Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Çin'in Tayvan'ı geri aldığı gün

Görevli paniğe kapıldı. Gelen satırlara inanamadı. Tekrar okuyup teyit etti. Başkan ne kadar yorgun olursa olsun uyandırılmalıydı. İstihbarattan ve Genelkurmay Başkanından gelen mesajlar hızla arttı. Bıçak kemiğe dayanmıştı. Beyaz Saray efendisinin mahmurluğu kayboldu. Haberi duyunca şöyle bir gözlerini ovuşturdu. Bu bir problem değildi. ABD’yi eşi benzeri görülmemiş bir intihar sınavına tabi tutan ve tüm dünyayı iblisin avucuna düşüren bir felaketti.
Başkan pijamalarıyla alelacele telefonuna koştu. Almanya Başbakanı’nı, Elysee Sarayı’nın efendisini, Downing Caddesi'ndeki 10 numaralı dairede oturan başbakanı ve Japonya liderini uyandırdı. Japonya liderinin şaşkınlıktan dili tutulmuş gibiydi. Yönetim erkânı, olaylar yüzünden endişeleri yüzlerine yansımış bir şekilde başkanın yanına geldi. Ulusal Güvenlik Danışmanı, Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü ve madalyalı bir avuç üst düzey askeri personel vardı. Başkan gerçekten kör talihli olduğunu ve durumun almak zorunda olduğu zehir türleri arasında seçim yapmak gibi bir şey olduğunu düşündü.
Olanlarla ilgili olarak orada bulunanları bilgilendirmeye gerek yoktu. Twitter’da olayla ilgili paylaşımlar başını alıp gitmişti. Büyük medya kuruluşları, önde gelen sunucularını uyandırdı. Şi Cinping, Mao Zedong'un yapmaya cesaret edemediği şeyi yapmıştı. Kopmuş toprağı asıl vatanına geri katan tek lider olarak ülkesinin tarihine geçmek üzere Çin ordusunu Tayvan'a göndermişti.
Kremlin'in efendisi uyandı ve kurmay subayını çağırdı. Ekonomisi yaptırımlar yüzünden çok fazla kan kaybediyordu. Ancak şimdi oyun, daha büyük ve daha tehlikeliydi. Kısa ve alaycı bir gülüş atarak şöyle dedi: “ABD dönemi sona erdi.” Bu sırada Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) generalleri cihazlarında, gerçeğe dönüşmeyeceğini sandıkları korkunç senaryolardan bahsediyorlardı. Mao'nun tahtında oturan adamın ve dünyanın ikinci ekonomisinin, Tayvan uğruna ülkesinin kaderini riske atmayacağı yanılsaması içindeydiler. Meyvelerin, baskı altında olgunlaşıp düşmesini bekleyeceğinden ve büyük macera patikasından uzak durarak İpek Yolu’nda yürümeye devam etmeyi tercih edeceğinden emindiler.
ABD Başkanı yönetiminin önde gelen liderleriyle, NATO komutanlarıyla ve müttefik Asya ülkelerinin başkanlarıyla görüş alışverişinde bulundu. Askeri seçeneğe başvurulması, nükleer bir çarpışmanın ve küresel ekonomik yıkımın tohumlarını içerdiği için intihar etmek anlamına geliyordu. Ekonomik yaptırımlar uygulamak ve olup bitenlerin ve kendilerini bekleyebilecek şeylerin dehşetinden tir tir titreyen komşu ülkelere ölümcül silahlar göndermekten başka çare yoktu. New York'ta Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri, kafasına acı verici darbeler almış gibi uyandı. Stalin'in, Roma Katolik Kilisesi liderinin (Papa) emirlerine uyan askeri birlikler hakkında konuşurken takındığı alaycı tavrı hatırladı. Uluslararası hukuku hatırlatan sert bir açıklama yapacaktı. Daimî üyelerden biri doğrudan çatışmaya dahil olduğunda, BM Güvenlik Konseyi'nin hiçbir rolünün olmadığını biliyordu. Herhangi bir kınama girişimi veto kılıcıyla çarpışacaktı. Genel Sekreter yapması gerekeni yapacak ve görev süresinin bitimine hazırlık için gizlice yazdığı günlüğüne bu korkunç bölümü ekleyecekti. Bu sırada büyük çöküşü haber veren kırmızı işaretler, borsaların ekranlarını işgal ediyordu. Sanki dünya intihar ediyordu.
Ukrayna'daki Rus savaşından önce, bu yazının açılışını yaparken kullandığım bu senaryo gibi bir senaryo hayal etmek imkansızdı. Şu anki Çin liderinin yükselişini takip etmek, seleflerinin mirasını, ‘küresel köy’ün koşullarını ve geçtiğimiz yıllarda hâkim olan uluslararası sistemin dengelerini çok iyi bilen ve doğru hesaplamalar yapan bir adam profili ortaya çıkarıyor. Kendisini yıllar önce Davos'ta dinlemiştim ve içimi Çin Komünist Partisi (ÇKP) liderine küreselleşme, sermaye akışı, yatırım projeleri ve kalkınma meselesinin gerçekten emanet edilebileceği hissi kaplamıştı. Ülkesinin yüz milyonlarını yoksulluktan kurtarma ve Washington'ın refah, ilerleme ve istikrar için tek ve zorunlu yol olarak gördüğü modeli benimsemeden büyük bir teknolojik sıçrama kaydetme başarısı, adama olan hayranlığımı iki katına çıkarmıştı.
Şi’nin destekçileri arasındaki imajı, onun, ülkesini ve başarılarını sonuçları ve etkileri tahmin edilemez bir depreme sürükleyebilecek kumarbazların kumaşından olmadığını düşünmelerini sağlıyor. Ancak Ukrayna'da görmeyi beklemediğimiz acımasız sahnelerin baskısı altında ve Rus ordusuyla verilen çetin mücadelenin bir sonucu olarak bu satırları yazıyoruz.
Vladimir Putin'i Kremlin'e girdiği andan beri izliyorum. Rusya'nın, Berlin Duvarı'nın yıkılışına ve ardından Sovyetler Birliği'nin çöküşüne yakından tanık olan eski bir KGB subayını kullanması dikkat çekiciydi. Önceden Moskova'yı tanıyan komünistlerden Putin’in, selefi Boris Yeltsin döneminde dünyanın bildiği zayıf ve dişlerini gösteremeyen Rusya sayfasını kapatmak için ordu ve güvenlik teşkilatının aldığı kararın bir meyvesi olduğunu duymuştum. Yıllar geçtikçe, popüler olmayan başkanın her zaman Sovyet yarasını, Batı'dan intikam alma projesini ve Sovyetler Birliği'nin müzelerde yatan bazı ‘servetlerini’ geri alma hayalini aklından çıkarmadığı anlaşıldı. Ancak Putin'in becerikli olduğuna inanmam, Rus kuvvetlerinin Ukrayna'yı bu şekilde işgal edeceğine ihtimal vermemi imkansızlaştırıyordu. Batı modelinden, renkli devrimlerden ve sivil toplum aktivistlerinden nefret ettiği herkesçe bilinen bir gerçekti. Ancak Ukrayna rejimini sarsacağını ve sadece bir kurtarıcı olarak müdahalede bulunacağını sanıyordum. Bu düşüncem, Suriye'deki tecrübesine dayanıyordu. Nitekim Suriye’de Beşşar Esed rejiminin son cankurtaran ipi olmak, İran'ın ‘hilal’ ile iletişiminin kesilmemesi için acil bir gereksinimi ve Suriye'nin köktencilik ve terörün pençesinde görülmemesi için bölge ülkelerinin ihtiyacı haline gelmek için uzun bir süre bekledi. Putin, Rusya'nın Suriye'ye askeri olarak müdahale etmesinin zeminini hazırladı. Bölge halkı bunu kabul etti ve dünya da buna razı oldu. Kırım meselesini bile en az kayıpla atlatmayı başardı.
ABD’nin Sovyetlerin çöküşünün ardından elde ettiği büyük zaferini yanlış yönettiği aşikâr. Tarihin sancıları ile coğrafyanın köprüleri arasında bocalayan yaralı bir Rusya ve Türkiye'yi barındırmak için Avrupa alanını ciddi bir şekilde genişletmeye çalışmadı. Amerika, halklarının arzularına, kültürlerinin renklerine ve toplumlarındaki dönüşümlerin olgunluk seviyesine göre başkalarına ilerleme hakkı tanımak zorundaydı. Deneyimleri, kültürleri, gelişim aşamaları ve istikrar koşulları farklı olan toplumlara Batı modelini dayatmak mümkün değildir. ABD, düşmanları ve müttefikleri ile derin bir yanlış anlama içine düşmüştü.
ABD, daha az tehlikeli bir dünyanın temellerini atmasını sağlayacak altın fırsatı kaçırdı. ABD, farklı toplumlara tek tip kıyafet giyme zorunluluğu getirerek, yönetilmesi mümkün olmayan dünyayı anlamada açık bir zayıflık gösterdi. Tabi bu, sadece ABD’nin sorumlu olduğu anlamına gelmez. Eski imparatorlukların ‘dar’ haritalara hapsedilmiş yetimleri de sorumlu. Ancak birçok sıkıntıya açık olan tehlikeli bir dünyadayız. Bir gazetecinin, Şi Cinping'i Mao'nun yapamadığını yapıp Tayvan’ı askeri güçle geri alarak, dünyayı çıkmaza sokup sarsıntıların merkezine yerleştirerek şaşkına çevirdiğini hayal etmesine izin veren bir dünya…