Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Korku, yaşlı kıtaya geri dönüyor

Bazen bir gazeteci; haber, röportaj veya araştırma yapma arayışındayken ziyaret ettiği bir şehre âşık olur. Belki de aşk şehrin eskimeyen şiir, beste ve resim halkaları üzerinde uyuduğu hissinden kaynaklanıyordur. Belki de ruhunda derin yaralar ve göz kamaştıran görüşmeler bırakan çalkantılı bir tarihin varisi olduğundandır. Şehirler arasında dolaşırken içlerinden ikisi beni durdurdu; Bağdat ve Paris. Tarih, öğretmenlerin en büyüğü ve en sertidir. İster yönetici ister muhalif biri, isterse gazeteci olsun, tarihten ders almayan herkes hata yapar.
Yöneticinin adı ve rejiminin kıyafeti ne olursa olsun Bağdat'ı seviyorum. Burası avizeler ve el-Mütenebbi ve el-Cevahiri'nin kibriyle süslüdür. Paris'i seviyorum çünkü o, bileziklerin hanımıdır ve sokakları, tacını yapmada generallerden daha fazla katkıda bulunan şair ve romancıların adını taşımaktadır. Aradaki fark şu ki, gece Dicle'ye galip geldiğinde, savaşlarını bitirmiş ve kan dökülme zamanından emekli olmuş gibi davranan Paris'te duyması zor olan gelecek günler korkusunun kokusunu duyabiliyordum.
Kıskançlık kötü bir duygu iken, korkunç Orta Doğu'nun insanları için normal bir duygudur. Bunu Viyana'da, Paris'te veya Berlin'de uyurken hissettim. Artık akıllarına, ordularını olası bir istilaya ya da kendilerini kapılarını çalan bir iç savaşa hazırlamak gelmeyen şehirleri kıskanıyordum. Kendi kendime şöyle sorardım: Bölgemizin başkentleri ne zaman dışarıdan ve içeriden korkma duygusunu yenecek?
Bizler gazeteci olarak şanlı bir kuşağın çocuklarıyız. Böyle diyorduk. Büyük bir savaş patlak vermeden bir imparatorluğun yıkılışına tanık olduk. Peş peşe gelen teknoloji ve medya devrimlerine tanık olduk. Mao Zedong'un varisinin Davos'ta küreselleşmenin faziletlerini ve ‘küresel köy’ün çeşitli mahallelerine mal ve para akışını savunduğunu işittik. Hükümetlerin çevre ve küresel ısınma ile ilgili endişelerle meşgul olduklarını gördük. Ancak Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından kendini şanslı sayan nesil, bu kandillerin sönmesine ve dünyanın tekrar füzeler, insansız hava araçları (İHA) ve tanklarla iletişim kurma karanlığına gömülmesine tanık olabilir. Hünerli ve yaralı Vladimir Putin'in, seleflerinin yazdığı tüm romanlardan daha tehlikeli bir Rus romanı yazmaya kalkıştığı aşikâr.
100 günden biraz daha uzun bir süre önce Putin, ‘Berlin Duvarı sonrası dünyaya’ ağır bir darbe indirerek, orduların ve generallerin çağının geride kaldığı zannına kapılarak savunma harcamalarını artırma konusunda tereddüt eden Avrupa başkentlerine kaygıyı yeniden getirdi. Polonya'nın biraz panik olması tuhaf değil, zira tarih ona hiç merhamet etmedi. Yurtdışından gelen güçlü taraflar, haritasını defalarca kez silip süpürdü. Rus savaşı, Polonya’nın eski korkusunun şeytanlarını uyandırdı. Ukrayna ziyafetinin, Sovyetler Birliği'nin intiharından bu yana en büyük darbeye başlayan Çar'ın iştahını kesmeye yetmeyeceğinden korkuyor. Aynı korku İsveç ve Finlandiya'yı tarafsızlık, çekince ve tereddüt seçeneğini terk etmeye itti ve Rus ordusundan korunmak için Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) şapkasını takmaya karar verdiler.
Almanya, istikrarlı ve güvenli bir ülke olarak hasta ve üzgün ülkelerden mülteciler kabul ediyordu. Birkaç hafta önce Berlin'de, ihtiyaç duymayacağını sandığı ordusunun kapasitesini artırmak için büyük meblağlarda para ayırmaya dönüşen Alman korkusunun kokusunu aldım. Almanya korktuğunda Rusya bunu ciddiye almalı. Zira güçlü ekonomisi olan bu ülke kudretli bir ordu oluşturabilir. Güçlü Almanya, demokratik seçeneklerinin köklülüğüne rağmen, Avrupa kıtasına kıskançlık ve korkuyu geri getiriyor.
Ukrayna-Rus savaşında atılan ilk kurşunlarla Avrupa, ünlü duvarın yıkılışıyla yapılan kutlamaların neredeyse unutulduğu yeni bir sahneye gözlerini açtı. Korku kıtaya geri döndü. Savaşın devam etmesiyle Fransa ile birlikte Avrupa’nın, gaz ve petrolün yanı sıra tahıl fiyatlarındaki artışın ötesinde savaş için ağır bir bedel ödeyeceği anlaşıldı. Fransa, onlarca yılını NATO-ABD şapkasını rahatsız etmek için harcadı. ABD’nin kıta üzerindeki gölgesi, Fransa’yı huzursuz ediyor. Ayrıca ABD’nin uzun vadede ‘yaşlı kıtayı’ savunma sözünü tutacağından da şüpheli. Avrupa ülkelerinin savunma harcamalarını artırmaktan ve ufukta görünen ekonomik krizin yükünü sırtlanmaktan başka seçenekleri yok. Avrupa'nın ABD’li generalin kanatları altındaki bağlılığını yenilemekten başka çaresi yok. Putin, Avrupa kıtasını ABD’nin kucağına geri itti. Yalnızca Joe Biden'ın ülkesi, Putin tarafından başlatılan büyük darbenin gidişatını etkileyebilecek muazzam imkanlara sahip. Elysee Sarayı’nın efendisi, Rusya'yı küçük düşürmeme fikrini pazarlamaya çalışıyor. Ancak öyle görünüyor ki, Putin bir çıkış yolu aramaktan ziyade darbeyi zafere ulaştırmak için çabalıyor. ABD’nin kanatları altında saf tutmak aynı zamanda ABD’nin Tayvan konusundaki tutumunu da desteklemek anlamına geliyor. Çin ile ipler daha da gerilirse bu, büyük bir ekonomik felaketin habercisi olur.
Bazı Orta Doğu dosyalarını görüşmek üzere Paris'te bir görüşme yapıldı. Özellikle konuşmacı yaklaşık 10 yıldır Dışişleri Bakanı olduğu için Ukrayna meselesine değinmesi kaçınılmazdı. Konuşmacı Sovyetlerin çöküşünden sonra Batı'nın Rusya’ya iyi muamele etmediğini ve Ukrayna'nın Putin için tarih ve coğrafya açısından ne anlama geldiğini iyice anlamadığını düşündüğünü söyledi.
Konuşmacının bazen güvenlik ve imaj açısından ülkesinin kaderinin komşu bir ülkenin kaderine bağlı olduğunu hissettiğini söylemesi beni şöyle bir durdurdu. Bana onlarca kez görüştüğü merhum Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed'den bir örnek verdi. Esed'in, Lübnan'ın Suriye’den aksi yönde ilerleyip uzaklaşması halinde Suriye'nin izole ve kuşatılmış sayılacağını düşündüğünü dile getirdi. Bu yüzden Esed, Batı'ya ve bölge ülkelerine yönelik müzakere konumunu güçlendiren Lübnan kartına takıntılıydı. Tarihe geri dönüp bakarsanız, Ukrayna’nın Rusya ile, Lübnan’ın Suriye ile olduğundan daha çok iç içe olduğunu göreceksiniz.
Bu tamamen yeni bir dönemdir. Korkunun Avrupa başkentlerini ziyaret etmesi ve orada kalmak için kendine bir yer ayırması hiç de öyle hafife alınacak bir şey değil. Dünya değişti.