Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Din, devlet ve siyaset

Din, devlet ve siyaset ilişkileri, günümüzde en çok   tartışılan problem alanlarının başında gelmektedir Din, devlet ve siyaset arasında günümüzün sosyal, siyasal ve hukuki ihtiyaçlarına uygun yeni bir ilişki tanımlamasının yapılması gerekmektedir. Din, devlet ve siyaset ilişkileri bağlamında iki temel yaklaşımın ortaya konulmasına içselleştirilmesine ve kurumsallaştırılmasına ihtiyaç vardır.  Devlet ve dinin birbirinden ayrılması, birinci temel yaklaşımdır. Hak, onur ve özgürlük sahibi insanlar olmak için din ve devlet birbirinden ayrılmalıdır. Devletin, dini hukuku uygulamak gibi bir görevi yoktur. Devlet, dinin hizmetkarı değildir. Devlet gücü kullanılarak dini kuralların uygulanması, insan haklarına, demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne uygun özgürlükçü bir sistemin kurulmasına engel oluşturmaktadır. Devletin dinle bütünleşmesi ve dini hukuku uygulaması, demokrasi ve özgürlük değil, despotizm, otoriteryanizm ve totaliteryanizm üretmektedir.
Din ve devletin ayrılması gerektiği gibi, din ve siyasetin de birbirinden ayrılması zorunlu bir ihtiyaçtır. Dinin siyaseti şekillendirmek gibi bir görevi olmadığı gibi, siyaset te dini araçsallaştırmamalıdır. Siyaseti belirleyen şey, din değil, insan aklı ve ihtiyaçları olmalıdır.
Müslüman toplumlar, tarihsel tecrübeleri çerçevesinde dini esas alarak değişik fıkhi ve şer’i kurallar, ekoller, kurumlar ve uygulamalar üretmişlerdir.  Fıkıh ve şeriat, inanç ve ibadet esaslarından ahlak kurallarına, sosyal kurumlardan siyasal düzene kadar birçok konuyu kendi içine almaktadır. Fıkıh ve şeriat, değişik tarihsel dönemlerde insanların kendi ihtiyaçlarına uygun olarak geliştirdikleri farklı anlayışları ve uygulamaları içermektedir Dini hukuk adı altında ortaya konan farklı tarihsel dönemlerdeki çeşitli fıkıh anlayışlarıyla devleti, toplumu ve siyaseti yönetmek ve yönlendirmek mümkün değildir.
Devlet, hukuk ve siyaset, insani kurumlar ve faaliyetlerdir. Devlet, hukuk ve siyaset, insanların ihtiyaçlarına uygun olarak değişmeli, geliştirilmeli ve yenilenmelidirler. Devlete, hukuka ve siyasete hiçbir şekilde kutsallık ve değişmezlik gibi nitelikler atfedilmemelidir. Devlet, hukuk ve siyaset, her zaman seküler nitelikli insan ürünü yapılar ve faaliyetlerdir.
İnsanlar, dini kuralları özgürce uygulayıp uygulamayacaklarına kendileri karar vermelidirler. Dini fıkhın ve hukukun uygulanması için devlet gücünün kullanılmasına gerek yoktur.  Devlet, din adına otorite olduğunu iddia ederek hiçbir dini hukuk kuralını uygulamaya kalkmamalıdır. Devletin bütün uygulamaları, insan aklına ve ihtiyaçlarına dayanmalıdır. İnsan aklının ve ihtiyaçlarının ürünü olan devlet faaliyetlerine ve kurumlarına kutsallık atfedilmemelidir. Devletin hiçbir kurumu ve faaliyeti, dinsel ve kutsal olarak nitelenemez. Devlet, hukuk ve siyaset, tamamen sekülerdirler. Seküler bir doğaya sahip devletin, siyasetin ve hukukun kutsallık ve dinsellik iddia etmesi, sekülerliğin ve dinin birlikte ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir.
Devlet, din alanında nötr olması gerektiği gibi siyaset alanında da devlet gücü, bir tarafın lehine diğer tarafların aleyhine olacak şekilde kullanılmamalıdır. Din ve siyaset alanları, sivil, demokratik ve çoğulcu   nitelikte olmalıdırlar. Toplumun ekonomi, eğitim, sağlık, iş ve çalışma gibi alanlarındaki ihtiyaçlarına cevap vermek için farklı sivil ve demokratik yaklaşımlar, çoğulcu bir şekilde var olmalı ve birbirleriyle demokratik bir şekilde yarışmalıdırlar. Tek bir partinin devlet gücünü   ele geçirmesi ve dinin sosyal etkisini tekeline alarak toplum üzerinde hakimiyet kurması, insanları devlet, din ve parti arasında tercih yapamama şeklinde bir açmazla karşı karşıya getirmektedir. Hiçbir siyasal parti, devlet ve din üzerinde hak iddia etmemelidir. Devlet ve din, hiçbir siyasal aktörün mülkü değildir. Dine sahip olmak, hiç kimseye devlete sahip olmak hakkını vermediği gibi, devlete sahip olmak da dindarlığın bir gereği değildir. Devlet, din ve siyaset arasındaki ayırımın yapılması konusunda başarısız olunması, toplumsal barışın, istikrarın ve gelişimin ortadan kalkması şeklinde ağır bir sonuç ortaya çıkarmaktadır. Dini, devleti ve siyaseti bir bütün olarak gören güçler, siyasal şiddet ve darbe dahil her türlü hukuk ve demokrasi dışı yollarla devlet gücünü ele geçirmeye çalıştıkları gibi, toplumu kamplaştırmak ve çatıştırmak üzerinden de devlet iktidarını ele geçirmeye çalışırlar.
Farklı toplum kesimleri,  ekonomi, sağlık, eğitim, güvenlik ve   hukuk alanlarındaki yaklaşımlarını  demokrasi, hukukun üstünlüğü ve anayasal çerçevede  siyaset alanında ifade edebilmeli ve örgütleyebilmelidirler.Korunması gereken ve dokunulmaz olan temel değer, bütün vatandaşların eşit insan haklarına sahip olduğu  gerçeğidir.Eşit vatandaşlık, devletin, hukukun ve siyasetin asli ölçüsüdür.Herkes, eşit  ve aktif  bireyler olarak siyasal ve toplumsal hayata dinamik bir şekilde katılmal hakkına sahiptir. Devleti yönetenler, vatandaşlara hesap vermeli ve toplumsal taleplere karşı duyarlı olmalıdırlar. Devlet ve siyasette keyfilik olmaz.  Din adına otorite olduğunu iddia ederek devlet gücünü keyfi olarak kullanmak ve sivil siyaset alanını ortadan kaldırmak, dinin, devletin ve siyasetin tamamen ortadan kalkması, birtakım çetelerin ekonomik, sosyal ve siyasal güçleri gaspetmesi anlamına gelmektedir.