının büyük bir kısmı -Sibirya'ya kadar- Asya yakasındadır. Aynı zamanda Büyük Petro ve Katerina'dan bu yana ve 18. yüzyıl boyunca Avrupalı ​​komşularına güvensizlik duygusuyla karışık kıskançlıkla baktı. St. Petersburg, Büyük Petro’nun Rusya'yı Avrupa uygarlığına bağlayacak bir proje için pilot bölge olarak seçmek istediği bir metropol ve başkentti. Yöneticilerin değişen ruh hallerine göre ismi Petrograd'dan Leningrad'a birkaç kez değişmesine rağmen Avrupa klasisizminin zarif binaları, kültür kurumları ve zengin müzeleri ile öne çıkmaktadır.
Ardından Bolşevik devriminin liderlerinin kararıyla Rus başkentinin Moskova'ya taşınmasıyla işler değişti. Bundan amaç ise, bir kopuş ilan etmek ve Avrupalı kimliğine bürünme arzusundan vazgeçmekti. Lenin ve yoldaşları bu kimliği, devrimle kökünden atılmak istenen burjuvazinin tezahürlerinden biri olarak görüyorlardı.
Birinci Dünya Savaşı, Moskova'nın yörüngesindeki birçok ülkeyle olan bağını kopardı. Rusya, kaybettiği savaşın ardından yaptığı anlaşmayla Polonya'dan, Finlandiya'dan, Ukrayna'dan ve üç Baltık ülkesinden mahrum kaldı. Başka bir dünya savaşının patlak vermesi ve Rusya'nın bu kez galiplerin yanında yer alması yetmiş yıl sürdü. Rusya, komünizm yanlısı partilerin egemenliği ve doğrudan askeri destek yoluyla Avrupa kıtasının yarısı üzerindeki nüfuzunu tekrar kazandı. Fakat Batı dünyası ile kültürel ve medeniyetsel (ve elbette siyasi) yabancılaşma devam etti. Bu süreçte bazı istisnalar da oldu. Stalin'in mirasını düzeltmeye çalışan Nikita Kruşçev döneminde Sovyetler Birliği ile Batı ülkeleri arasında bazı kültürel alışverişler oldu.
Sovyetler Birliği'nin çöküşü Rusya'yı tekrar Avrupa ailesine döndürebilirdi. Batılı hükümetler, Rusya'nın -vesayetinden çıkan Doğu Avrupa ülkelerinden daha fazla- demokratik bir sistemle Batılı hükümet tarzını benimsemeye daha yakın olacağına bel bağladı. Gorbaçov'un sloganları birçok Batılı politikacı ve stratejisti cezbetti. Artık Rus sayfasının sonsuza kadar dürüldüğünü düşündüler. ‘Glasnost’ ve ‘Perestroyka’ reform hareketleri hakkında birçok kitap ve makaleler yazılıp çizildi. Çoğu kişi Rus kimliği, ulusal duygular ve aidiyet sorunlarını unuttu.
Batı bu zaferi kutlarken, milyonlarca Rus Sovyetlerin çöküşünü bir felaket olarak değerlendirdi. Kendilerine makul sınırlar içinde bir sosyal güvenlik alanı sağlayan ekonomik sistem artık son bulmuştu. ‘Büyük güç’ statüsüne sahip bir imparatorluğun sonu gelmiş ve ülkenin uzun tarihi ile bağlantılı Rus kimliği kaybolmuştu. Dahası kendilerini işgal eden kapitalist sistem, ülkedeki kurumların özelleşmesi ve sermayenin oligarkların elinde bir servete dönüşmesiyle sonlandı.
Putin yönetimine ‘Avrupalılardan kopuşla’ başlamadı. Ona göre Avrupa büyük bir güç olabilir ve ‘uluslararası siyasette güç ve bağımsızlıkla karakterize bağımsız bir merkez’ oluşturabilirdi. Putin, Avrupa projesinin ABD’nin hegemonyasından bağımsız olmasını amaçladı ama projenin özüne ilişkin bir konuyu ihmal etti ki, Gorbaçov ve Yeltsin bunu yeni bir iktidar modeli olarak görmüşlerdi: Avrupa ülkelerine egemen rejimler modelinde liberal-demokratik sistem.
KGB'li Putin’in tercihi, ‘liberalizme ve sandıklarda özgürce oy kullanılmasına izin vermeyen’ otokratik bir tercihti. Kiev'deki ‘Turuncu Devrim’, sınırlarında büyüyen projeyle ve enfeksiyon riskiyle ilgili endişelerini derinleştirdi. ABD-Avrupa ittifakı tarafından etrafına ‘demokratik bir komplonun’ dikkatlice örüldüğünü hissetti. Ukrayna hem Rus kimliği için ne anlam ifade ettiği hem de Kiev’in Rus Ortodoks dininin ortaya çıkış merkezi olması sebebiyle açık bir örnektir.
Putin, Rus kimliği sorununu çözdü. Öyle ki Stalin döneminde işlenen suçlar ve işkence altında can veren milyonların anıları bile artık kınanmaya ya da ağıt yakılmaya değer bir konu değil. Moskova basını, özgürlükleri ihraç kisvesi altında sahte bahanelerle ülkeleri işgal eden Batı'dan ahlaki dersler almaya ihtiyaç olmadığını yaymaya başladı. Sovyet dönemi Putin'in gözünde bir gurur kaynağıdır. Zira sanayi, bilim ve teknoloji alanlarındaki ilerlemelerin yanında Nazizm’in yenilgisindeki en büyük payın sahibidir.
Putin, Rus kimliği sorununu çözdüğü kadar, ‘Rusya ile Avrupalı ​​komşuları arasındaki ilişki’ sorununu da çözmüştür. Bir Avrupa başkentinin -ister kültür, ister spor, ister medya, isterse de siyasette olsun- Rus etkinliğini benimsemesinin uzun zaman alacağı artık bir gerçekliktir. Bir Rus liderin Avrupa'daki bir havalimanına inişi için ise muhtemelen Putin'in zamanından başka bir zamanı beklemesi gerekecektir.