Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Türk fesi

İster Baas Partisi'ne ister Arap Milliyetçi Hareketi'ne bağlı bir milliyetçinin, bir zamanlar ‘moda’ olmasından dolayı aşırı ‘solcu’ya dönüşmesi garip değil. Suriye ve Irak'ta iktidar olan, şubeleri ve örgütleri çoğu Arap ülkesinde ve özellikle de Doğu Avrupa ülkelerinde eğitim gören Arap öğrenciler arasında yayılmış olan Baas Partisi'nin kurucusu Mişel Eflak'ın resimleriyle evlerinin ve ofislerinin duvarlarını dolduranların bununla aşırı gurur duyması şaşırtıcı değil.
Baas Partisi veya Arap Milliyetçi Hareketi üyesi olmasalar bile kendilerini milliyetçi olarak görenler ile Komünist Parti oluşumları arasındaki rekabet o aşamada kızışmıştı. Komünist Parti, belirli bir aşamada ezici bir şekilde ortaya çıkan milliyetçilik olgusuna karşı güçlü düşmanlığının bir sonucu olarak bazı küçük mezhepçi grupları bu bölgeye taşımıştı. Küçük mezhepçi gruplardan gelenler ile sosyalist ülkelere dönüşen birçok Doğu Avrupa ülkesinde burslu olarak okuyanların bazıları onun etrafında toplanmışlardı.
Arap ülkelerinin üçünde büyük dönüşümlerin ortaya çıkışından sonra, temel veya biçimsel değişikliklerin meydana geldiğini vurgulamakta fayda var. Bu dönüşümlerin ilki, Mısır’da etkisi Arap ülkelerinin tamamına olmasa da çoğuna yayılan Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'ın iktidara gelişi idi. Bir sonraki adım, Baas Partisi'nin Suriye'de ve ardından Irak'ta iktidara gelmesiydi. Üçüncüsü, Mişel Eflak, Salah el-Bitar, Ekrem el-Horani, Abdullah Na’vas gibi temel Baasçı sembollere gerçekten denk kabul edilen Dr. George Habaş’a mutlak olarak tabi olan Arap Milliyetçi Hareketi’nin öne çıkışıydı.
O aşama çok büyük bir dönüşüm aşamasıydı ve Müslüman Kardeşler Mısır, Suriye, Irak ve Cezayir, tabii ki Fas ve Muammer Kaddafi’nin eski Cemahiriyyesi Libya, dilerseniz bir yere kadar kuzeyi ve güneyi ile Yemen gibi bazı Arap ülkelerinde yasaklanmış bir örgüt haline gelene kadar giderek küçülmeye başlamıştı.
Aslında bu aşama bir tarihsel dönüşüm aşaması olarak değerlendirilebilir. Çünkü Mısır, artık Cemal Abdunnasır'ın Mısır'ı değil. Güney Yemen, Kuzey Yemen içinde eridi. Irak, Saddam Hüseyin'in, Ali Salih el-Saadi ve diğer temel Baasçı sembollerin Irak'ı, dostu üzen düşmanı sevindiren bir durumda. Bir zamanlar Baas’ın Suriye Arap bölgesi olan Suriye’ye gelince, istediğinizi söyleyebilirsiniz. Zira hala ebedi mesaj sahibi, birleşik Arap ümmeti sloganı atsa da fiilen artık birkaç Arap ülkesini işgal edip kontrol eder hale gelen Veliyy-i Fakih devleti İran tarafından yönetiliyor.
Arap dünyasında durum bu. İsrail’e gelince, bugün İsrail başbakanı olan bu Türk kökenli ve asıllı Naftali Bennett, üzerindeki Türk cübbesini çıkardı ve ister geçmişte Osmanlılar, isterse daha sonra gelenler olsun Türklerle her türlü ilişkisini reddetti. Konuşamadığı ve bilmediği aşikâr olan İbranicesi ile anlaşılmaz şeyler söylemeye başladı. İsrail Yahudilerinin bu kişiyi henüz aralarına almadıkları ve ait olmadığı bir sürüye sığınan başıboş biri olarak gördükleri açık ve net.
Bu nedenle, Bennett’in Türk diline olan hakimiyeti, tarihi olarak mensuplarının çoğunun da kendisi konusunda yetkin olmadığı bilinen İbrani diline olan hakimiyetinin çok ötesinde. Bu kimselerin çoğu onun ölü bir dil olduğunu ve Kur’an-ı Kerim’in şereflendirdiği Arapça ile hiçbir şekilde kıyaslanamayacağını söylüyorlar. Zira Arapça bu temele dayanarak, birçok uluslararası kuruluşta kullanılan, büyük ve temel ülkelerde konuşulan bir dil haline geldi.
Arap şiirinden şu iki mısra tam Naftali Bennett’e uyuyor:
Hannun ne Müslümanlığından bir şey kazandı
Ne de Mesih Hannun’u kaybettiği için üzgün
İsrail'de koparılan tüm gürültüye rağmen, kendisi aktif medeni roller oynayan ve oynamaya devam eden büyük Türk halkına mensubiyetini inkâr etse de İsrailliler Bennett’i Türk fesi ile hayal etmeye devam edecekler.
Bir Osmanlının köklü Osmanlılığından vazgeçip, dünyanın dört bir yanından toplanmış İsraillilere katılması mümkün değilken, bilindiği üzere, hatta kesindir ki, bu “Hannun” ve onun pek çok benzeri gibi (eski zamanlarda yaşayan Hannun, şan, şöhret ve mal sahibi olmak için dininden ve aslından bile vazgeçen birisiymiş ç.n.), küçüklük ya da aşağılık kompleksine sahip olanlar bundan vazgeçerler. Aşağılık kompleksinden muzdarip pek çok kişinin, yalan ve iftirayla kendilerini ait olmadıkları millet ve halklara yamadıkları biliniyor. Bu kişiler kendi milletlerinin evlatları ile dahi büyük Arap dili ile konuşmaktan kaçınırlar. Kasten dillerini eğip büküp sözgelimi İspanya’da yaşıyorlarsa İspanyolca konuşurlar. Aynı durum Fransa, İngiltere, Almanya ve dünyanın herhangi bir ülkesinde yaşayanlar için de geçerli.
Dolayısıyla, aşağılık ve kendilerini küçük görme kompleksine yakalananlardan bazıları kendilerini milletlerinden soyutlasalar, Kur’an dili olan büyük dillerinden vazgeçseler de marjinal ve değersiz olarak kalacaklar. Gerçek şu ki, bugünlerde dillerinden önce kalpleri ve akılları bozulan bu gibi pek kişiyle karşılaşıyoruz.